New York'ta galeri turu
Kısacık bir New York gezisindeyim ve görmek istediğim onlarca müze ve galeri beni bekliyor. Bu NY seyahatinde yöneldiğim ilk istikamet ise Lower East Side/Aşağı Doğu Yakası (LES) oluyor. Daha önceki seyahatlerimde keşfetmeye vakit bulamadığım şehrin bu bölgesi, son birkaç senedir art arda açılan galerileriyle adından sıkça söz ettiren alternatif bir çağdaş sanat bölgesine dönüşmüş durumda. Bowery’de konumlanan New Museum’a yürüyüş mesafesindeki 70 civarında galeriye, her ay yenilerinin eklendiğini de Eldridge Sokağı’ndaki Panade’nin Çinli işletmecisiyle sohbet ederken öğreniyorum.
‘LES’TE MUTENALAŞTIRMA
Sanatçı dostum Ayşe Wilson’ın Lower East Side’daki atölyesini ziyaret ederek başladığım güne, Ayşe’nin rehberliğinde devam ediyorum. Pazartesi ve salı günleri kapalı olan bu yörenin galerileri, “LESGALLERIESNYC” adlı iki ayda bir yayınlanan haritada toplanarak organize olmuş, aynı geceye denk gelen açılışlar düzenlemeye de başlamışlar. Özellikle de son senelerde bölgenin hızla geçirdiği dönüşüm bana “Tophane”yi anımsattı.
Çoğu, yangın merdivenleriyle dikkat çeken eski binaların giriş katlarında konumlanan galeriler, mekânsal özellikleri açısından oldukça mütevazı bir çehreye sahipler. Chelsea’de görmeye alışık olduğumuz yüksek tavanlı, heybetli mekânların yerine burada ufacık, ancak samimi mekânlarlarla karşılaşıyoruz. İzlediğim sergilerin çoğu sunumları ve taptaze işler sergileyişleriyle kesinlikle akılda kalıyorlar. Ayrıca burada galerileri gezerken mola vermek isteyenler için birçok keyifli kafe ve restoran da mevcut.
DİKKAT ÇEKİCİ SERGİLER
Bir dönem Ayşe ile birlikte Jeff Koons’un asistanlığını yapan sanatçı Matthew Watson‘ın kişisel sergisi Joe Sheftel Gallery‘de yer alıyor. Watson’ın hiper gerçekçi yağlıboya çalışmalarını çok başarılı buluyorum. Sadece altı resimle oluşturulan bu sergi, aslında “az” ile daha “çok” şey söylenebileceğini hatırlatıyor. Bosi Contemporary ise İtalyan sanatçı Beatrice Scaccia‘nın tavandan diyagonal sarkıttığı büyük boyutlu kâğıt işlerine yer veriyor. “Perfect Stage” başlıklı bu seride betimlenen figür, yalnızlığın sarmaladığı farklı ruh hallerini masalımsı bir anlatımla izleyiciye aktarıyor. McKenzie Fine Art‘ta sergilenen özgün işler de Julie Allen‘a ait.
Sanatçının gardırobundaki giysilerin farklı renk varyasyonundaki minyatür çizimleri, şeffaf kâğıtlara paketlenerek 100 parçalı bir düzenleme şeklinde sunulmakta. Bu seriye, sanatçının birebir boyutlardaki iç çamaşırlarının süslü, plastik kopyaları da eşlik ediyor. Untitled‘da ise Anna Plesset‘in “A Still Life” adlı sergisi var. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını hatırlatan çalışmaların tümü, gerçek ile hayal arasındaki ince bir çizgide salınıyorlar.
Yürüyüş mesafesindeki yaklaşık 30 galeriyi ziyaret ettikten sonra Dudley’s’de geç bir öğlen yemeği yediğim Ayşe Wilson ile vedalaşıyorum. Sırada, New Museum’daki Rosemarie Trockel’ın sergisi var...