Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta genel olarak İzmir Barosu seçimlerini yazmıştım.

        Doğruları ifade ederek yanlış bir iş yapmadığımı aldığım tepkilerle anladım.

        Geçmişte ben de sizin gibi her şeyden korkardım.

        Özellikle 1960 ihtilali ve sonrası henüz çiçeği burnunda bir hukukçu olarak ne yapmam gerektiğine kolay karar veremezdim.

        Ta ki Paris Barosu Başkanı İstanbul’a gelip bir konferans verinceye kadar...

        O zaman Meclis’te Demokrat Partili milletvekillerinin, cumhurbaşkanının, genelkurmay başkanı ve tüm hükümet üyelerinin tutuklanması ile sonuçlanan davalara “bunlar düşüklerdir...” diyerek, hukukun en önemli ögesi savunma hakkının kullanılmaması ve de avukatlık hizmeti verilmemesi için büyük bir kampanya açılmıştı. İşte, Paris Barosu Başkanı zihinlerde bu istifhamları silmiş ve şöyle demişti:

        “Efendiler, hukukun en evrensel kuralı ve hukukçunun görevi savunma yapmaktır. Düşükler değiniz insanların da savunmaya ihtiyaçları vardır”

        Dünya tarihinde, hiçbir ihtilal ve onu destekleyen ordu mensupları hayatları boyunca iktidarda kalamamıştır.

        Ve yine tutuklanan hükümet ve meclis üyeleri de hayatları boyunca hapishane köşelerinde ömür tüketmemişlerdir.

        Bunun tek istisnası vardır. Mareşal Peten... O, Fransa’yı Almanlar’a satmıştır. Kurtuluştan sonra Fransa’da muhakeme edilmiş ve ölünceye kadar hapishanede kalmıştır. Bu tek istisnadır. Eğer sizler müvekkillerinizi idamdan kurtarırsanız... Gerçekten yüzde yüz başarılı avukatsınız demektir...

        Gerçekten de 1960 ihtilali sadece üç şehit vermiştir.

        Diğer tutuklular zamanla hürriyetlerine kavuşmuşlardı.

        Şimdi at izi ile it izinin birbirine karıştığını Sayın Cumhurbaşkanımız ifade etmişlerdir. Yani, yaş ve kuru... Beraber yanmışlardır. Hatta yeni bir KHK ile bu hataların düzeltilmesi gündemdedir.

        Bu nedenle, biz avukatların görevleri gereğince “haksızlığa uğradığına inanan kişilerin savunmalarını almalarında bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Çünkü yarın bu mağdurlar... Ama gerçekten mağdur iseler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hükümetimizi ve devletimizi çok ağır tazminatlara mahkûm ettirebilirler.

        ATATÜRK ÇİZGİSİ

        Geçen hafta yazdım, tekrar ediyorum. İzmir Barosu yönetimi Pirus zaferiyle iş başındadır. Muhaliflerin oy toplamı seçimi kazanan gruptan nerdeyse bin oy fazladır.

        Sorunun çözümü birlikte hareket etmektir.

        Baromuzun genç başkanı... Rahatsızdır. Kendisi, yurt dışında doğduğunu ve ailece Türkiye’ye döndükleri için “bunlar gavurdur” ithamı ile karşılaşmıştır.

        Bu, son derece yakışıksız, çirkin bir itham ve iftiradır. Hiç merak etmesin... Büyük Atatürk için de geçmişte TMMM’de aynı şeyler söylenmişti. Atatürk’te bugün Yunanistan’ın hudutları içinde kalan Selanik’te doğmuştu. Bu iddia ve dedikoduyu ileri sürenlerin bu ülkeyle ilişkileri test edilmelidir.

        Ama ortada daha önemli meseleler vardır.

        Konu, baromuzun kasasını doldurma ve Baro Kule yapma meselesi değildir.

        Bugün, baromuzun bir çizgisi yoktur. Örnek verelim. İstanbul’un yeni baro başkanı ve Ankara’nın baro başkanları açıkladılar.

        Bugün bu iki büyük baro, Türkiye Barolar Birliği’nin çizgisini taşımakta ve o yoldan gitmektedirler.

        Bu çizgi Atatürk çizgisidir.

        Hukuki mücadele bu çizgi üzerinde yapılmaktadır. Bu çizgide;

        Yargının bağımsızlığı

        Hukukun üstünlüğü

        Demokrasi

        Hakimlerin korkusuzca karar vermeleri

        Ve Anayasamızın belirli hükümlerinin savunulması vardır.

        Türkiye’nin bir hukuk devleti olması mücadelesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin önceliği, kararlarının uygulanması ve daha hukukla, demokrasiyle, insan haklarıyla ilgili sağlam konular vardır.

        Şunu ifade edebilirim.

        60 yıllık bir hukukçu ve tüm ihtilalleri görmüş ve yaşamış bir insan olarak, gerek iç ve gerek dış politikalarda ülkemiz ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.

        Geçenlerde yazdım. OHAL... Yani “Olağanüstü Hal” Anayasamızın kabul ettiği bir vakıadır. Ve meşru bir haktır. Ancak, 121. maddeye göre “Olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı...” dikkate alınmak zorundadır.

        Diyeceğim şu ki, biz 60 yıl yeşil pasaport için çok çalıştık. Bu bir kanun meselesidir. Türkiye Barolar Birliği kurulduğundan beri bu çalışmayı yapıyor.

        Bunu lütfen avukatlara vadetmeyin. Bu sizin boyunuzu aşar... Yalancı çıkarsınız.

        Çizginizi belirtin...

        Bir hukukçunun gideceği yol ve istemleri bellidir.

        Bu çizgiyi ve aldığınız oylara bakarak diğer başkan adayı arkadaşlarınızla beraber çalışın.

        İstanbul Baro Başkanı 13 bin 19 oy, diğer dört rakibinin oy toplamı 10 bin 902 oy olmasına rağmen Atatürk çizgisinde beraber olmak ve Türkiye’nin hukuk devleti için birlikte fikir mücadelesi vermeye çağırmıştır.

        Siz de bunu yapın. Unutmayın birlikten kuvvet doğar.

        Hoşça kalın.

        Diğer Yazılar