Erasmus'ta tanıştık, Almanya'da evlendik, İngiltere'de çocuk yapıyoruz
Erasmus, 1987’den bu yana 2.5 milyon öğrencinin faydalandığı bir değişim programı. Öğrencilerin 1 ya da 2 dönem başka ülkedeki bir üniversitede eğitim görmesine olanak sağlıyor. Ve bakın daha ne gibi hayırlı işlere vesile oluyor...
Geçen hafta AB Komisyonu Sözcüsü Pia Ahrenkilde Hansen bir Erasmus değerlendirmesi yaptı. Rapora göre katılanların büyük bir bölümü başka ülkelerde iş kurmuş. Kariyer anlamında katkısı büyük. Her 4 öğrenciden biri de partnerini konuk olduğu ülkede bulmuş. Gelgelelim rapordaki “1987’den bu yana 1 milyon Erasmus bebeğinin dünyaya geldiği düşünülmektedir” ibaresi ortalığı karıştırdı. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan “Erasmus değil orgasmus projesi” diyerek tartışmanın fitilini ateşledi. Oysa bebek sayısına takılıp ıskaladığımız çok önemli bir gerçek var; artık yerelden çıktık dünyalı oluyoruz arkadaşlar. Sınırlar ortadan kalkıyor. Yozgat’ta büyüyüp İsveç’te evlenerek Finlandiya’da çocuk yapabiliyoruz. Cumhuriyet yazarı Aydın Engin’in dediği gibi “Erasmus projesiyle dünya sadece çokuluslu ya da ulusötesi şirketlerin at koşturabildiği kocaman bir köy olmaktan bir parçacık da olsa çıktı, gencecik kadın ve erkeklerin özgürce yaşadıkları kocaman bir köy oldu.” Erasmus’u bir de yaşayanlara, yabancı öğrencilerle evlenen Erasmuslu Türk kızlara sorduk...
‘Bir kere yurtdışında yaşadın mı zorlanmıyorsun’
Başak Blomberg: Rus dili mütercim tercümanlık okuyordum. 4. sınıfta Budapeşte’ye gittim. İlk kez yurtdışına çıkıyordum. “Budapeşte Avrupa’nın ortasında, diğer ülkelere gidip gelmek kolay olur, oraları da görürüm” diye düşündüm. Adaptasyon sorunu yaşadığım pek söylenemez. Zaten “Erasmus’a gidiyorum, bir sürü yenilikle karşılaşacağım” diye düşünüyordum. İlk etapta yalnız kalacağımı da biliyordum ama korku yoktu. Hatta çok mutlu hissettim. Özgürüm. Ayaklarımın üzerinde durabileceğim, tüm sorumluluk bende olacak, evi ben çekip çevireceğim.. Birkaç ay sonra şimdiki eşimle tanıştım. O da Finlandiya’dan Erasmus’la gelmişti. 3 ay beraberdik. Sonra benim programım bitti Türkiye’ye döndüm. 1.5 sene ülkeler arası gidip gelmeler, Skype ve telefonla ilişkimizi devam ettirdik. Geçen sene evlenmeye karar verdik. İlk gelişlerinde aileme arkadaşım olarak tanıştırdım, durumu anlatınca ilgileri arttı tabii. Sürekli Finlandiya hakkında konuşmaya başladılar. Babamın gençlik döneminde İngilizce’sini geliştirmek için Finli bir mektup arkadaşı varmış. Aklında kalan her şeyi sordu. Annem belgeseller izlemeye başladı. Derken ailesi geldi. Damada tuzlu kahve içirme faslını da yaşadık. Nişan İstanbul’da, nikâh Finlandiya’da oldu.
‘BURADA ÇOK YABANCI GELİN VAR’
Şimdi de Finlandiya’da yaşıyoruz. Zaten burada çok yabancı gelin var. Latin kökenli, Meksikalı... O yüzden kimse yadırgamıyor. Tabii ben ailemden, arkadaşlarımdan ayrıyım ama burada da bir çevre oluşturdum. Zaten bir kere yurtdışında yaşamaya deneyimin olduktan sonra zorlanmıyorsun. Eşimin okurken pek çok yabancı arkadaşı olmuş. O yüzden farklı kültürlerle bir arada olmaya alışık. Aslında Türkiye’yi de tercih edebilirdik ama eşim adaptasyon sorunu yaşayabilirdi. Finlandiya daha sakin, konforlu, düzenli ve bazı konularda daha gelişmiş bir ülke. Bir de ben dil konusunda daha yetenekliyim. Kolayca Fince öğrendim, onun Türkçe’si yok.
‘Aşk Türkiye’de hep acı çekmek mi?’
