Bastığın yeri toprak diyerek geçme, tanı… Düşün üstündeki şezlongda somyada yatanı!
Zannımca bu ülkeyi, daha doğrusu ülkeye hakim sistemi en iyi anlatan, daha doğrusu şipşak özetleyen kıymetli şahsiyetlerden biri Ali Ağaoğlu Beyefendi.
T24’te bir röportajını okudum.
Yani T24 yapsa böyle “başarılı” olamazdı; onlar Sabah’tan alıntılamış. O yüzden röportaj çok çok iyi!
***
Şimdi Ali Bey’in çok özel sorulara verdiği çok samimi cevaplardan bir “Neo-Türkiye” resmi çizeyim. Baştan söyleyeyim, resmim çok iyi değildir, ilk mektepteyken teyzem yardım ederdi.
(Her maddede koyular benim, altındaki metinler ise Alibey’in sorulara verdiği cevaplar.)
***
1.Neo-Türkiye’nin makbul işadamları da “FETÖ terör örgütü”ne yardım etmiş, dolayısıyla “teröre yardım ve yataklıkta” bulunmuş:
“2013 Türkçe Olimpiyatlarına sponsor oldum. O çocuklar yarın bir gün o ülkenin başbakanı olacak belli. Çok güzel ve zekice tasarlanmış proje.”
2. Neo-Türkiye’nin makbul işadamları ile dönemin Başbakanı, “sanarak, zannederek” bu desteği birlikte esirgememiş:
“Zannediyoruz, projenin arkasında devletimiz var. Cumhurbaşkanı’nın (Başbakan’ın) yanındaydım açılış konuşmasında.”
3. Neo-Türkiye’nin makbul işadamlarının devlet idarecilerinden de “daha uyanık” olduğu söylenebilir:
“Ben o zaman bir şeyleri fark ettim orada. Bir şarkı çalındı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda. ‘Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var’ diye. Bunların Erdoğan’la bir sorunu olduğundan şüphelenmiştim. Samimi değillerdi.”
4. Neo-Türkiye’nin makbul işadamları ile ex-makbul ve şimdi “Terör örgütü” sayılan yargı mensuplar arasında ense-tokat, şezlong-güneş ilişkiler olmuş ve “neo-medya” da bunları çok “normal” görmüş ki, “Gazeteci” aynen şöyle sorabiliyor: “En çok takıldığım nokta gözaltına alınmanız. Siz adamı (yani Savcı Zekeriya Öz’ü) jest yapıp tatile göndermişsiniz. Adam sizin parasını ödediğiniz şezlongda uzanmış güneşleniyor. Kendisine bağlı polisler aynı saatlerde size operasyon yapıyor.” Cevap da “vefasızlık”a işaret ediyor zaten:
“Aynen. Daha garip olan, kaldığım nezaretteki somyalar benim verdiğim parayla yapılmıştı. Ben yaptırdım nezareti, evet. Tahtaymış eskiden. 20 santimlik sünger koydurdum nezarete. Hayatımda hiç uyumadığım kadar rahat uyudum.”
5. Neo-Türkiye’de makbul işadamını gözaltına almak, sadece Savcı’nın yattığı şezlongun parasını ödediği veya Emniyet nezaretteki somyaları yaptırdığı için, ne bileyim yüksek yüksek tepelerdeki ilişkilerinden ötürü değil, bir de “ailevi” şeylerden dolayı çok zormuş:
“Beni alırken çok zorlandılar tabii. 4 evime, 4 karıma ayrı ekip gönderdiler. Beni Ataşehir’de büyük hanımın evinde buldular.”
6. Neo-Türkiye’de gazeteciler ve işadamları, eski samimiyetten mi yoksa yeni nefretten mi, ön isimle andıkları Ex-makbul Savcı’nın nasıl halledildiğinde de mutabık; gazeteci “Zekeriya’nın” diye soruyor, cevap öyle geliyor:
“Polislere, ‘O Zekeriya’nın…’ dedim, sonra da dediğimi yaptım.”
7. Neo-Türkiye’nin makbul işadamlarının, her şeye rağmen büyük hayal kırıklığı da var:
“Burası adam gibi bir ülke olsaydı, Rıza Sarraf’ı hapse atmak yerine şeref madalyası takardık.”
***
Benim bu samimi, içten, dobra, delikanlı röportajın sonuna itirazım var:
Rezabey her ne kadar Türkiye’de hapse atılmışsa da, tüm mahdumlarla birlikte çıktı ve en yüksek kattan dendi ki, “Adalet yerini buldu.”
Ayrıca, “şeref madalyası” değilse de, biri Başbakan yardımcısı, iki bakanın dört elle sunduğu bir ödülü de aldı.
Yani “adam gibi olmayan ülke”, Rezabey’i “hapse atan” ABD.
Neo-Türkiye’de ise kimsenin…
“O zamanlar siz de terör örgütüne destek vermiş olmamış mısınız” diye…
“Bir savcıya bir işadamı nasıl tatil ısmarlar, hangi sebeple; savcı nasıl kabul eder, işadamı bunu nasıl normal görür, sonra olanları nasıl vefasızlık kabul eder, gazeteci avantayı, kıyağı nasıl sadece ‘jest’ sayar” diye sorduğu, soruşturduğu da yok zaten!
***
Neo-Türkiye’de hayat güzel aslında…
Görmezsen, duymazsan, sormazsan, sorgulamazsan, hissetmezsen her şey normal!
O yüzden Kılıçdaroğlu’nun tüm amacı da, “dokunulmazlıklar kalksın, bu güzel ama sakin ülkeye biraz hareket gelsin” diye “samimi” bir duygu olmalı.
Yoksa…
Yok başka bi dert işte!
***
Bu memlekette binlerce sıvasız hane evlatlarını “kurban” veriyor ya…
Onlara düşen hep “Düşün altında binlerce kefensiz yatanı” kısmı!
Neyse ki “Çeyiz hesabı” imdada koştu.
Onca kaybıyla memleketin bir de “kefen hesabı”na ihtiyacı var mı yok mu, büyükler dahaiyi bilir!
MEDENİYET KATLİAMI!
Akdeniz’e gömülen 400’den fazla mülteci (daha), “Batı medeniyeti” ile “Doğu medeniyeti” denenlerin ve adadaki “köprüler”in hep birlikte ortak oldukları bir katliamdır.
Bunun üzerinde para pazarlığı, insan pazarlığı, köle ticareti gibi takas yapanların günahı…
Veba gibi toprakları, halkları katletmiş sömürgeciliğin, emperyalizmin, her türlü despotun ve caninin yarattığı bir cehennem.
Lanet olsun!