Toledo'dan Barcelona'ya… Dolmabahçe'den Dolmabahçe'ye!
“10 günde 16 şehit…” Onca sivil… Sayısız “etkisiz hale getirilen.”
Başbakan “Sur’u Toledo yapacağız” dedi.
Ama İspanya’nın “Hıristiyan-Müslüman-Yahudi… Üç kültür şehri”nin resmi “ikiz”i, yani “kardeş şehri” 12 yıldan beri Şam.
Böylece Sur, Toledo değilse bile, çoktan ikizine, kardeşine benzedi… Daha da benzetiliyor!
***
“Toledo’da can verenler”, çok değil, daha bir yıl önce, hatta az daha kısa süre önce bir “haber” almıştı:
Hükümet ile HDP arasındaki Dolmabahçe görüşmesinde, “PKK’nın silah bırakması, Kürt sorununun kansız çözümü” ve daha birçok konuda mutabık kalındı!
O sıra şu Uzman Çavuş başka bir birlikte, şu Polis başka bir kentte, şu Anne çocuklarının geçim derdinde, şu Genç barışta neler yapacağının hayalindeydi.
Şimdi onlar yok!
“Dolmabahçe Mutabakatı” denen şeyi önce Cumhurbaşkanı “benden habersiz” diye tanımadı, sonra mecburen hükümet, ardından kimse tanıyamadı!
“Öyle bir şey hiç olmadı zaten” dendi iktidar tarafından; orada Başbakan Yardımcısı ile İçişleri Bakanı da olduğu halde!
***
Şimdi aynı iktidarın o sıradaki Başbakan Yardımcısı, Sözcüsü, ilk Meclis Başkanı, AKP’nin üç (dört) kurucusundan biri diyor ki:
“Cumhurbaşkanı’nın haberi vardı. Hiç onun haberi olmadan olur mu?”
Cumhurbaşkanı da Şili’den cevap veriyor:
“O zat benimle çalıştığı zaman bunları konuşmamıştır. Bu dürüstçe değildir.”
Bana göre bu sözünde Cumhurbaşkanı haklı:
Bir zamanlar “Erbakan’a isyanın ve AKP’nin eş kurucusu” olan, 13 yıl boyu AKP’nin ilk üç, ilk ikisi sayılan bir “Beraber yürüdük biz bu yollarda” arkadaşı için “Benimle çalışan o zat” demesi değil haklı olduğu husus.
“O zaman bunları konuşmamıştır” derken haklı.
Arınç “o zaman konuşmadıkları”nı “bir ara konuşmak”ta usta.
Onu da yarım yamalak, eksik ve hala “yıkmaya çalıştığınız çınarın gölgesinde güneş görmemiş daha birçok hakikat var” diye imalarla!
Lakin tepeden tırnağa iktidar büyükleri de “o zaman konuştukları”nı sonra unutmakta, tam tersini söylemekte, “o zaman konuştukları”nı şimdi söyleyenlere “hain” demekte çok usta!
***
Bir başka kıdemli (ve emekli) AKP büyüğünün, Hüseyin Çelik’in, “Güvenlik güçlerine izin verilmiyordu” gibi (sonradan) sözlerini de kayda alırsak…
İktidar efendileri “örgüt tarafından” kandırılmış, kendilerini de kandırmış olabilir…
Ama esas, Türk-Kürt bütün milleti kandırmış oldular!
O Uzman Çavuş, o Teğmen, o Polis, o Anne, o Çocuk, o Dede, o Genç Kız, o Delikanlı bilmiyordu, büyük bir kandırmacanın bir yıl bile olmadan kendilerini bulacağını, kendilerini vuracağını!
Bu ülkenin, Toledo’dan Barcelona’ya kadar büyük hayal kırıklığı bu işte Senyor!
***
“Arınç vakası”nın bir hüzün verici tarafı da, kimi AKP’nin yolculuğunun en heyecanlı günlerinde bile bulunmayanların, kimi sonradan trene atlayanların laf yetiştiriş tarzı:
Biri, kime neyi dediğini, esas kime söylemesi gerektiğini şaşırmış olmalı ki, diyor ki “Eğer beraber yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen hem yolunu kaybedersin hem de dostunu, demiş büyükler.”
Bunu “yeni yetmeler ve sonradan görmeler-görülmeler, devşirmeler”in en keskin, en sadık, en coşkulu “zatlar” haline geldiği…
“Beraber yola çıkmış” dört büyük kurucusundan sadece birisinin kaldığı, diğer üçünün bir şekilde tasfiye edildiği, bir zamanlar AKP’ye ağzına geleni söylerken sonradan “yolda bulunup” hazırola geçenlerin çok kıymetli olduğu bir partinin tepesinden söylüyorlar.
(Vallahi “soldan bir son sağduyu umudu” olarak Mehmet Uçum’u o heyet dışında anmak istiyorum!)
***
Böyle işte:
2007’deki “Dolmabahçe Mutabakatı” ile “anti-militarizm” güzergahına girmiş bir parti ve iktidarın, 2015’deki “Dolmabahçe Mutabakatı” ardından “militarizm” güzergahına tam sıçrayışının öyküsü, aynı zamanda Türkiye’nin de kaderi oldu!
Şöyle de diyebiliriz:
O Uzman Çavuş, o Teğmen, o Polis, o Anne, o Çocuk, o Dede, o Genç Kız, o Delikanlı bunu bilmiyordu.
Biz de nereden bilecektik onların “nasıl yandığını, neler çektiğini, neden sustuğunu…”
Nereden bilecektik ruhlarının kime, nasıl küstüğünü!
Demek “Daha güneş görmemiş çok hakikat var”mış!
Bunu bir de bunca ölüye anlatın, olur mu?