Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ali Sami Yen Stadı’nın olduğu arazideki Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nda Murat Pilevneli’nin aralık ayı ortasında açtığı sergiyi gecikmeli olarak gezdim. Neresinden başlayalım? Önce Likör Fabrikası’ndan olsun.

        Likör Fabrikası eski hali...
        Likör Fabrikası eski hali...

        Ali Sami Yen Stadı’nın hemen bitişiğindeki eski Tekel Likör Fabrikası’nın binası Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1930’da Atatürk’ün emriyle Fransız uzmanlar tarafından bir Tekel Likör ve Kanyak Fabrikası olarak kurulmuştu. Mimarı Robert Mallet Stevens (1886-1945) idi. Fabrikada likör ve kanyak üretilecekti Fransız know-how’ıyla. Bina, Art Deco döneminin özelliklerini tam yansıtıyordu. İlk yapıldığında 48 dönüm arazisi vardı. Mecidiyeköy de zaten o zamanlar İstanbul’un çook uzaklarındaydı. 1960’da arazisinin bir kısmına Ali Sami Yen Stadı yapıldı. Tam üzerine otoyollar, önüne de bağlantı yolları yapılırken arazinin bir kısmı da karayollarına gitti. Likör Fabrikası’na kala kala 24 dönüm arazi kalmıştı. Binanın iç mekanı 4 bin metrekarenin üzerindeydi. Tabii ‘endüstriyel miras’ kapsamında ‘kültür varlığı’ olarak da tescilliydi. Ama ne yazık ki TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO’ya ait arazi İsviçreli Vitatrans A.Ş. ile Meydanbey İnşaat ortak girişimi tarafından Quasar’a gökdelen inşaat etmek üzere ‘arsa karşılığı gelir paylaşımı’ modeliyle verildi. Ve başladı gökdelen inşaatları. Tabii stad gibi likör fabrikası da yıkıldı. Çeşitli davalar açıldı, inşaat devam etti. Likör Fabrikasının yeri kaydırıldı ve aslına uygun olarak röprodüksiyonu mimar Emre Arolat tarafından yeniden yapıldı. Güzel olmuş olmasına da bina orijinal değil. Aynen Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, Emek Sineması gibi sadece bir röprodüksiyon, yani Türkçe söylersek tıpkı yapım. Likör Fabrikası’nın öyküsü böyle. Gelelim Murat Pilevneli’ye.

        Biz Murat Pilevneli’yi Galerist günlerinden beri tanıyoruz. Bir zamanların en ‘güncel sanat temsilcisi’ galerisiydi. Ama ne yazık ki galeriyi ortaklarına devretmek zorunda kaldı. Birkaç yıl kendisinden haber alamadık. Derken Nışantaşı’nda tarihi bir apartmanda açtığı pop up galeride bir kaç sergi gezdik. Sonra bir baktık ki İstanbul’un çok ihtiyacı olan İstanbul Art News isimli aylık gazeteyi yayına sokuvermiş. Geçen yıl da Dolapdere’de, vitrin mankenlerinin satıldığı bir binayı tamirata sokup adam etti ve Pilevneli Galeri’yi açtı. İşte şimdi de Aralık 2018 ortasında Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nda, ‘Fabrika’ adıyla tam 4600 metrekarelik bir sergi alanı daha yarattı.

        Likör Fabrikası yeni hali...
        Likör Fabrikası yeni hali...

        Dedik ya aslına uygun yapılmış, merdivenler, trabzanlar, aydınlatma Art-Deco. Yerler eskitilmiş karo. Geniş ve aydınlık. Tam da dönemin, 1930’lu yılların estetik anlayışıyla yeniden yapılmış. Quasar’ın oto parkına arabanızı bıraktıktan sonra döne dolaşa Pilevneli Galeri Fabrika’ya ulaşıyorsunuz. Oysa ana caddede inseniz daha kolay, uzun ve bakımlı bir yoldan yürüyüp binaya giriyorsunuz. Kapıdan girer girmez sizi Arik Levy’nin tavandan aşağıya sallanan çarpıcı bir ışık heykeli ile karşılaşıyorsunuz. İlk karşılama müthiş. İçerde Arik Levy bölümünde daha birçok videoları ve dikenli tellerden yapılan duvar yerleştirmeleri var. Ben en çok tekinsiz ya da yasak aşklar diye yorumlayabileceğim ‘love’ı beğeniyorum.

