Futbol bazen tam da budur!
Kendisi bilmez ama madem o başlattı, ben de ondan özür dileyim:
Deniz Çoban’ı hakem olarak genellikle pek tutmazdım.
Ama “insan” öyle genellemelere, nokta atışlara, önyargılara gelmeyen bir varlık işte.
“Hatalar” yaptığı, yani hakem olarak “kötü” olduğu bir maçın ardından insan olarak “çok iyi” çıktı.
Hem özeleştiri cesaretiyle, hem de bunu katı kurallara rağmen yaparak, hiç gocunmadan ve tüm samimiyetiyle, kimseye tepeden bakmadan.
Her saniye hata yapan ağalar, efendiler, reisler bir “Çoban”ın verdiği dersi anlamayacak muhtemelen.
Olsun, kimi koyun belki sürüye rağmen kavrar, kimi kuzu belki bir şey çıkarır, kurt bile, olur a, “helal” der!
***
Maçın özetini izleyince peş peşe “hakem hataları” görüyorsun.
Son saniye penaltı kararı dahil.
Ama bir gün önce “derbinin kralı” da öyleydi.
Halis Kahya’da ya olgunluk ya o cesaret yoktu.
Yahut kendini doğru buluyordu.
Biraz öyle bakıyor zaten.
Ama bu futbol işte. İki takım oyuncularının kendi kalelerine atabildiği bir maçta hakem de adalet terazisini yamuk tutabiliyor. Bilerek, isteyerekten ziyade bilmeden, istemeden, ürkerek veya kibirle.
Sanki çok “adil” bir ülkedeymişiz gibi, en büyük isyanımız buna.
Beşiktaşlı, Fenerbahçeli yahut diğerlerinden yöneticilerin herkese “adalet” anlatacak bir durumu da yok üstelik!
Hangi adaleti dibine kadar savunmuşlar da bu eksik kalmış?
Bu dünyanın adaletsizlikleri onları ne kadar ilgilendirmiş ki?
***
“Futbol bazen tam budur” çünkü Deniz Çoban’ın “naklen özeleştirisi” koşar “Efendi Rıza” ile buluşur, kucaklaşır.
Hani yıllar önce kimi Fenerbahçe taraftarının, ev sahibi oldukları maçta, tam apartman sahibi gibi, “Rıza Efendi iki ekmek getir” türünden pankart açtığı “Efendi Rıza.”
10 kişi ile, kalecisiz, 4-3 kazandığı o maçtan sonra bile tevazuu ile konuşan, “doğduğum evi, aileyi, ortamı hiç reddetmedim ki” diyen “iyi insan.”
Son dakikada canı yanmış, puanları, sıralamada çok daha iyi yeri kaybetmiş bir takımın teknik direktörü nasıl da sevgi, saygı, insanlık sundu hemen “üzgün hakem”e.
Demek ki Kasımpaşa da sadece “kibir” değil!
Tevazuun, iyi insanların da semti, çocukluğumdan da bildiğim gibi: her yerde, her köşede, her tribünde de çok şükür bulunabildiği gibi.
***
Şimdi bakıyorsun, Federasyon Başkanı, sağ olsun Beşiktaş’ta taş taş üstünde bırakmamış ama esas medya patronu olarak yılların çok önemli bir gazetesini de yılların gazetecilerini baş baş üstünde bırakmamış.
Sonra gelsin Süleyman Seba Sezonu, Hasan Doğan Sezonu, sezon sonu indirimli satışları!
Vallahi bu “Çoban” futboldaki bunca çakala fazla…
Yani esasen çok az da, fazla!
Öyle ya “Başkanlık Sistemi”nin “sahaya inip hakemi tokatlarım” tarzını da çok seviyoruz biz.
Bir “kumpas mağduru”nun altı pasta sürekli faul yapmasına, başkalarını aşağılamasına, hor görüp durmadan söylenmesine bir çift vuruş dahi veremiyoruz!
Sahi, tokatlamayı neden çok bu kadar çok seviyor bu ağalar?
***
Ne güzel, aynı saatlerde Bursa seyircisi de tarihte ilk ve tek kez şampiyon yapmış bir başka “efendi insan”, Ertuğrul Sağlam’ı istifaya davet ediyordu.
Gözyaşları istifa etti o an!
Ne zaman hangi arada bu kadar hoyrat, vefasız olmayı öğrendik biz?
Meselemiz bir açıdan da “Efendiler” mi “Efendilik” mi; hangisi senin idolün?
Kimimiz bazı “Efendiler”den hiç hoşlanmıyor, tamam; ama bundan anladığı ne otoritelere, tahakküm edenlere bir başkaldırı, ne eşitlik, adalet tutkusu.
Sadece ağalardan ağa, paşalardan paşa, reislerden reis, hotzotçulardan hotzotçu beğeniyorlar.
***
Futbol aslında hayat ya, hayat da aslında futbol zaten:
Hem “erkek oyunu”, hem “otorite sahası”, hem “fırsatçılık.”
Yine de dayanışma, paslaşma, düşeni kaldırma, doğruyu söyleme cesareti gibi şeyler de var; “yeşil sahalarda görmek istediğimiz ama pek yapmak istemediğimiz hareketler” arasında.
O yüzden ne futbolda ne hayatta tam saha tamamen hükümdarlara ait.
Başka sözler, başka şeyler söyleyecekler, topa başka türlü vuracaklar da çıkıyor.
“Efendi Rıza” ile “İyi insan Deniz Çoban” bunu fısıldadılar.
Onca gürültü, kurum, kibir, hoyratlık arasında duyarsın ayrı…
Duymazsın ayrı!