Bir davet, bir sergi, bir yemek....
Davet: Dünyaca ünlü tasarım dehası Philippe Starck'ın tasarladığı yooistanbul konut projesinde, bu kez bizim dünyaca ünlü modacımız Emre Ertürk'ün daveti vardı. Emre, Emre NY markası altında tasarladığı çantaların yanı sıra muazzam bir ressam aynı zamanda.
Gayet kaliteli pamuklarla dokunan üst çıta blancherie markasının nevresimleri ile Emre'nin tabloları birleşmiş. Ortaya nefis nevresimler çıkmış. Kalite ve sanat bu kadar mı güzel bir fikirde birleşir? Acayip moda olacağından eminim.
Etiler'de yükselmeye çok yakında başlayacak projenin, aynen bir daire gibi dekore edilmiş satış ofislerinde gerçekleşti davet. Yooistanbul hep renkli davetler, tatlı ve değişik aktivitelere ev sahipliği yaparak tanıtıyor projesini. Çok akıllıca. Sıradan aktiviteler yerine böylesi daha iyi.
Hal böyle olunca, yooistanbul'un davetleri ünlü akınına uğruyor. Yemek, içki, müzik, katılım ve organizasyon hep çok iyi oluyor burada. O gecenin kahramanı, Salih Saka'nın sahibi olduğu S&S Music'in DJ'leri Engin Yelkenci ve Orhan Akgün'ün yaptığı müzikti.
8O'lerin "pop''larından günümüz hitlerine kadar geniş bir dönemin en iyi örnekleriyle geceye çok iyi bir ivme kattılar resmen. Çok eğlendirdiler herkesi..
Yemek: Gençliğimizde, o zamanlar her Ankaralının "favori iksiri" olan, muz likörü, süt ve kahve karışımının içildiği yıllar kadar eski dostlarız Hande, Oğul ve ben. Mesleklerimiz ve bilgilerimizle harmanlanan bir yemek yedik.
İşte o yemekten size bir mekân ve birkaç lezzet tavsiyesi... Halkla ilişkiler müdürlüğünü yaptığı Nişantaşı'ndaki Park Hyatt Oteli'nin restoranı "The Prime" restoranına davet etti bizi.
Her ne kadar maksat sohbet muhabbet olsa da, içten içe "The Prime"ın sık sık değişen ve yenilenen mönüsünden
farklı bir şeyler tatmak amacım; kava katılan yeni şişe şarapları tatmak da Oğul'un amacıydı.
The Prime'ın yeri, yemekleriyle, ortamıyla, aydınlatmasıyla, müziğiyle, koltuğuyla, kokusuyla muazzam eleman Alper'i ile pekçok müdaviminin gönlünde olduğu gibi, bende de bir ayrıdır. New York'ta gibi hissederim kendimi ne zaman gitsem.
Mönüsüne eklenen, dinlendirilmiş etleri, organik piliç ızgarayı ve levrek tartarı özellikle denememizi istedi Hande. Hepsi mükemmeldi. Tabii ki, bunda en büyük pay; bence Türkiye'nin kendi yaş grubunda en bilinçli şarap ve gastronomi adamı olan Oğul Türkkan'ın.
Üzümden toprağa, yapraktan güneşe kadar şarabın bütün yolculuğunu anlatan, her daim bilgilendiren, hafif monolog kıvamında geçen, Oğul'lu yemeğin kahramanı Marchesi de Frescobeldi'nin 2005 rezervi Nipozzano Chianti'siydi. Müthiş bir şarap.
Sergi: Contemporary - II birbirinden dev isimlerin tabloları ile Bali Art Gallery'de geçen perşembe sergilenmeye başladı. Açılışa gittim zira, kaçırılmayacak bir sergi olacağı belliydi. Nitekim öyleydi de. Son derece ehil bir ekibin elinden çıkmış bir organizasyondu. Kataloğundan vale hizmetine, ikramından içkisine kadar gayet başarılıydı.
Aynı gün, aynı yerde diğer Antik A.Ş' de bir sergi açılışı olduğundan, Süleyman Seba Caddesi görülmeye değerdi.
Sanatseverler ve cemiyet hayatımızın ünlü simaları kaldırımlar arasında resmen mekik dokudular, lüks arabalar, kürkler, kaşmirler, ipekler, mücevherler, saatler en az tablolar kadar sergideydiler adeta.
Ahmet Oran, Devrim Erbil, Engin İnan, Güngör Taner, İsmail Ateş, Zekai Ormancı, Şükrü Karakuş, Ömer Uluç gibi duayenler, tablolarının kenarına daha sergi açılır açılmaz "kırmızı küçük etiketleri" yapıştırı verdi.
Yeni sahiplerine ulaşamadan önce mutlaka gezin sergiyi. 10 Aralık'a kadar açık...
***
YANLIŞ LAF AVCISI
Avcı Zekai'nin avı: "Jürü" Doğrusu: "Jüri"