Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şehitleri sayarken bir yandan, sadece bu ayın 24 gününde 117 işçi de evine cansız dönmüş; işyerlerine kurban!

        Sıvasız haneler” dediğimiz böyle bir şey.

        Ölüm seninle kolay barışmıyor.

        Vatan savunması”ndan “ekmek parası”na, “kimlik savaşı”ndan “kişilik kavgası”na, ensende hep.

        O yüzden kolay karar veriyorlar:

        Savaşa da…

        Talana da!

        Efendi gökdeleni dikiyor; yere düşen 10 sıvasız hane evladı.

        Efendi AVM’yi donatıyor; naylon şantiye çadırında eriyen 11 sıvasız hane babası.

        Efendi HES hevesini azdırıyor; sulara, sellere kapılan onlar.

        Efendi barış diyor; kışlada intihara sürüklenenler…

        Efendi savaş diyor; kahpe mayında can verenler…

        Efendi “terörle mücadele” ediyor; dağın iki yakasında düşenler onlar.

        O yüzden kolay karar veriyorlar:

        Yığmaya da…

        Yağmaya da!

        ***

        Hopa, emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun doğanın talanına karşı protestoda, gaz altında kalbinin durduğu yer miydi?

        Kazım Koyuncu’nun sesinin yeşile karıştığı, “Dünyada bir yerdeyim” dediği yer.

        Artvin-Hopa, sulara 8 can daha verdi.

        Oysa su, yeşilin can damarı.

        Ama suyu rehin almaya, esir kılmaya, cebe atmaya betonladın mı, isyan ediyor.

        Edip de ne yapıyor; o da yoksulların üzerine yürüyor.

        Nitekim alıp yuttuğu 5 yaşındaki Taha’nın soyadı bile Su!

        Suyun belki kalbi temiz ama aklı belki o kadar.

        Ama sizde hiç akıl yok mu?

        Sadece tamah mıdır farz olan?

        ***

        Çaycuma üç yıldır sulara verdiği kayıplarını arıyor hala.

        HES inşaatlarında onlarca işçinin son nefesi yatıyor.

        Havva Ana yahut Rabia Ana ise işte o da Rabia, Yeşil Yol’un küstahlığıyla baş etmeye çabalıyor; karşılarında kendi hanelerinden, kendi evlatları gibi yoksul cenderme!

        Servetin, tamahın, arsızlığın özel bekçisi kılınmış üniformalı nice sıvasız hane çocuğu.

        ***

        Bir ay olmuş mu olmamış mı, 96 işçinin kalbi durmuş yurdumda.

        36 işçi intihar etmiş, bunalımda.

        İş Güvenliği Meclisi birer sayıya dönüşmüş hayatları dikkatimize sunuyor.

        Dikkatimiz dağınık, kafamız karışık, ruhumuz bulanık!

        Matemden matem beğenecek halimiz mi var!

        ***

        Hopa’da fındıkta suya kapılıp gidenlerden Ünsal Gedik Hanım, Gebze’den oğluyla gelmiş köyde ailesine yardım için.

        Oğlu, bilmiyorum adı ile göbek adı ondan mı geliyor, Erdal Eren.

        12 Eylül paşalarının yaşını büyütüp astığı, yine Karadeniz çocuğu Şebinkarahisarlı Erdal Eren gibi.

        Onun gibi 17’sinde; onun gibi yaşını iki büyütmemişlerse. Belki de 15’inde.

        Nasıl bir kader akıyor ülkenin kesik damarlarından, betona gömülmüş dere yataklarından, ana kucaklarından.

        Ne soyadın rahat bırakıyor, ne adın, ne barış, ne savaş, ne su, ne bir rüyaya yatmış çocuk uykusu.

        ***

        İnsanların, hayatların sele kapıldığı Hopa’nın ancak fotoğraflarına bakıyoruz ya…

        Bir fotoğrafta Başkan filan en büyük Başkan ile.

        Tabeladaki afişte “Başarı ekip işidir” yazıyor. Savrulmuş araçlara, kaybolmuş hayallere tepeden bakarak.

        Bir başkasında, tavanına kadar suyun içinde bir minibüs…

        Arka camı da yutmuş suyun hemen üzerinde kalmış o ilk ve son sığınağın yazısı:

        Allah Korusun!

        ***

        Bunca ölümün üzerine çöreklendiği ülkenin Sağlık Bakanı ise, yüzümüze, gözümüze, musalla taşlarına, mezarlara ve mezarsız kalanlara baka baka diyor ki:

        Kaos ve sıkıntıların sebebi bu ülkede başkanlık sistemi olmadığı içindir.”

        Suya batmış minibüs de son bir hamleyle Hopa’dan hepimize bakıyor:

        Allah Korusun!

        BAŞIMIZDAKİ ESNAF, KAŞIMIZDAKİ İRLANDALI!

        İrlandalı turist alışverişe girmiş, yanlışlıkla suları devirmiş, sonra kavga çıkmış.

        Bir tarafta 10 kadar “gerektiğinde polis” esnaf; bir tarafta tek bir İrlandalı.

        Sorun, İrlandalının yere düşmüş bir Ali İsmail Korkmaz, yere düşmüş bir Somalı işçi, yere düşmüş bir hamile gösterici olmamasında.

        Boksörmüş.

        10 kişiyi devirecek kadar bonkörmüş.

        Taraf tutsak ille, “bizimkiler”i tutalım diyeceğiz ama mertlik hak getire.

        Hep aynı şey:

        Bire karşı 10.

        Bire karşı tekme, tokat, sopa, yumruk.

        Düşse de vursak, peş peşe vursak histerisi.

        Çok çocuktum, hep kafama takılırdı: “Madem bu kadar güçlü, bu kadar akıllıyız; neden bir sirkimiz bile yok” diye.

        Meselenin kaba kuvvet değil, ince organizasyon, azim, dikkat, özen, hakkaniyet, sabır olduğunu anladım mı anlamadım mı, bilmiyorum işte!

        Mert olmadan delikanlı olmaya soyununca, bazen çırılçıplak kalıyorsun elin organize yumruğu karşısında.

        Bu yenilgi ağır kaçtı!

        Bari bileydik, Kuzey İrlanda mı, İrlanda Cumhuriyeti mi?

        Öyle ya, bizim için mezhebi de önemli:

        Protestan mı, Katolik mi?

        IRA’cı mı, biracı mı?

        Terörist mi yoksa ayyaş mı?

        Not: İstanbul Müftüsü (ve Diyanet İşleri) “Cenazede bağıranların cennete gitmemesi” gibi bir söz olmadığını açıkladı. Dünkü yazım zaten bu sözü söylediğine dair değil, bu sözün dinen uygun olduğuna ama dinin devlet emrinde aynı zamanda nasıl kullanıldığına dairdi.

        Diğer Yazılar