Size öte dünyada cennet verelim, biz bu cenneti çalalım!
Başbakan şöyle diyordu:
“Evliya Çelebi demiş ki, ‘Artvin’e gittim, dünya güzeli yeşillik; kahve ikram ettiler, fincanı koyacak düz yer bulamadım.’
Bu güzel diyarların bekçisi olan Artvinlileeer…
Artvin’in dağlarının, suyunun enerjisi bana yetti.
Ne zaman kendimi yorgun hissetsem ilk soluk alıp geleceğim yer Artvin olacak inşallah…
Biz Artvin’in yaylasını, dağlarını, bayırlarını, her yerini cennet gibi kılmaya, cennete hizmet etmeye geliyoruz.”
Alicengizbey şöyle demiyordu:
Yeşilliğin de, güzel diyarların da, dağların, bayırların, o cennetin de ellerinden öperiz!
***
Başbakan bu sözleri hemen seçimden önce Artvin’de iki milletvekilliğini de isterken söyledi.
(Allah ve) Artvin onlara bir milletvekili verdi.
İktidar da Artvin’e (bir kez daha) büyük işadamı memetcengizbey’i verdi.
Sayın Cengiz’in tuttuğu altın, henüz tutmadığı ise kendi deyişiyle “millete saygılar” projesi dahilinde.
Bir tutuyor, nükleer santral oluyor.
Havuz doluyor.
Bir tutuyor, Artvin Cerattepe’de altın madeni oluyor.
Milletini bu kadar yakından seveni iktidar da elbet çok seviyor.
Lakin Artvin halkı, yani en azından bir kısmı, Cerattepe’nin Cerahattepe olmasına karşı.
Çünkü yörenin bitkisi, ağacı, hayvanı, havası bir başka türlü.
Hani Evliya Çelebi ile daha dün Ahmet Çelebi’nin dedikleri gibi tam.
Hatta dünyadaki en önemli doğa harikalarından sayıldığı için evrensel bir miras.
Yırca’da zeytin ağaçlarını katleden arsızlık Cerattepe’de de ağaçların şeyine koymak için hamle edince, yine halk karşı koydu, tavır aldı, tabiat ananın namusuna sahip çıktı.
***
Fakat o da ne?
Sıvasız hanelerin suyu, havası, varlığı, mirası olan tabiatı taciz edenlere değil, tecavüzü önlemeye çalışan ahaliye sert çıktı devlet.
Jandarma, beylerin, efendilerin özel güvenlik şirketi sanki.
Öyle ya, milletin şeyine koymak, hem parasına konmak, hem sıvasız hanelerin yoksul asker ve polis çocuklarını da, “Güzel diyarların bekçisi” değil, “Yüzsüz hıyarların bekçisi” kılmak demek.
Artvinli misal, Ramazan Köse’yi şehit verdi, vatanı korusun diye.
Şimdi onun komutanları, bir sonraki tertipler filan, Artvinlinin karşısına konuşlandırılıyor, beyin altınlarını korusunlar diye.
Bu dünyanın ve bu düzenin en basit sırrı budur:
Yoksulların, milletin şeyine koymacı, altıncı, kutucu, sıfırcı küstahlıkların bekçisi yapılabilmesi!
Yoksulları öte dünyada “Cennet”e gitmekle avutup bu dünyada, ellerinin altındaki, hayatları ve yurtları, binlerce yıllık mirasları olan “Cennet”i ise tamahın ve günahın mülkiyetine geçirmek!
O mülki amirler, komutanlar filan hiç utanmıyorlar mı, sıvasız hanelerin asker çocuklarını bu ağaların özel güvenlik elemanı gibi kullanmaktan.
Utanmazlık böyle mi diz boyu!
HOKUS FOCUS!
Focus’un kokusu zaten belliydi de…
Alman dergisi ilan etti ki, “Davutoğlu, Fidan, Sinirlioğlu ve Paşa”nın Suriye-Türbe görüşmelerini dinleyen ABD istihbarat örgütü Ulusal Güvenlik Ajansı’dır!
Başka bir Alman dergisi de, Almanya’nın da Türkiye’yi dinlediğini açıklamıştı.
Muhtemelen bizimkiler Almanca bilmiyor.
Bir türlü bu haberleri okuyamıyorlar.
Paralelden casusluğa, hainliğe, yayın yasaklarına, davalara her şey dillerinden, ellerinden geliyor; iki “dost ve müttefik” hakkında dinleme meselesinden dolayı hiçbir laf edemiyorlar!
Bir devlet büyüğü böyle durumlarda, “Belli ki onların da kaseti var ellerinde” derdi; burada anmış olayım.
Türkiye’nin sırları, en provokatif olanından en proaktif olanına, delik deşik, lime lime, yalama olmuş; “dinlenenler” bundan hiç sıkılmıyor; hepsinin yeri ve keyfi yerli yerinde.
Ne büyük bir tepki veriyorlar, ne büyük bir özeleştiri.
Ankara büyük bir “dinlenme” merkezi olmuş, maşallah.
Mahsun Kırmızıgül’ün dediği gibi, “Dinle, bu şarkım sana, dinle… Söyle, nasıl sevdiğini söyle.”
Belli ki ABD ve Almanya da Ankara’yı çok sevmiş.
alicengizbey buna, “Ulan bi kulağımız kalmıştı… Dinlenmedik” diye bir değerlendirme yapardı mutlaka!