        Arik Levy 'Işık Heykel'
        Arik Levy 'Işık Heykel'
        Arik Levy
        Arik Levy

        FABRİKA’DA 10 SANATÇI/10 BİREYSEL PRATİK

        Sanatçılara geçmeden önce genel bir bakış atalım bu geniş, rahat, yalın, sade ama şık mekana. Serginin (ama sergiden çok daha fazlası) başlığı “Fabrika’da 10 Sanatçı/10 Bireysel Pratik”. Murat Pilevneli’nin temsil ettiği 10 sanatçının işleri sergileniyor. Ama bu bir karma sergi hiç değil. Sanki küçük bir müze ve 10 sanatçının çeşitli işlerini kendi bölmelerinde görebiliyorsunuz. Yani her bir sanatçının birden çok fazla işleri kendi salonlarında sergileniyor. Hemen sergilenen sanatçıları söyliyeyim; Refik Anadol, Hans Op de Beeck, Daniel Firman, Arik Levy, Tony Matelli, Ida Tursic&Wilfried Mille (tek sayılıyor), Youssef Nabil, Şener Özmen, Jean Pigozzi ve Erdoğan Zümrütoğlu. Arik Levy ile vedalaşıp siyah perdeler arkasında gösterilen Mısır’lı sanatçı Youssef Nabil’in 12 dakikalık videosunu izlemeye giriyoruz. Orada, karanlıkta, bu yıl bizi Venedik Sanat Bienali’nde temsil edecek olan sanatçı İnci Eviner ile karşılaşıyorum. Selma Hayek’in oynadığı video’yu birlikte izliyoruz. Selma Hayek dansöz ve ona beyaz bir atın üzerinde bir kovboy Arizona çöllerinde eşlik ediyor. İnci Eviner, sanatçıyı biraz Müslüm Gürses’e benzetiyor.

        Youssef Nabil
        Youssef Nabil

        Ana girişte, tavana hortumundan asılmış adeta trapez yapan 7 metrelik devasa bir fille karşılaşıyoruz. İş Daniel Firman’a ait ve adı da Loxodonta. Hiper gerçekçi bir fil adeta tüy gibi tepeden sallanıyor. İzleyiciler 360 derece etrafında dönüp inceliyor böylece sanatçının arzuladığı hem fiziksel hem de psikolojik alanları sorguluyor.

        Daniel Firman
        Daniel Firman

        Üst katta Refik Anadol’un Boğaziçi isimli serisinden nisbeten küçük olanları görüp alt kattaki kocaman salonun kocaman duvarındaki dijital bir denizde dalgaların ritmine uyarak beyazdan maviye maviden beyaza akan piksellere kendimizi kaptırıyoruz. ABD’de yaşayan Refik Anadol, ‘Boğaziçi’ isimli işinde Marmara Denizi’nin iniş ve çıkışlarını milyonlarca nokta ile bize bir alternatif olarak anlatıyor. Alt katta bir başka beğendiğim sanatçı Şener Özmen’in de bir salonu ve salonun duvarlarında ‘Mesafe’ isimli sergisinin videoları var. Bu videoların çoğu ilk kez gösteriliyor. Farklı konularda çok katmanlı videolar bunlar. Sergiyi yavaş ve sakin bir tempoda gezip bitiriyorum. Murat Pilevneli ile buluşuyoruz henuz tamamlanmamış ofisinde.

        Refik Anadol 'Boğaziçi'
        Refik Anadol 'Boğaziçi'

        Serfiraz Ergun: Bu Likör Fabrikası, normal bir galeri rotası üzerinde değil. Etrafında sinerji yaratacak başka bir sanat kurumu yok. Nereden aklına geldi bu binayı bir sanat kurumuna çevirmek? Ne kadar zamanlık bir proje bu?

