13 Eylül'ün gündemi
Anayasa değişikliklerine ilişkin referandum kampanyası sürecinde liderlerin kullandıkları siyasi dil, miting meydanlarında seçmenlere vermiş oldukları mesajlar, referandumu önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerin bir provasına dönüştürmüş durumda.
Her ne kadar, konuyu gündeme getirdiği için AK Parti, bir ara değişikliklere ilişkin maddelerin içeriği üzerinde yoğunlaşsa da, özellikle Kılıçdaroğlu’nun gündemi tayin eden konuşmalarıyla, kampanya bir anlamda iktidarın geleceğine ilişkin bir ön oylama niteliğine büründü.
Bu durumun hem olumsuz hem de olumlu etkilerini göz ardı edemeyiz.
*
“Referandumun adeta AK Parti’nin geleceğini oylama konusunda bir provaya dönüşmesinin olumsuz etkileri nelerdir” diye baktığımızda, ilk göze çarpan; bunca emeğe, maliyete rağmen, sandık başına gidilirken anayasa değişiklikleriyle devlet-toplum ilişkileri, yasama-yürütme ilişkileri, sivilleşme, sosyal haklar bakımından bireysel ve toplumsal hayatta ne gibi kazanımların ya da kayıpların oluşacağının farkında olmadan “evet” ya da “hayır” yönünde oy kullanılacak olması.
Oylanacak metnin içeriğinin çok sayıda maddeden oluşması ve bir arada seçmenin önüne sunulması, doğaldır ki böylesine teknik-anayasal bir meselenin seçmenler tarafından anlaşılamaması gibi bir sonuca yol açtı. 12 Eylül akşamı sandıktan ne çıkarsa çıksın, seçmenlerin değişikliğe dair mesajlarını bu nedenle okumak mümkün olmayacak.
En fazla, “evet” çıkması durumunda seçmenlerin değişikliğe onay verdiği, “hayır” çıkarsa değişiklikleri desteklemediği anlaşılacak.
Bunun ötesinde yapılacak derin siyasi analizlerin kanımca pek kıymeti olmayacak.
Çünkü, neyi oylayacağını bilmeyen seçmenin neyi oyladığına dair analiz yapmak, ahkam kesmekten öte anlam ifade etmez.
Referandumun genel seçim eksenli prova oylamaya dönüşmesinin bir diğer olumsuz sonucu, Türkiye’de 13 Eylül sabahından itibaren ortak aklın tetikleyeceği diyalog yoluyla çözülmesi zorunlu olan sorunların, iktidarla muhalefet ve taraftarları arasındaki gerginlik, kutuplaşma nedeniyle yine beklemeye alınacak olması.
Başta Kürt sorunu olmak üzere, acilen çözüm bekleyen ve siyasi niteliği baskın olan bu sorunlar konusunda taraflar nasıl bir araya gelecek?
Ya da, CHP’nin çözüm bulma adına çalışmalar yaptığını öğrendiğimiz türban sorununun halli için diyalog tesis edilecek mi?
Bu ve benzeri sorunların yeni parlamentoya bırakılması önerilebilir.
Fakat, anlatmak istediğimiz; sorunun çözümü kadar, sorunun tanımlanması ve çözüm yöntemlerine ilişkin ortak noktada buluşulabilmesi.
Yaşanan bu kutuplaşma ve gerginlik, diyalog yoluyla çözüm odaklı siyaset tarzının önünü baştan tıkadığı için, ne iktidara ne de muhalefete yarar.
Çünkü beklemeye alınan her sorun demokratik siyasetin meşruiyet kaybına yol açıyor.
Varılacak son nokta ise yeni meşruiyet ve temsil krizleridir.
Türkiye bunu geçmişte hep yaşadı.
Sandıktan anayasa değişikliklerine ilişkin ne çıkarsa çıksın, 13 Eylül’ün gündemini aslında Erdoğan da, Kılıçdaroğlu da seçim meydanlarında kitlelere dillendirdiler.
Herhalde referandumun genel seçim provasına dönüştürülmesinin tek olumlu yanı bu.
Demokrasi ve barışın tesis edildiği, dini, etnik kimliğiyle, sınıfsal konumuyla bu ülkenin bireylerinin bir arada olduğu güçlü Türkiye için liderler bolca vaatte bulundular.
Bunun gerçeğe dönüşmesi için hangi adımların uzlaşıyla atılabileceğini 13 Eylül’den itibaren göreceğiz.