Yazdıklarım FETÖ itirafı değil, Ergenekon'un ifşasıdır
SON günlerde bazı haber sitelerinde, “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor” başlığını taşıyan kitabımda yer alan, “Nurculuk ve Gülen Hareketi” yle ilgili 2004 yılı MGK kararı hakkındaki ifadelerim istismar edilmeye başlandı.
Kitapta yazılanları itiraf olarak değerlendirip buradan hareketle AK Parti iktidarını vaktiyle FETÖ’yü desteklemekle suçlamaya çalışıyorlar. Hatta “görevi ihmal suçu işlendiği ve ilgililer hakkında kamu davası açılması gerektiği” gibi komik istekler de yapılıyor.
Öncelikle “bir kabahati veya suçu kabul etme” anlamında hiçbir itirafın söz konusu olmadığını vurgulamalıyım. O gün takınılan tavrın hukuka ve ahlaka aykırı hiçbir yönü bulunmamaktadır. Üstelik vatandaşların “temel hak ve özgürlüklerini korumaya çalışmak” gibi ulvi bir çaba ortaya konulmuştur.
Kendi ideolojisi ve haklarından başka bir gerçek tanımayanlar için belki “Hukuka aykırılık yok” demek anlam ifade etmeyebilir. Ama MGK kararları tavsiye niteliğindedir ve Bakanlar Kurulu’nda onaylanmadan hukuki bir norma dönüşmez. Ayrıca, “MGK tavsiyeleri şimdiye kadar hep Bakanlar Kurulu kararı haline getiriliyordu” diye itiraz edenlere, “bürokratik bir gücü milletin iradesiyle tesis etmiş bir hükümetin üstünde görmenin ne kadar doğru” olduğunu sorarım.
Esas bu tür yorumlar hukuk ve ahlaktan yoksundur. Çünkü, bir dönemin gerçeği, bir başka dönemin değişik bağlamdaki olaylarına gerekçe olamaz. Daha önemlisi, o döneme ait suç teşkil eden başka gerçekler var ki henüz hesabı sorulamadı. 28 Şubat postmodern darbesini belki söz konusu metinleri yazanlar göz ardı edebilir, ama toplum henüz unutmadı.
O dönemde, 28 Şubat darbesi bütün gücünü hükümet üzerinde hissettiriyor, irtica yaygarasıyla toplumun önemli bir bölümünün hak ve özgürlükleri kısıtlanıyorken, MGK kararının bugün görüldüğünden çok farklı bir anlam taşıdığı açıktır.
Zaten ülkede bütün dindar insanlar, grup veya cemaat ayrımı yapılmaksızın, aşağılanıyor ve hakları ihlal ediliyordu. Bu durumda, 28 Şubat darbesi bütün dindarları ve dini cemaatları hedef almışken, bunlardan biri olan Gülen Hareketi için alınan özel bir kararın anlamı sizce ne olabilirdi?
O günkü MGK kararı açık bir şekilde FETÖ’ye değil, AK Parti’ye yönelik bir köşeye sıkıştırma stratejisiydi. Söz konusu karar, hükümeti farklı bir çatışma içine sokarak etkisizleştirme ve destek aldığı toplumun büyük bir bölümünü oluşturan dindar insanlar karşısında zayıflatma çabasıydı. İlgi tutulan grup darbe yapmaya hazırlanan FETÖ değil, geleneksel değerlerine ve inançlarına bağlılıkları nedeniyle kendilerine açılmayan kapıları zorlayan Gülen Cemaati idi. TSK’nın rahatsızlık duyduğu konu da dindar insanların asker olmak istemesiydi. Yoksa, zaten “irtica ile mücadele stratejilerinin” hedefinde olan Gülen Cemaati’nin altını çizmeye ne gerek vardı?
Kaldı ki, kitapta yanlış anlaşılmaları önlemek için vurguladığım gibi, konu bir insan hakları meselesi idi, millet iradesine karşı örgütlenen derin bir yapı değildi. Nitekim, aynı karar için 2004’te askerlerin, 2013’te FETÖ’nün, bugünlerde de ulusalcıların hükümeti suçlaması kararın haklılığını gösterir.
2004 yılının derin yapısı, bugünlerde unutturulmaya çalışılan Ergenekon’du. Hükümetin mücadele etmesi gereken ulusalcı derin yapı, maalesef bugünlerde FETÖ sebebiyle hükümeti suçlarken kendine alan açmaya çalışıyor.
FETÖ’yü “tek düşman” göstererek, AK Parti’ye yakın durmaya çalışan eski darbeci ulusalcılar, bir taşla iki kuş vurma çabasında. Bir taraftan AK Parti’yi suçluluk duygusu içine iterek psikolojik bir kaleye hapsederken, diğer taraftan kalan boşluğu doldurmaya çalışıyor. Halbuki, adı ne olursa olsun millet iradesi üstüne vesayet kurmaya kalkan herkes düşmandır.
FETÖ hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için önyargılı hazır çözümler üretmek yerine, 2010 yılından sonra strateji değişikliğine giden Gülen Cemaati’ni etki altına alan güçleri görmeye çalışmak daha yararlı olur. Önceleri sadece dindar insanlara kapılarını kapatan kurumlara sızan Gülen Cemaati, sonraları kendi içine sızan ulusal veya uluslararası derin güçlerin etkisiyle, kimler adına olduğu bilinmeyen bir vesayet sistemi oluşturmaya yönelerek FETÖ’ye dönüştü; o günden bu yana da hükümet onunla mücadele ediyor.
2004 yılı MGK kararı hakkında yazdıklarım ve hissettiklerim, o gün nasılsa bugün de öyle. Bu kararla ilgili yazılanları sürekli tekrarlayanlara, önceki bölümleri ve özellikle kitapta yer alan “Değişime direniş ve statükonun ortakları” başlığını taşıyan bölümü bir kez daha okumalarını tavsiye ederim. Çünkü kitaptan kastettikleri itiraflar hiçbir zaman çıkmaz. Daha önemlisi dikkatli okurlarsa, statükonun bugün FETÖ’nün millet iradesine karşı yapmaya çalıştığı darbenin bir başka versiyonunun ifşasını görürler.
“FETÖ’den kurtulmaya çalışırken tekrar ulusalcılara yakalanmayalım” ikazını da...