        Murat Pilevneli: Geçen yıl Eylül ayında Dolapdere’de Pilevneli Galeriyi açmıştım. Bir yıl sonra aklımda bir proje vardı. Sadece benim temsil ettiğim sanatçıların eserlerinden oluşan bir koleksiyon neye benzer? Ben sadece sanat eseri satmıyorum koleksiyonerlere, sanatçıların dünyalarını da satıyorum. Böyle tüm sanatçılarımın biraraya geldiği bir sergi de onların bir dünyasını göstermek olacaktı. Dolapdere’deki bina 1200 metrekarelik bir alan ve buna uygun değil. Mekan arayışına girdim. İstanbulda farklı mekanlara bakarken burayı da görmüştüm. 2-3 yıldır boştu burası. Arkadaki binaların mimarı Emre Arolat bu binayı da aslına uygun olarak yeniden inşa etmiş. O dönem çok tartışmalar yaşandı ama yapının orijinal halinin sadece çok az bir kısmının kaldığını her yerinin değiştirildiğini, duvarlar örüldüğünü, pencereler açıldığını anlattı Emre Arolat bize. Bina tarihi binalıktan çıkmış yani. O yüzden yeniden aslına uygun yapılmış. Burayı gezdikten sonra Quasar’ın CEO’su Pınar Aybek ile konuştum. Kendisi bize burayı 1-1.5 yıl için tahsis etti.

        SE: Ücretsiz olarak mı?

        MP: Ücretsiz olarak. “Burayı güzel projeleriniz için kullanın, burası sanatla dolsun, bu yapı zaten bir sanat kurumu olarak kullanılacaktı” dedi. Biz de bu sergiyle başladık.

        SE: Burada işleri sergilenen 10 sanatçı da senin temsil ettiğin sanatçılar değil mi?

        MP: Evet, hepsi benim sanatçılarım.

        SE: Bu sergiye biz karma sergi desek değil, çünkü her sanatçıya ayrı salon tahsis etmişsin ve o sanatçıların birden fazla eserleri o salonlarda sergileniyor. Yani daha çok küçük bir müze olmuş diyebiliriz. Çünkü 10 ayrı solo sergi var burada.

        MP: Amaç da o zaten. Bu sanatçıların birbirleriyle hiç ilgisi yok, hiçbir ortak yönü de yok. Ne millet olarak, ne tarz olarak ne de malzeme olarak. Dediğiniz gibi burada 10 tane kişisel sergi var. Bir odayı al, tek başına bir galeriye koy, bir sergi olur. Birbuçuk yılda bir galerinin yapacağı galeri sergi programı burada tek seferde yapılıyor. Benim bir koleksiyonum olsaydı, neye benzerdi sorusunun cevabı bu sergi.

        SE: Bunca birbirine benzemez sanatçıyı hangi kriterlere göre temsil ediyorsun? Neye göre seçtin bu sanatçıları?

        MP: Ben aşağı yukarı 20 yıldır bu meslekteyim. Galericilik ve sanat ticareti yapıyorum. Piyasanın yükselişlerini de inişlerini de yaşadım. Bence sanat piyasası bir çıkmazın içinde. Hep yeni birşey yaratma derdi var. Sanatçıların üretimlerinde bir sıkışma var. Koleksiyoner de bu iniş ve çıkışlardan çok sıkılmış durumda. Bu noktada tek değerli şey özgünlük. O sanatçının söyleyebileceği özgün bir sözü var mı? Bu sanatçıların hepsi çok ‘unique’ çok biricik. Yaptıkları işler de çok özgün. Hem yurt dışı sanatçılarım hem yerli sanatçılarım böyle.

        Murat Pilevneli
        Murat Pilevneli

        SE: Yabancı sanatçıların Türkiye’de temsil edilme, Türk koleksiyonerine ulaşabilme gibi bir kaygıları var mı?

        MP: Öyle bir dertleri olduğunu sanmıyorum.

        SE: Yani bizim koleksiyonerler yabancı bir sanatçı için iyi bir piyasa sayılıyor mu? Bizim koleksiyonerler ne Frieze’i ne Basel’i, hiç bir sanat fuarını kaçırmazlar.

        MP: Yabancı sanatçıların bende sergi açmaları sonucunada, evet yerli koleksiyonerler işlerini satın alıyor.

        SE: Sen eski ve öncü bir galericisin. Dünyada ismini duyduğumuz sanatçılarla senin Galerist döneminde tanışmıştık. Hem Dolapdere’deki galerine hem buradaki Pilevneli Mecidiyeköy diye isimlendirdiğin mekana baktığımda bir tarzın var ve burada da görülüyor. Brüt beton duvarlar, demir kapılar gibi...İkisi de bir white cube değil.

        MP: Biraz tesadüf oldu. White Cube’a hiç karşı değilim. Mekanlarla ilgili birşey. Orası eski bir vitrin mankenleri satan dükandı. Mimari yine Emre Arolat.