Gizem Weber: Tamamen arkadaşlarımın motivasyonuyla yabancı bir ülkede eğitim görmeye ikna oldum. “Dilimi geliştiririm” diye düşündüm. Aynı zamanda akademik kariyer başlangıcı yapmak gibi önceliklerim de vardı. Havaalanında biraz çekingenlik yaşadığımı itiraf etmeliyim. Ama benimle beraber aynı okuldan gelen 4 arkadaşım daha vardı. “Birlikten kuvvet doğar” hesabı devam ettik.
‘KENDİMİ HİÇ BU KADAR TÜRK HİSSETMEMİŞTİM’
Başka bir ülkede belki kendi memleketinde yapmaya, denemeye, öğrenmeye cesaret edemediğin şeylere karşı daha cesursun. Daha fazla parti yapıyorsun ama üniversitede dersine de giriyorsun. Bir de kendimi hiç bu kadar Türk hissetmemiştim. Çünkü orada Gizem değilsin sadece, ülkeni de temsil ediyorsun. İnsan Erasmus dendiğinde gittiği ülkenin kültürünü yakından keşfettiğini düşünüyor. Oysa karşılaştıkların sana daha önce hiç aklına gelmedik sorular soruyor. Kendi kültürünü bir daha keşfediyorsun. Bizdeki demokrasi düzeninden tutun da “Aşk sizde hep acı çekmek mi demek?” gibi sorulara kadar pek çok şey... Yemeklerimize hepsi bayılıyordu ama.
‘BU EVLİLİK YÜRÜMEZ’
Mathias’la önceleri sadece arkadaştık. Almanya’dan gelmişti o da. Dönmesine yakın ilişkimiz başladı. Almanya’ya gidip onu görmek istedim ama Erasmus bursum bitmişti. İş bulmam gerek ama çalışma iznim de yok. Gündüzleri dönercide akşamları Osmanlı mutfağı restoranında işe başladım. İki haftanın sonunda 1200 Euro gibi bir para biriktirip Mathias’ın yanına gittim. 4 sene ayrı ülkelerdeydik. Noel tatillerinde ben giderdim, arada o gelirdi. 2010’un eylül ayında İzmir’e beni ziyarete geldiğinde evlenme teklif etti. Akşam yemekte Mathias ilk sözü açtı; “Senelerdir tanışıyoruz birbirimizi seviyoruz ve sizin de izniniz olursa evleneceğiz” dedi. Hepimiz babamın vereceği cevabı merak ediyoruz. “Karşı koymam, seni bu kadar okuttuk, aklı başında birisin, kendi kararlarını kendin verebilirsin ama kültürler çok farklı, bence bu evlilik yürümez” dedi. Yıkıldım, ağlamaya başladım. Gecenin sonunda Mathias destek oldu; “İkna olacak çünkü biz bu işin üstesinden geleceğiz, buna eminiz” dedi. Nitekim öyle de oldu. Şimdiyse biricik damadı. Düğün Türkiye’de oldu ama nikâh Almanya’da kıyıldı. Ve oraya taşındık. Benim için sıfır kilometre bir başlangıçtı. Kimseyi tanımıyorum. Tek güvencem, dostum Mathias’tı. 3. senenin sonunda yavaş yavaş vatan hasreti yoklamaya başlıyor. Kendi dilinde konuşmaya özlem duyuyorsun. Bir de karşılaştığın her Türk’le iyi anlaşman bekleniyor. Oysa sadece kültür değil ki insanı insan yapan.
‘KELİMELERİN ÖTESİNDE ANLAŞMAYA BAŞLIYORSUN’
İşim uzak. Her gün trenle gidip geliyorum. Toplam 4 saat. Akşam 20.00’den önce eve varamıyorum. Geldiğimde sıcak yemeğim hazır oluyor. “Kadın yemeği yapar, ev düzenini kurar” gibi bir durum yok. Mathias bana her konuda yardımcı. Akabinde o gün ne yaptığımızı bazen gündemdeki konuları tartışıyoruz. Buraya geldikten sonra dili bir hayli ilerlettiğim için aramızdaki iletişim Almanca. İlk zamanlar Fransızca’ydı. İkimizin de anadili değildi. O kadar hâkim de değildik. Tabu oynar gibi iletişim kuruyorsun. Ama o da farklı bir paylaşım ortamı sunuyor ki sana, kelimelerin ötesinde anlaşmaya başlıyorsun.
