'Dedemin ruhunu yakalamışım'
Düşünün Âşık Veysel’in torunusunuz. Muhteşem bir miras ve sağlam bir düsturla büyüdünüz. Dedenizin sanat damaları size de geçti. Oyuncu oldunuz. Sonra bir gün dedenizin filmini çekmeye kalktılar. Pek tabii içine sizi de koydular. Genç oyuncu Yeliz Şatıroğlu’nu tanımamızı sağlayan hikâye bu. Daha çok tiyatro sahnelerinde boy gösteren bir oyuncu kendisi. Şimdi beyaz perdede babaannesi Gülizar’a hayat verecek. Filmin adı “Uzun İnce Bir Yol”... İsminden de anlaşılacağı gibi bu; Âşık Veysel’in aşk ve yol hikâyesi. 20’li ve 40’lı yaşları arasını anlatıyor. Aşkı yaşadığı, acısını çektiği, akabinde mutluluğu yakaladığı... Tam da üretimini körükleyen dönem. Yeliz Şatıroğlu “Hepimiz için öyle değil midir, 20’li yaşlarda bir şeyleri fark ederiz 30’larda oturturuz, 40’lara gelindiğinde kendimize gelen güvenle beraber alır yürürüz” diye özetliyor. Ve Âşık Veysel’le Gülizar’ın aşkını anlatıyor.
■ Madem babaanneniz Gülizar’ı canlandırıyorsunuz, biraz anlatın...
Aslında dedemin ilk aşkı Esma. Fakat bebeğini ve dedemi bırakıp evdeki yanaşmayla kaçıyor. Esma’nın yarattığı aşk acısıyla yollara düşüyor zaten.
■ Gülizar’la nasıl tanışıyorlar?
O dönem âşıklar hep gezer ya hani, şimdikilerin halk konserleri gibi. Dinlendikleri yerler de hanlar, tekkeler. Babaaannem de o dönem Yalıncak Tekkesi’nde çalışıyor. Dedemin yolu da tesadüfen oraya düşüyor.
■ Ve ilk görüşte âşık mı oluyorlar?
Aslında çok enteresan. Babaannem dedemin geleceğini bir hafta önceden rüyasında görüyor. Aksakallı dede klişesi vardır ya hani; rüyasında biri ona “Derviş Veysel’in derdinin dermanı sen olacaksın. Onu koruyup kollayacaksın. Kısmetin, kaderin o” diyor. Hatta babaannem bunu tekkenin ileri gelenlerinden Şirin Ana’yla da paylaşıyor.
■ Çok ilginçmiş...
Aynen. Seçen kadındır derler ya, biraz da o hesap.
■ Gülizar’ın farkı ne peki? Anladığım kadarıyla Gülizar Esma’nın açtığı yaraya merhem olacak vasıfta biri. Hayat sevgisi çok yoğun olan bir kadın. O dönemde de sanırım dedemin en çok ihtiyacı olan böyle bir şey. Ona huzur verecek bir ilişki. Gözleri görmese de o sesindeki huzuru hissedebiliyor.
■ Ve ömrünü onunla geçiriyor...
Tabii. Rahmetli babaannem dedem vefat edene kadar yanında kalıyor. Tüm çocukları da Gülizar’dan. Esma’dan da 2 çocuğu oluyor ama ölüyorlar.
■ Peki hangisi gerçek aşk?
Aşkı nasıl yorumladığınıza bağlı. Eğer yaşadığınız acıyla doğru orantılıysa Esma aşktır. Ama huzur, emek ve size mutluluk veren bir şeyse o zaman Gülizar... Dedemin bence en büyük zenginliği ikisini de yaşıyor olması. Birinde acıyı sonuna kadar hissediyor. Terk ediliyor, kıskançlık, yedirememek... Gülizar’da ise tam tersi. Huzur, mutluluk, dinginlik, iyilik. Ve bu çatışma sanırım dedemin sanatını besleyen en önemli unsurlardan biri. Her ne kadar yaşarken zor olsa da...
■ Ne gibi etkileri var mesela?
Esma’ya biriktirdikleri Gülizar’la ortaya çıkıyor. Daha rahat ve dingin bir döneme giriyor çünkü.
■ Babaannenizi tanıma fırsatınız oldu mu?
Çok küçüktüm. O da çok yaşlıydı ama gördüm. Nur yüzlü, ruhunun güzelliği yüzünden okunuyor derler ya, öyleydi. Pozitif bakan, güzel yürekli, mis kokulu bir kadındı.
■ Ve Âşık Veysel’e çok âşık...