        SE: Biraz da şunu sormak istiyordum; galerilerin de bir trendi var mı?

        MP: İnsanlar her iki mekanımı da gelip gördükten sonra ‘ay ne kadar harika inşallah yıllarca devam eder’ diyorlar. Benim açıkçası hiç umurumda değil. Ben şahsen birçok şeyden çok kolay sıkılabilen bir insanım. Çok farklı mekanları deneyimlemeyi seven bir insanım. Bir mekana bağımlı değilim. Çok rahat bir şekilde iki yıl sonra bambaşka bir mekanda bambaşka şeyler yapabilirim. Bu da hem sanatçıyı daha heyecanlandırıyor hem de alıcıları. Biz de evriliyoruz, biz de gelişiyoruz. Yeni mekan yeni fikir demektir. Mesela başka bir mekan olsa bu Daniel Firman’ın filini tepeden asabilir miydik? Hayır. Bu mekan bu imkanı tanıdı bize. Her deneyim yeni birşey getirir. En çok hayal ettiğim şey 60-79 metreküplük beyaz bir küp.

        Tony Matelli
        Tony Matelli

        SE: Yani bu odadan biraz büyükçe bir yer?

        MP: Evet ufacık bir alan da yeni deneyimlere sebep verebilir. Orada da başka birşey denerim. Hem ben hem de bizim sektördeki galericilerin büyuk kısmı sadece para kazanmak için değil belli bir keyif aldığımız için yapıyoruz bu işi. Tabii parasız olmaz ama keyif de alıyoruz. Bizim de motivasyona ihtiyacımız var. Benim motivasyonum da hep yeni birşey denemekten geçiyor.

        SE: Dolapdere Pilevneli Galeri de eskiden hiç bir sanat kurumunun yolu üzerinde değildi ama şimdi Arter Modern Sanat Müzesi açılacak, Dirimart var ve birkaç galeri daha açıldı orada. Bu Mecidiyeköy Likör Fabrikası da günün birinde öyle olur mu? Öngörmüş müydün yoksa sadece tesadüf mü?

        MP: 2011 yılında Galerist iken 3 mekanımız vardı. Akaretler, Mısır Apartmanı ve Tepebaşı. Bunlar dükkan, apartman katı idi. Artık galeriyi müstakil bir binaya geçirme fikri aklımdaydı. Galerist’ten ben ayrılmadan önce Dolapdere’deki binaya bakmıştım. Ama galericilikten ayrılınca o iş de kaldı. Tekrar galeri açmaya karar verince yaptığım ilk iş bu binaya gelip bakmak olmuştu. İşte tam da o sırada Ömer Koç, Ford Otosan olan binayı bir müzeye çevirmeye karar vermişti. Yani demek istediğim 2011’de orada hiçbirşey yokken, geri döndüğüm zaman sanatsal olarak o yöre canlanmaya başlamıştı. Hatta, benim binanın mal sahipleri yıkıp otopark yapmak istiyorlardı. Gittim, görüştüm ve binayı kiraladım.

        SE: Biraz da İstanbul Art News isimli gazetenden bahsedelim. Aylık bir sanat gazetesi ve bayağı bir boşluğu doldurdu İstanbul’da. Gazete çıkartma fikri nasıl gelişti?

        MP: Sanat sektöründe bulunan galericilerin, sanatçıların yurt dışıyla büyük bir iletişim sorunları var. Yeterince kendilerini sunamıyorlar. O dönemde ‘biz bir yayın yapsak bu yayın Türkiye’deki sanat üretimini yabancılara anlatsa’ diye düşünmüştüm. Başlangıçta İngilizce yayınlanacaktı ve yurt dışına gönderecektik. Finansal desteğe ihtiyaç vardı ve devletten destek almak gerekiyordu. Hiç bilinmeyen bir yayın organı için bu mümkün olamadı. 2013’te Türkçe çıkartmaya başladık. Bu noktadan sonra belki olur artık.

        Şener Özmen
        Şener Özmen

        2010 TÜRK SANAT PİYASASI İÇİN KIRILMA DÖNEMİDİR

        SE: 2011’de Galerist’ten ayrıldın. O dönem sanat piyasası nasıldı?

