Türkiye 'Güvenlik mi demokrasi mi?' ikilemine düşmemeli
AK Parti iktidara geldiğinde, Türkiye’de siyasi istikrarsızlık, ekonomik kriz ve sosyal huzursuzluk vardı. Milli gelir 3 bin doların altına düşmüş, enflasyon ve faiz oranları yükselmiş, borçlanma ihtiyacı artarken borç senetlerinin vadesi neredeyse 45 güne inmiş, üretim ve istihdam düşmüş, fakirlik çoğalmış ve gelir-gider dengesi altüst olmuştu. Ama daha önemlisi, güvenlik gerekçeleriyle demokrasi rafa kaldırılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak ihlalleri dosyaları birikmiş ve OHAL şartları tüm ülkeye hâkim olmuştu.
AK Parti iktidara geldikten hemen sonra siyasi ve ekonomik alandaki çözüm stratejilerine öncelik verdi. Siyasi alanda iki temel proje hayata geçirilmeye çalışıldı: “Avrupa Birliği’ne Uyum” ve “Kamu Yönetimi Reformu”. Ekonomide ise yangını söndürecek ve halka umut verecek tedbirlere öncelik verildi. Nitekim hem Sayın Gül hem de Sayın Erdoğan hükümetinin ilk bakanlar kurulunda bu konular tartışılmıştı.
Atlattığımız bunca darbe teşebbüsü ve badireye rağmen, bugün ülkemizde siyasi istikrar var, ekonomi genel anlamda yolunda gidiyor ve hepsinden önemlisi hayat standardımız gelişti. Enflasyon ve faizler düştü, milli gelir kişi başına 10 bin dolarda, ihracat arttı ve ekonomi küresel krize rağmen büyümeye devam ediyor.
Bu başarının tek saiki ekonomi yönetiminin üstün başarısı ve hükümetin bütçe disiplini olarak görülürse, eksik bir değerlendirme yapılmış olur. Çünkü aynı dönemde, çok sayıda düzenleme içeren AB uyum paketleri yasalaştırıldı, OHAL kaldırıldı, demokratikleşme arttı. Hem insan hak ve özgürlükleri hem de hak arama yolları genişletildi.
Hiç şüphesiz demoratikleşme ve özgürlüklerin artması ekonomik büyüme ve yaşam kalitesini yükseltmeyle sonuçlanıyor. Aynı dönemde demokrasi, hak ve özgürlükler gelişmeseydi, ekonomide alınan tedbirler beklenen sonuçları verebilir miydi? Girişimciler yönetime güven duymasaydı, özel sektör yatırımları artar mıydı?
AB’ye uyum süreci her alanda Türkiye’nin lehine sonuçlar vermiştir. Bütün terör ve güvenlik sorunlarına rağmen hükümetin, tercihini AB standartlarını arkasına alarak demokrasiden yana kullanmasıyla, dış itibarımız ve dolayısıyla dış ticaret artışı ve yabancı sermaye girişleri söz konusu olmuştur.
Bugünlerde Suriye ve Irak’taki çatışmalar, ülke içindeki terör ve özellikle atlatılan darbe teşebbüsü, güvenlik endişelerini tekrar öne çıkardı. Ülke gündemi, bütün ulusal ve uluslararası toplantıların konusu teröre ve FETÖ’ye odaklanmış durumda. Bu sarmaldan bir an önce çıkmak, hukukun üstünlüğüne, adalet duygusunun zedelenmemesine, hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesine ve dolayısıyla ekonominin ihtiyacı olan güven ve umuda dönmek gerekiyor. Çünkü güvenlik gerekçesiyle sadece terör ve darbe konuşmak, demokrasiyi, hukuk ve adaleti, ekonomiyi, kamu yönetimi reformunu ikinci plana itmek umut ışığını zayıflatır.
İktidara bu kadar başarılı bir tecrübenin izini sürmesi gerektiği hatırlatılmalı. Çünkü bu tecrübe, bir iktidarın devamının, ekonomik performansla, onun da özgürlüğün artmasıyla doğrusal bir ilişki içinde olduğu yönünde.
Frazer Enstitüsü tarafından yayımlanan Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi’nde dünya genelinde ülkeler sıralanırken ekonomik özgürlüğü destekleyen politikaları baz alan ölçütler kullanılıyor; kişisel tercih hakkı, gönüllü mübadele, serbest rekabet ve özel mülkiyet hakları ekonomik özgürlüğün köşe taşlarıdır. Son yayımlanan 2015 raporunda (2013 yılı verilerine göre) Türkiye 6.92 puanla 157 ülke arasında 82. sırada yer aldı. Birinci sırada bulunan Hong Kong’u, Singapur ve Yeni Zelanda takip ediyor. Son sırada Venezüella var.
Ortadoğu’da Batı ile çıkarların çatışması, AB ile ilişkileri de gerdi. AB’nin Türkiye’ye bakışı kendi hukuki normlarından uzaklaşıp siyasileştikçe, Türkiye’nin AB’ye ilgisi azaldı. Hiç şüphesiz AB Türkiye’nin olmazsa olmazı değildir. Ancak siyasi hayatta, adalet sisteminde, ekonomik özgürlükte AB standartları yerine koyacağımız evrensel ilkeleri hayata geçirmek şartıyla...