Türkiye sandığa giderken dünya
TÜRKİYE kaygıyla karışık kayıtsızlık halinin doruğa çıktığı bir sürecin içinden geçerek hızla sandığa giderken dünyanın geri kalanında sıradışı hadiseler gelişiyor.
Mesela 2001 yılından beri ABD işgali altında olan Afganistan’da Taliban ilk kez Afgan hükümetinin ateşkes teklifine olumlu karşılık verdi. Sonuç: Şehirlere inen militanlar halkla hatta askerlerle bayramlaşıp selfie çektirdi. Afganistan’daki bu gelişmenin önemini Türk dış politikasının geleneksel teziyle açıklayayım. Doğruluğu defalarca ispatlanmış bu teze göre; Ortadoğu’daki her büyük krizin ucu bir şekilde Irak, Filistin ya da Afganistan sorunlarına çıkar. Ben buna Kürt sorununu da ekliyorum. Dolayısıyla olumlu ya da olumsuz bu dört sorunda yaşanacak her önemli gelişmenin etkileri de tüm Ortadoğu’da hatta dünyada hissedilir.
Diğer bir çarpıcı hadise de Kuzey Kore’den. ABD, 60 yılı aşkındır K.Kore’yle devam eden gerilimi aşmak için önemli bir adım attı malumunuz. Washington çılgınca bir nükleer saldırı tehdidiyle karşı karşıya kaldığı için mi yoksa sırf ekonomik çıkar motivasyonuyla mı masaya oturdu bilmiyoruz henüz. Ama cevap da atılan adım da gayet önemli. Çünkü bunun tüm Asya’ya yansımalarının olacağı da şimdiden ortada.
Tuhaf bir şekilde Afganistan ve K.Kore’de barış güvercini kesilen ABD’yle kadim dostu Avrupa arasındaysa kriz üstüne kriz yaşanıyor. Trump’ın İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan imzasını çekmesi, müttefiklerine yaptırım kararları alması, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Avrupa’ya verilmiş güvenlik teminatlarından vazgeçme imasında bulunması taraflar arasındaki müttefiklik hukukuna fena halde gölge düşürdü.
Buna karşılık Rusya da Avrupa karşısındaki geleneksel rolünde ezber bozan bir dönüşüme gitme sinyalleri veriyor. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Avrupa üzerindeki baskın gücünün sonucunda şekillenen stratejiler şu sıralar yeniden değerlendirilme aşamasında.
ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını desteklemenin AB’nin çıkarlarına hizmet etmediğini söyleyen Avrupalıların sesinin daha gür çıkması haybeye değil. Aynı şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de yok yere, “İstikrarlı bir AB, Rusya’nın çıkarınadır” demiyor. Moskova’nın rakibi ABD’nin hatasıyla ortaya çıkan fırsatı değerlendirip iki yıl önce Ankara’yla yaptığını tekrarlamaya, yani Avrupa Birliği’ni de yanına çekmeye çalışıyor.
AB YOL AYRIMINDA
Öte yandan Avrupa Birliği’nin kendi içinde de kazan tehlikeli şekilde kaynıyor. Kazan taşarsa yaşanacak keşmekeşin AB için sonucu hiç iyi olmayacak. İngiltere’nin iki yıl önce aldığı ayrılık kararının nasıl formüle edileceği halen netleşmiş değil mesela. İngiliz siyaseti şimdilerde, “Acaba AB’ye karşı Trump gibi davranıp kabalaşsak daha mı kârlı çıkarız?” sorusunun yanıtını arıyor. Cevap “Evet” olursa asıl o zaman izleyin siz curcunayı.
Hepsinden önemlisi bir de göç krizi var AB’nin. AB halkları tarafından “ailenin sevilmeyen direği” Almanya’da seçimden sonra güç bela kurulan Merkel hükümeti şu sıralar göç krizi nedeniyle devrilme riskini aşmaya çalışıyor. Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler göç yükü nedeniyle öyle bir noktaya geldiler ki bundan sonra ya birbirlerine düşecekler ya da birliğin geri kalanına isyan bayrağı çekecekler. İşin kötü tarafı iki ihtimal de Avrupa Birliği için sorunun çözümünü garantilemiyor. Herkesin kendi göbeğini kesmek zorunda kalması, dolayısıyla birliğin anlamsızlaşması ihtimali giderek güçleniyor.
DEMOKRASİYE BAĞLI
Hal böyleyken Ankara’nın da dünyaya yön veren bu aktörlerin içlerindeki ve aralarındaki dönüşümü yakından takip edip krizlere ve işbirliklerine hazırlıklı olmasının önemini söylemeye bile gerek yok sanırım. Ama yine de yazımızı şu hususun altını çizerek noktalayabiliriz: Orta ölçekli bir aktör olarak Türkiye’nin rasyonel, dolayısıyla realist ve etkin de olan bir dış politika performansını yakalayabilmesinin yolu her şeyden önce içerideki gücünden, birliğinden, yani demokrasinin kalitesinden geçiyor. Sandığa giderken de sonuçlar açıklanırken de bu gerçeği akılda tutmak gerekiyor.