        MP: Bu hassas bir konu çünkü yanlış anlaşılabilir. 2010-2011 yılları bence Türk sanat piyasası için dönüm noktası. Ben Galerist’i ekibimle ilk 2001’de kurmuştum. O dönemde çağdaş sanat piyasası diye bir piyasa yoktu. Sanatın yüzde doksanbeşinin de temsiliyeti yoktu. O tarihten sonra açılan galeriler Türkiye’de bir piyasa yarattı. Tabii bazı hedefler de ortaya koyuldu. Bu hedeflerden ilki Türk piyasasının inanılmaz genişleyip yükselişe geçmesiyle yurt dışına açılma isteğidir. Yurt dışına açılacak. En önemli söylem bu. Ama 2000 başlarından 2010’lara kadar dünyanın batı sanatı dışındaki sanatları keşfettiği bir dönem oldu. Çin, Hint, İran gibi. Bunların içinde acaba çağdaş Türk sanatının yeri var mı dünyaya açılabilir mi diye düşünmeye başladık. Bu doğrultuda bizim kendimizi inandırdığımız bazı noktalar oldu. Galerist o dönemlerde dünyanın bütün önemli sanat fuarlarının başköşesindeydi. 2007-2008-2009’da rahmetli Ali Can Ertuğ (Sotheby’s başkan Yardımcısı) önderliğinde Londra’da Sothebys’in çağdaş Türk sanatı müzayedeleri yaptı. Bazı yabancılar bu konuda kitaplar yazdı. Bunların hepsi çağdaş Türk sanatının yabancı koleksiyonerlere gitmesi konusunda beklenti yaratıyordu. Bu beklentiyle birlikte piyasa yükselmeye başladı, 5 bin, 6 bin, 30, 40, 50, 100 derken, 2010-11’e geldiğimizde fantastik rakamlarla karşı karşıya kalmıştık. Ama gelin görün ki 2011-2012’de bu balon patladı. Çünkü Londra’daki müzayedeler fiyasko ile sonuçlanmaya başladı, yabancı alıcıların iştahları arzulanan gibi olmadı. Diğer taraftan da Türk alıcısı bilinçlenmeye başladı. Ben 2000’lerin başlarında ilk Basel Sanat Fuarı’na gitmeye başladığımda iki üç aile görürdüm oralarda; Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Sevda-Can Elgiz, Sema-Barbaros Çağa vardı. 2-3 ailenin dışında kimse Basel’e gitmezdi. Ama 2008-09 arası uçaklar kaldırılır hale gelindi. Türk alıcısı Türkiye’deki piyasa ile uyandılar, aktif alıcı haline geldiler, yurt dışındaki fuarlara gidince de yabancılarla Türkleri karşılaştırmaya başladılar. O sırada Türkiye’deki rakamlar neredeyse yabancılarla aynı seviyedeydi. Mesela Julien Opie bütün dünyada tanınan bir sanatçı, onunla aynı fiyata geldi bizim sanatçıların fiyatları. Türk koleksiyonerleri de yabancı sanatçıların eserlerini almaya başladı. 2011-12 Türk piyasası için bir kırılma noktası oldu böylece. Yani Türk piyasası yükseldi ama onun yükselmesini sağlayan alıcılar başka piyasalara kaydı. Türk piyasası da aşağı doğru süzülmeye başladı. Sanata ayrılan para benim başladığım günden bu yana kat be kat arttı. Bugün Türkler yurt dışında 300-500 bin dolara heykel veya resim alabiliyor. Ama bu para artık yabancıya gidiyor. Yani 2011-12 Türk piyasası açısından iyi geçmedi. O zamandan beri de piyasa kendisini toparlayamadı.

        Erdoğan Zümrütoğlu
        Erdoğan Zümrütoğlu

        TÜRK ALICISININ İŞTAHI YERİNDE AMA GÜVENLİ LİMAN ARIYOR

        SE: Piyasanın bugünkü durumu ne? Döviz kurlarının ikiye katlanması nasıl etkiledi? Türkler paralarını hala sanata yatırıyorlar mı?

        MP: Tabii sadece piyasa durumu değil de ben Istanbul Art News’dan gelen verileri de değerlendiriyorum. Türk alıcısının iştahı hala var, ama güvenli bir liman arıyor. Bu nedenle alımları eskisi kadar güçlü değil ama devam ediyor. Yerel piyasada düşük, sembolik rakamlardaki işleri rahat alıyorlar. Yani gençlerin işlerinin sergilendiği BASE fuarından ya da Mamut Project’den 2 bin-3 bin liraya gidip hepsini kapatıyor, bir nevi bir gövde gösterisi yapıyorlar.

