Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan 24 Ağustos 2012’de dedi ki:

        “Suriye’deki süreci artık yıllarla değil, haftalarla, aylarla ifade etmek gerekir.”

        Hakikaten öyle:

        Sanırım 29 ay, 120 hafta kadar bir süre oldu…

        Rejim duruyor!

        ***

        Cumhurbaşkanı 7 Ekim 2014’te dedi ki:

        “Kobane düştü, düşüyor.”

        Geçen zamanda çok sayıda insan cansız düştü, çok sayıda kişi evinden uzak düştü ama Kobane dün halay çekiyordu.

        “ABD’li müttefiklerimiz”le birlikte!

        Kral ölmemiş olsa, Işid-Daiş neyin yaratılmasında rol oynayıp sonra ABD ile birlikte bombalayan Suudiler de belki halay çekecekti.

        Sonuçta düşmedi, halk direnişiyle de ayakta!

        İster çiftetelli de, ister telli telli şu telli turna!

        ***

        Cumhurbaşkanı Gazze’ye gidecekti…

        Başbakan Emevi Camii’nde namaz kılacaktı…

        Kısmet olmadı şu ana kadar.

        ***

        Maksadım eleştirmek değil!

        Ne olduğunu bilmiyorum!

        Nihayetinde 10 yıl boyu “paralel yapı” ile ortak olup, ne istedilerse verdik diyebilen, şimdi de “Bunlar terörist, kumpasçı, hain, Haşhaşi” de diyebilen bir iktidar öngörüsünden söz ediyoruz.

        Yıllarca “Sünni Blok liderliği” derken, “Sünni Blok” tarafından uyutulmuş bir şey işte.

        Diğer “sapmalar” hiç olmazsa “aylarla, haftalarla ifade edilecek” cinsten!

        ***

        Düşünüyorum, hiç mi iyi öngörü, yerinde karar, önceden alınmış doğru bir tavır yok, diye.

        Şunu buldum:

        Rahmetli Kral’dan 99.9 milyon dolar alıp kur farkından yüzde 15 kazanırken, Avro’nun böyle düşeceğini, Syriza zaferiyle çakılacağını önceden bilip sıfırlamak.

        Aylarla ifade edersek, 25 ay, haftalarla 100 küsur hafta önce, “Avro sıfırlamak” hakikaten müthiş öngörüymüş.

        Misal, o vakit 30 milyon avronuz olsa, 84 milyon 300 bin TL filan yapıyordu; bugün elinizde kalsa 79 milyon 800 bin TL kadar yapacaktı.

        Tamam, yine çok ama arada 4.5 milyon TL kadar kayıp oluyor.

        Tabii bunları “milyon” diye yazmak, asgari ücretini “1 milyon 200 bin TL” diye telaffuz edene ayıp oluyor.

        Dilerseniz, eski usul 6 sıfır ekleyip öyle okuyabilirsiniz, muhtemel zararın büyüklüğünü anlamak için.

        Hatta misal olarak 30 yerine 100, 200 de seçebilirsiniz, avro cinsinden.

        Yani bunu tahmin edip “Avro’dan araziye, gayrimenkule çıkmak” büyük bir ekonomik öngörü işte!

        Velev ki montaj, dublaj olsun…

        Helal olsun!

        İlan edilmiş bir ölümün günlüğü!

        Yakınlarda alıp başını giden Marquez’in Türkçe “Kırmızı Pazartesi” diye yayınlanan romanının orijinal adı mealen başlıktaki gibi.

        Dün yine İstanbul sabahına karışmışken, Şişhane’de bir insan gözümün önünde yere düştü.

        Cebinden sanırım, bir limon da yanı başına düştü.

        Yavaş mıydı, hızlı mıydı, bilmiyorum; bir “servis aracı” çarptı.

        Bakın, en çok kahrolan, aracın sürücüsüydü. Yaralının başına koştu. Çırpındı.

        Hani “servis ağaları”nın üç kuruş parayla yollara saldığı, cezalarını, kazalarını kendileri ödeyen, ağalar ve hizmet ettikleri holdingler, bankalar, şirketler, okullar park yeri sağlamadığı için kaldırım, kavşak, yol, bu arada o Şişhane’de Vergi Dairesi ve Belediye’nin gözlerinin önünü bile işgal eden araçlar.

        Başka “iyi insanlar” da koştu, çırpındı. Ambulans çağrıldı.

        Birinin başına bir şey gelince koşan iyi insanlar epeyce çıkıyor.

        Lakin birinin başına bir şey gelmesin diye koşmasını, konuşmasını bilmiyoruz pek.

        Adı üstünde kaza ama bazen “ilan edilmiş” oluyor.

        Araçlar sabah servisinde telaşlı, bütün gün yatacakları bir yer kapmak için telaşlı.

        Ne de güzel göz yumuluyor! Çünkü bir ağa büyük kulüp yöneticisi, bir ağa havuz kapitalisti filan.

        Pek yapmam ama müsaadenizle biraz oralardaki “mahallem”den yazayım:

        Geçen, sokaktaki metruk binalardan taşlar düştü; şansa, iki genç kadının başına değil, tam önüne.

        Her sabah, öğlen, öğleden sonra küçücük çocukların geçtiği okul yolu. Karşı kaldırıma kaçamazlar, çünkü araçlar park etmiş. Zaten sokak boyu, “muhafazakâr, liberal, çevreci” nice vatandaş, kaldırıma devasa saksılar dizmiş dükkanı var diye; motorları sıralamış, malını yığmış, kaldırımı babasının malı yapmış.

        Dayanamadım, “Beyaz Masa”yı aradım.

        Allah için, hemen Beyoğlu Belediyesi ekibi geldi.

        Taş düşüren bina önüne dandik bir bant çektiler.

        Bana da “SMS” geldi: “Başvurularınız sonuçlanmıştır” diye.

        Ne iyi.

        Sonuç şu: Bant çoktan uçtu. Yine taşlar düşüyor. Yine çocukların kaçacağı kaldırım yok! Külliyen işgal altında.

        “İlan edilmiş ölüm” böyle bir şey işte!

        Biri ölene kadar kimin umurunda. O gittikten sonra da kim kime dum duma!

        Diğer Yazılar