Yeni Erasmus bebeği yolda
Merve E.: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 2. sınıfta okurken Daniel Erasmus’la Varşova’dan bizim okula gelmişti. Ben de Erasmus kulübündeydim. O şekilde tanıştım. Ertesi yıl bu sefer ben Varşova’ya gittim. 20 yaşındaydım. İlk yurtdışı deneyimimdi. Üstelik 1 sene dönmemek üzere gittim. Dilini dahi bilmiyordum. İnsan ister istemez izole oluyor. İlk etapta dışarı çıkıp markete gitmek, otobüse binmek bile korkutuyordu beni. Hiç olmazsa yanımda Polakça konuşan biri olsun istiyordum. “Arkadaş bulabilecek miyim, hayatımı nasıl sürdüreceğim?” gibi sorular vardı kafamda.
TÜRKLERİ DEVE ÜSTÜNDE FESLİ SANANLAR
Polonya, Türkiye’den çok farklı. Komünist rejimin etkilerini hâlâ görüyorsunuz. “Avrupa’ya gidiyorum, çok değişik olacak” diye düşünürken bir anda kendimi 15 yıl geride gibi hissettim. Tramvaylar eski, gri binalar, yine eski tip marketler... Bilhassa yaşlı hastaların kafasında hâlâ 2. Dünya Savaşı travmaları vardı. Ama Türkleri seviyorlar. Zamanında kimse Polonya’yı ülke olarak saymazken Osmanlı sahip çıkmış. Sempati oradan kaynaklanıyor. Ama okulda özellikle yabancı ülkelerden gelenler arasında Türkleri deve üstünde fesle geziyor sananlar da vardı. Komik ama maalesef öyle. Türk öğrencilerin Avrupai görünümlü olmasına şaşırıyorlardı. Müslüman olduğumuza dahi inanmayanlar çıkıyordu. “Çarşaflı değilsin bu nasıl oluyor?” gibi yorumlar.
‘MEĞER HERKESİN GÖZÜ TÜRKİYE’DE DEĞİLMİŞ’
Dışarıdaki Türkiye algısı benim de bakış açımı değiştirdi. Bize burada Ermeni sorunu, Kürt meselesi gibi konular yabancıların Türkiye’yi bölmek için yarattığı şeyler gibi aktarılıyor. Aslında kimsenin Türkiye’yle bir sorunu yokmuş ya da Avrupalılar sürekli “Ne yapsak da ülkeyi bölsek?” diye düşünmüyormuş. Herkesin gözü üzerimizde değilmiş. Kişisel olarak da; insanların dini, dili, ülkesine bakmadan nasıl bir insan olduğunu anlamanın önemini kavradım. Genellemelerin, önyargıların yanlış olduğunu, her ülkede her çeşitten insan olduğunu gördüm. Nereden gelmiş olursak olalım beraber aynı ortamlara girip eğlenebiliyorduk, sohbet ediyorduk. Bunu fark ettikten sonra da başka ülkelerde yaşama fikri gözümü o kadar korkutmamaya başladı.
YABANCI DAMAT PEK SEVİLDİ
Türkiye’ye döndükten sonra okulumu bitirdim. Akabinde de Daniel’le evlendik. Düğün İstanbul’da oldu. Aileye yabancı bir damadı kabul ettirme konusunda hiçbir sıkıntı yaşamadım. Bunu kime anlatsam çok şaşırıyor. Eşimin anne-babası ayrı. Annesi ve teyzesi gelip ailemle tanıştı. Düğünü ve Türkiye’yi o kadar sevdiler ki Alanya’dan yazlık aldılar. Benden daha sık gidip geliyorlar. BU SEFER DURAK İNGİLTERE Ben Polakça konuşamıyorum, o Türkçe bilmiyor. Ortak dilimiz İngilizce. O zaman “İngilizce konuşulan bir ülkede yaşayalım” dedik. 2 senedir İngiltere’deyiz. Doktorluk yapıyoruz. Benimki klasik Türk erkeği çıktı. Ya da ben öyle alıştırdım, bilemiyorum. Polonyalılar kadın-erkek iş paylaşımı konusunda Türklere yakın. Daniel’in elinden boya-badana, elektrik, tamirat gibi pek çok iş gelir. Ama mutfakta asla bir şey yapmaz. Türklerden en büyük farkı; kıskançlık krizleri yok, arkadaşlarıma karışmıyor. Hiç sevmezdim zaten öyle şeyleri. Şanslıyım o konuda.
‘KIZIMIZ OLACAK'
7 aylık hamileyim. Kız bebek bekliyoruz. Ona isim bulmamızın da enteresan bir hikâyesi var. International bir isim bulmaya çalıştık; Maya’da karar kıldık. Bu arada çocuğu İngiltere’de doğuracağız ama 3-4 sene sonra İsveç’e taşınmayı düşünüyoruz. Eşimin babası İsveç, annesi Polonyalı, orada doğup büyümüş ama yer değiştirme fikri daha çok benim kararım. İsveç’in kültürünü, yapısını seviyorum. Çocuğumu büyütmek için ideal bir yer gibi geliyor.