Onlar sizin çocuklarınız mı!
Her taraftan “ölü hikayeler”i fışkırıyor yurdumun.
Sıvasız hanelerinde zerre kıymet verilmemiş gencecik çocuklar, genç babalar, bayrağa sarılmış tabutlarının yanına bırakıyorlar hikayelerini.
Neredeyse hiç göremediği kızının üniversite yoluyla gurur duyan baba.
Savaştan nefret eden er.
Annenin cevapsız telefonu.
Bir şilteyle bir vantilatöre sığınmış bir hayatı veren polis.
Ve kayıp hikayeleri zaten “devlet düşmanı” sayılan “ötekiler.”
Yıkık haneler, ilçelerden delik deşik viraneler.
***
Bu çıldırmayı, elbette derin, kadim tarihimize, inkârlarımıza, kimliklerimize yapışıp kalmış ezberlerimize borçluyuz.
Ama bu tarihi deliliğin son perdesini, ne tuhaf değil mi, bir seçime borçluyuz!
“Kürt partisi”nin biraz da Türkiye partisi olma yolunda, 12 Eylül darbesinin “baraj”ını aşıp Meclis’e girmesine, dört partili, tek başına iktidarsız, düz ovada siyasetli bir Meclis’e daha çok demokrasi, daha çok barış, daha çok mutabakat diye sarılmak münasipken öyle olmadı.
Gırtlaklara sarıldık!
“İktidar militarizmi” ile “Kürt militarizmi”, sanki bu “siyasi tablo”dan aynı anda nefret edercesine, silaha sarıldı!
Öldürülenler, “şehit düşenler” esasen birbirine benzer hanelerin çocukları.
Fark etmiyor.
Ağaların kendi çocukları da orada olmuyor, orada ölmüyor zaten!
***
Bu çıldırmayı, en büyük reisin,”Başkanlık olmadıysa Başkomutanlık olsun” tarikine de borçluyuz.
Sağ olsun ama çocuklar ölüyor!
Kendi çocuklarını korumak, kollamak için bütün Türkiye’yi, yargıyı, polisi, medyayı, sosyal medyayı esir ve rehin alanlar, başka çocukları korumuyor.
Yok, diyorlar ki, “vatanı koruyoruz.”
Ama vatan aynı zamanda bu “ölü hikayeler”in ülkesi.
Onlara sıvasız hanelerinde de pek yer açmamış vatan, şimdi de bir boy bir enlik bir derinlik açıyor.
Sonra toprakta birbirlerine karışıyorlar.
Onların ölü hikayeleri üzerinde ağalar, paşalar, siyaset, devlet ve örgüt reisleri tepiniyor.
Nasıl da çok lafları var.
Bu çocuklara verecek bir canları da yok, bir barışları da.
***
Eğer farkındaysak, kabaca üçe ayrıldık:
Bu yeni cehennemi “açılım”a bağlayanlar.
Bu yeni cehennemi “iktidarın savaş politikası”na bağlayanlar.
Bir de üçüncüler:
O zaman onu, şimdi bunu doğru bulanlar.
İlk grup milliyetçi, ulusalcı olabilir.
İkinci grup çeşit çeşit muhalif.
Ama her ikisi de iktidardan biliyor cehennemi.
Her ikisinde de AKP’ye oy vermişler de bulunabilir.
Ama üçüncü grup “Saraycı” olmalı külliyen yahut büyük ölçüde.
Çünkü “bir fani”nin öyle de böyle de yanılmaz olduğunu düşünmek, kör kütük her ikisini de doğru bulup her iki durumda da başkalarını ihanetle suçlamak için, ya başı dönmüş ya gözü dönmüş olmak lazım.
AKP’ye oy vermiş milyonlarca insan içinde, iktidara, ama özellikle “Reis”e en ufak sözü olmayanların oranı her ne ise, onların büyük bölümünün başı dönmüş olmalı,
Onların çoğu da evlatlarını yitirebilen sıvasız hanelerden.
Ama esas bir “demir çekirdek” var ki…
Onlar ancak gözü dönmüş olabilir.
Esasen bu ülkeye kendilerinin benimsettiği, büyük ve kesin söz verdikleri barışı şimdi “öldürdükleri” için değil sadece.
Bu çocuklara hayat vaat ederken ölüm sundukları…
Ne var ki bütün bu yoksul ölü hikayelerin gözünün içine baka baka, gözüne soka soka bir arsızlık imparatorluğu inşa ettikleri için.
Belki o yüzden, daha çok şehit anası, babası, eşi haykırıyor; “bu milletin şeyine koyacağız” diyenlerin düzenine!
Aynı sayıda kaybın olabilir…
Ama hiçbir şey eskisi gibi değildir!
***
İster sadece seçmen, ister partili, AKP’lilerin büyük çoğunluğu hala şunu düşünebilir:
Bir vicdan partisi mümkünken, bir cüzdan partisi nasıl oldu!
Vicdan; hayatı, sıvasız hanelerin barış umudunu canlı tutar…
Cüzdan ise, bir gün barıştan, olmadı, ertesi gün savaştan nemalanır.
İster maddi, ister duygusal!
Bir koalisyon kurulup umut vermesin, muhalefet kazayla bile olsa hükümet kurmayı denemesin diye çırpınan bir düzenimiz olmuş.
AKP’lilerin, vicdanlarıyla, oylarıyla, insanlık ve tepkileriyle bu ülkeye borcu yalan ve talanın ortaklığının kanlı safhasına bir çift laf en azından.
HDP’lilerin borcu da, madem ki barışın en büyük teminatıydı bu parti; iktidara çağrıdan ziyade, 6 milyon oyunu silahların, daha ziyade PKK’nın 6 bin silahının karşısına da koyabilmek.
Asker ya da sivil, yoksulları öldüren bir “devrimcilik” de zor kardeş!
Cumhuriyetçilik de öyle olmamıştı zaten!
Yok, bu muhakemeler mümkün değilse…
Çocukları kurban etmeye devam tabii!
Ama o çocukların hepsi sizin çocuklarınız mı?