        SE: Ya da ileriye yönelik yatırım yaptığını düşünüyor,

        MP: Evet genç sanatçılara destek olmuş gibi de gözüküyorlar ama belli bir rakam üzerindeki eser alışlarında çok çekingen ve uzak duruyorlar. Ben şahsen 2018’de Türkiye’de sanat piyasasının taban yaptığını 2019’dn sonra tekrar yeni bir döngüye gireceğine inanıyorum. Bu döngü milli bir piyasa olmasa da uluslarası bir piyasa olacaktır. Yani Türk sanatçılarınn karşılaşacağı rekabet çok ağır olacak çünkü artık çok daha fazla yabancı sanatçıyı Türkiye’de göreceğiz, Koç Müzesi’nin (Arter) açılması bunu tetikleyecek. Türk sanatçı-yabancı sanatçı dengesi çok önemli. Orada göreceğimiz yabancılar bizim koleksiyonerler için bir kıyaslama kriteri olacaktır ve bundan sonra Türk galerileri de daha fazla yabancı sanatçı temsil edecektir. Yani Türk sanatçıları çok rekabetçi bir ortam bekliyor diye düşünüyorum.

        SE: Burada Pilevneli Mecidiyeköy’de satış var değil mi?

        MP: Tabii tabii...

        SE: Dolapdere Pilevneli kapanacak mı?

        MP: Hayır, hayır devam ediyor.

        SE: Buradaki 10 sanatçılı sergi 27 Ocak’a kadar açık. Bundan sonra ne olacak?

        TEMSİL ETMEDİĞİMİZ SANATÇILAR DA BURADA SERGİ AÇABİLECEK

        MP: Şimdi Dolapdere bir galeri. Mecidiyeköy’de ise madem bu mekanı kullanabiliyoruz, sadece Pilevneli Galerisi sanatçıları için kullanmak hakkaniyetli olmaz, o yüzden misafir programı yapacağız ve galerinin temsil etmediği sanatçıları da davet edeceğiz. Mesela Şubat’ta 3 sergimiz birden olacak. İlki Likör Fabrikasının tarihçesi, arşivsel bir sergi olacak. Bir şeyi eleştirmek kolay ama neye karşı çıktığımızı bilmek gerekiyor. Bu binanın geçirdiği evreler, ne halde teslim alındığı ve sonra tekrar neye dönüştüğünü anlatmak ve görmek lazım. İkinci sergi yaklaşık 100 Türk sanatçının katıldığı bir kağıt sanatçıları sergisi olacak, kağıtla üretilmiş sanat eserleri sergilenecek. Üçüncü sergi de Kezban Arca Batıbek’in ‘Mülteciler’ serisi olacak.

        SE: Bu Likör Fabrikası’ndaki sergi ile büyük açılım yapmış oldun. Hem Dolapdere’deki galeri, hem gazete, hem de 4600 metrekarelik bu mekan, hepsi maddi açıdan epey tüketici işler, mekanlar. Son bir sorum olacak, Türiye’nin en iyi galerilerinden biri olan Galerist’i ortaklarına devretmek zorunda kaldın. O konuda günah çıkartmak ister misin? ‘Beni o günlere getiren nedenler şunlardı , aynı nedenleri küllerimden yeniden doğduğum şu dönemde tekrarlamak ister miyim?’ gibi... O dönemin nedenleri ve sonuçları.

        MP: Günah çıkartmak gibi bir derdim yok. Bence biz herşeyi fazla ciddiye alıyoruz. Galerist bir dönemi temsil ediyordu. Bugün Pilevneli var. Yarın belki başka birşey olacak. İnsanlar yaptıklarını fazla ciddiye alıyorlar. Ben o kadar ciddiye almıyorum. İkincisi ben birşeyi devretme zorunda kalmadım, devrettim. Üçüncüsü ise ben yaşanmışlara değil geleceğe bakmayı tercih ediyorum. Hayat devam ediyor. Galerist’te 500 metrekarelik bir alanda çalışırken şu anda 10 bin metrekarede çalışıyorum. Hepimiz büyüyoruz, gelişiyoruz, yeni arayışlar içersindeyiz.

        Diğer Yazılar