Muhakkak. Bir kere çok güzel bir kadın. Hali, vakti yerinde. Aşk duymasa, gözleri görmeyen bir adamla, ki henüz ünlü de olmamışken, hayatını birleştirmek ister mi? Zengin, güçlü bir adam olsa “Kadın güzel ama başka şeyler için onunla birlikte” diyebilirsiniz. Ama hiçbiri yok. Âşık Veysel’in Gülizar’a bu kadar güvenmesinin nedeni de bu. Çıkarsız seviyor.
■ Gözlerini çiçek hastalığından kaybediyordu değil mi?
Evet. Henüz 7 yaşındayken hem de. Ailesi de bir şeylerle oyalansın istiyor. Çünkü diğer çocuklar gibi değil artık, koşamayacak, oynayamayacak.. Bir saz yaptırıp veriyorlar eline. Ne hissediyorsa sazıyla dışa vuruyor artık...
‘BABAANNEM KADAR GÜZEL DEĞİLİM AMA’
■ Gülizar’a benziyor musunuz?
Öyle söylüyorlar. Onun kadar güzel değilim ama.
■ Nasıl bir his babaannenizi canlandırıyor olmak?
Oyuncu için sinemada bir karakter yaratmak zaten başlı başına heyecan verici. Üstüne bir de tanıdığınız, kan bağınız olan birini canlandırmak heyecanınızı kat kat artırıyor. Ve büyük sorumluluk. Bir taraftan korkuyorum da. Onu doğru ifade etmeliyim. Özel bir kadın çünkü. Âşık Veysel’den bahsediyoruz. Hayatında sıradan bir kadın olabileceği düşünülemez zaten. Mesela onun da edebiyat yönü kuvvetliymiş. İyi bir hikâye anlatıcısıymış. Ve çok temiz kalpli. İnsanlara yardım eder ama bunu asla dile getirmezmiş. Yaşadığı köyde çok fakirlerin kapısına gizli gizli ekmek koyduğu, el altından yardım ettiği anlatılır.
■ Çok kalabalık bir ailesiniz. 6 çocuk 22 torun... Herkesin birbiriyle iletişimi var mı?
Var tabii. Herkes farklı bir yerde ama arada toplaşırız. Özellikle biz kuzenler yaptığımız işlerde birbirimize danışırız, destek oluruz.
■ Kuzenlerinizden Çiğdem Özer de CHP’den Beşiktaş Belediye Başkanı adayı olmuştu.
O da çok başarılı bir işkadını. Siyasette ya da iş hayatında çok daha iyi yerlere gelecek.
‘Dedemin birleştirici ruhunu yakalayabilsek’
■ Dedenizin hangi sözü sizin düsturunuz?
O kadar çok ki. Ama mesela şu dönem çoğumuzun etnik kimliğine ve hassasiyetine dokunan pek çok olay oluyor. Dedemin “Ne Yezid ne Kızılbaş, değil miyiz hepimiz kardaş” diye bir sözü vardır. Birlik ve beraberliğin ne denli önemli olduğunu, her şeye rağmen birbirimize kenetlenmemizi öngören ve şu zamana ayna tutan satırlar bunlar. Sadece benim değil, herkesin bu öğretiyi özümsemesini isterdim. Dedemin salt bu birleştirici ruhunu yakalayabilsek, o bile bizim için büyük kazanç.
■ Âşık Veysel’in hangi yönleri size geçmiş peki?
Onu tanıyanlar benim için “Hakikaten Âşık Veysel’in ruhundan bir parça yakalamışsın” der. Ama başka türlüsü olamazdı ki zaten. İnsan sevgisiyle dolu, hayata pozitif bakmayı kendine şiar edinmiş birinin torunusunuz. Ve ilk andan itibaren bilincine varıyorsunuz bunun. Bir aile büyüğünüz var, herkes için farklı bir yerde.
‘Tek eksik, yeni kuşak pek tanımıyor’
“Âşık Veysel gibi büyük bir ustanın değeri yeterince bilindi mi tartışılır. Gerçi en yakınımızdakinin değerini bilememek bizim hep yaptığımız şey. Ama dedemle ilgili çalışma yapanların çabalarını gördükçe umutlanıyorum. Hem ülkemizde hem uluslararası arenada hak ettiği yere yavaş yavaş geleceğine dair inancım artıyor. Dedemi tanıyan, onu özümsemeye çalışan sanatçılar var. Mesela; Grammy Ödüllü Joe Satriani... Bu topraklara dair müzik yapan birini arıyor, dedemin CD’sini veriyorlar. Akabinde ‘Müziğe bakış açım değişti’ diyor. Albümündeki bir şarkıyı dedeme armağan etti hatta. Tek eksik; yeni yetişen kuşağın pek tanımıyor olması. O iş de bize düşüyor. Elimizi taşın altına koyup nereye çağırıyorlarsa gideceğiz, anlatacağız.”