Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Trabzonlu 24 yaşındaki Onur Fikret Dülger acemi eğitimi tamamladı; nişanlısı Gamze ile yola çıkıp birliğine teslim oldu.

        Dört gün sonraydı, diyorlar; nişanlısıyla öğle vakti telefonda konuştu:

        “Akşama konuşamayız. Cephaneliğe yakın ankesörlü yok. Akşam cephanelikte çalışacağız. Geldiğimiz günden bu yana cephanelikte çalışıyoruz. Her gün gece 11’e kadar. Depodaki bombaları dışarı çıkarıyoruz. Dışarıda ayırıyoruz. Sonra tekrar cephaneliğe götürüp yerleştiriyoruz. O kadar çok bomba dolu kasa taşıdık ki, ellerimizin içi şişmeye başladı.”

        İşte o konuşmanın gecesiymiş; araç farı ve el feneri eşliğinde, denetim gösterisi için komutanın inatçı emri yüzünden yine gece yarısı orada…

        25 asker paramparça oldu.

        ***

        Babası Zekai Fırat Dülger evladının öldüğü yerde dedi ki:

        “Akıbetinin ne olduğunu sorduğumda hiçbir cevap verilmedi. Uzaklaştırdılar. DNA testi için şehit ailelerinden kan alınacağını tesadüfen duydum. Tekrar kışlaya gittim. Afyon’da kedi köpek muamelesi gördük. Maddi, manevi alacak olduğum her şeyi şehit ailelerine bağışlayacağım. Ben o katilleri istiyorum. O saatte çocuğumu ve diğer çocukları oraya gönderenleri istiyorum.”

        “O saatte oraya gönderenler” önce tutuklandı, sonra serbest bırakıldı; komuta görevlerini ifaya devam ediyorlar.

        Mahkeme de sürüp sürünüp gidiyor.

        Fakta o arada bir dava geçen gün sona erdi.

        “Parçalanmaya sebep olanlar”ın değil, “paramparça olanlar”ın yargılandığı bir dava.

        Askeri mahkemedeki bir duruşmada, zaten acı dolu aileler “taşkınlık” yapınca, “Pet şişe attıkları” iddiasıyla, Askeri Savcı Albay suç duyurusu yapmıştı.

        25 askeri parçalanmaya sevk ve idare edenlerin davası bitmedi ama o dava bitti.

        Onur Fikret’in babası Zekai Bey, kardeşi Kadir ve bir “şehit babası” daha, 2 yıla kadar hapisle yargılanıp 22 bin TL cezaya mahkum oldu.

        Adalet şefkatli ya; “cezayı bir dahaki sefere kadar” erteledi; ama Zekai Bey bunu reddetti. “Onur”u için bu cezanın da peşine düşecekti!

        Ben şöyle diyeyim:

        Yüreğinizde infilak etmiş bir cephanelik, damarlarınızda 3-4 bin derece sıcaklık, burnunuzda evladınızın kokusu, elinizde dokusu… Bir de siz mahkumsunuz!

        ***

        Bu insanlar çocuklarına bir tabut hazırlayabilmek, bir mezar kazabilmek, evlatlarının paramparça kömür bedenlerini bir ötekinden ayırabilmek için en az 6 kilometre alandan doku kazıdılar; bir giysi parçasının kokusuna sarıldılar.

        Çünkü burası, biliyorsunuz, şöyle:

        Karakolda kaybedilmiş evladından bir kemik olsun bulabilmek için 100 yaşına kadar da yaşıyorsun gerekirse.

        13 yaşında gözaltına alınıp asit kuyusuna atılmış evladının bir kemiğini bulabilmek için mücadele ederken, ana kalbin, baba kalbin peş peşe duruyor; vasiyetin, bir gün evladının kemiklerinin yanına gömülmek oluyor.

        Asker oğlunun tabutu uçakla getirilirse teselli buluyorsun; “Cenazesini sağ salim getiriyorlar” diye.

        Maden başında, sağ çıkmaları için gözyaşlarınla birlikte akıp giden dualar, zamanla hiç olmazsa cenazesinin çıkabilmesi için dualara bırakıyor yerini.

        Su basmış madende evladının yüzme bilmiyor olmasına kahroluyorsun, nur yüzüne zaten acının her kıvrımı nakşedilmiş bir anasın çünkü.

        Yol kenarlarında tarım işçisi annenin cesedini başka bir anadan ayırabilmek için gazeteleri, örtüleri bir bir kaldırıyorsun.

        5 yaşında Ömer Asaf’sın; “Galatasaray maçı olduğunu söyleyin, babam madenden çıkar” diyorsun.

        Ama bir itirazın, kendince isyanın, bir öfken varsa; Adalet peşini bırakmıyor işte.

        2 yıl hapis de var, 22 bin TL ceza da!

        Bazen daha ağırı da.

        Ne kadar ağır olabilir ki ayrıca:

        Evladının, kardeşinin, sevdiğinin paramparça kaybından daha mı ağır sanki!

        ***

        Kısa sürede, “mikro iç savaş”ta kimi çocuk, 50 kadar insan öldürüldü…

        Maskeli silahlar askerleri arkadan vurdu…

        Sınırın hemen ötesinden cenazeler geldi…

        İnşaatlardan sık sık birer birer, bazen onar onar işçiler döküldü…

        Soma katliamının acısı tazeyken 18 madenci daha arsız piyasanın azgın sularına gömüldü…

        16 tarım işçisi kadın bir yol kenarına uzanıverdi paramparça hayatlarıyla…

        Yetmedi, “Boğaziçi şen gönüller diyarı” dediğin cennete, dünyanın lcehennemlerinden, kaçak umutlarını bir tekneye yüklemiş 25 insanın hayata hiç tutunamamış cesetleri vuruverdi.

        Fakat o da ne!

        301 kaybıyla kahrolmuş Soma’da “yersin yumruğu” diyen Başbakan’dan sonra…

        Şimdi de “Sigara içiyor terbiyesiz” diye köpüren Cumhurbaşkanı!

        ***

        Ya her an her köşesinden ölüm, acı, feryat, ağıt fışkıran bu ülkede yaşamıyoruz, esasen ölüyüz hepimiz…

        Yahut bütün bunları aynı anda yaşamak, hepsine birden şahit olmak, zaten ölümden de beter!

        Diğer Yazılar