Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hepimizin inancı, ideolojisi, idealleri, hayalleri, siyasi tercihi vs. farklıdır.

        Ama “ortak insani değerler” diye bir şey olabilir.

        Demokrasi de hesapta öyle:

        Ortak hak ve özgürlükler, değerler” diye tarifi var.

        Gazetecilikte de biraz öyle:

        Ortak insani, demokratik, mesleki değerler”den bahsedilir.

        Başkalarına göre öyle olmayabilir ama bana göre, bu üç ayağın kesişme noktalarından biri, “mazlumun, mağdurun, ezilenin, hakkı yenenin, hak aramakta zorluk çekenin, sesi verilmeyenin, sesi duyulmayanın” nefesini, sesini, hissini verebilmektir.

        Kendilerini, birbirlerini koruyabilen siyasi, bürokratik, finansal, askeri, ulusal-küresel “güçlüler” karşısında bilhassa onların!

        Sadece güçlülerin sesine ilişen gazetecilik türünün “insani, demokratik, mesleki değerler”le alakası pek yoktur… Gazetecilikle de yoktur!

        ***

        Gazetecilik verdiği değil, vermediği haberlerden de oluşur.

        Sadece duyduğu, duyurduğu seslerden değil, duymadığı, duyurmadığı, kulağını, kalbini, aklını, vicdanını kapadığı haberlerden, seslerden de.

        Bu ikinci kısım çoğaldıkça, cafcaflı kabına, kalıbına tıklarsan, boş teneke sesi çıkarır.

        Ruhunu kurutmuştur!

        ***

        Elbet güçlülerin, iktidarların, muktedirlerin dediği, yaptığı, amaçladığı temel önem taşır; “hakim söz sahibi” onlardır, güçsüzlerin hayatını da belirlerler.

        Ama nasıl “tek taraflı” olabilir; insanlık, demokrasi, gazetecilik nasıl onların dediklerinin, yaptıklarının sorgusuz, itirazsız kabulüne, tasdikine, propagandasına yapışabilir?

        Her üçünün de temel ölçüsü, gücün, güçlülerin denetlenebilmesi, tartışılabilmesi, sorgulanabilmesi, eleştirilebilmesi; güçsüz, mağdur, mazlum olanların sesinin hem onlara, hem cümle aleme duyurulabilmesidir.

        Ekonomi gazeteciliği” babında bunu hep şöyle anlatmıştım:

        Sadece 30 banka sahibi, genel müdürünün dediğini aktarmak değil; işsizlik tehdidiyle “köle ve hedef manyağı” yapılan 30 bin çalışanı görebilmektir. 30 milyon kredi borçlusunun nasıl sıkıştırıldığını sürekli didiklemektir.

        Devlet ve iktidarlar için de, medya için de, ordu için de böyledir! Dünya düzeni için de.

        ***

        Gazeteci bir aidiyeti olduğu için şu veya bu haberi yapmaz; tam tersine “mensubiyet taşımadığı” her şeyi, herkesi de gören, duyan, hisseden değerler silsilesiyle haber, yorum, eleştiri alır, verir!

        TSK içinde “alttakiler”in maruz kaldığı ayrımcılık, baskı, tehditleri nihayet görebilip yazmaya başladığımda, “babası öyleymiş, yok kendi oradan emekli” gibi “ille de aidiyet olmalı” yorumları yapılmıştı.

        Kimi de “13 mermiyle öldürülen 12 yaşındaki Kürt çocuğu yazdığınızda sizden nefret etmiştik, ama şimdi bizi yazıyorsunuz. Belki de yanlış bizde” demişti.

        Mesele şuydu:

        12 yaşındaki o çocuk, ailesi veya etnik, dini, mezhepsel ortağı olmasan da görebilmek…

        Bir “Paşa devleti”nde, alttaki askerler üzerindeki tahakkümü dert edebilmek…

        Tersane patronları ve onları kollayan siyasetçilere ilişiklik yerine, seri cinayet kazalarda can veren işçileri mesele etmek…

        Iraklı, Suriyeli çocukları da; kemikleri asit kuyusundan çıkmış çocukları da; bir lojmana patlayıcılı saldırıda polis babasıyla öldürülmüş çocukları da; Iraklı, Suriyeli, polis, asker, Kürt olmasan da, de ki çocuğun olmasa bile görebilmek!

        ***

        Darbeden, darbeciden nefretimi tekrar hatırlatmaya gerek yok. Bu “darbe saldırganları” onca insanı katletmek, nihayetinde bunca yaraya yol açmak kadar, bir de kendilerine değmiş, dokunmuş, belki safça inanmış, belki sadece teğet geçmiş ama ne darbeci niyetlerinden, ne servet, şiddet, hakimiyet tutkularından haberdar on binlerce insanı da ezdi.

        Devlet ve iktidar da, “millete değil, devlete karşı” dediği 12 Eylül bakiyesi Ohal’i, sıradan insanlara, muhalif, gazetecilik çabalarına karşı kullanmakta, asgari 10 yıl boyunca kolladığı bir “örgütlenme”nin hesabını sıradan hayatlara da kesmekte tereddüt etmiyor.

        O vakit elbette “gazetecilik”, “Sayın Talu. Biz de Fetö mağduruyuz. Kardeşim özellikle size yazmamı söyledi. Herkesin sustuğu şu dönemde. Kardeşim Cihat Arslan Yargıtay tektim hakimi iken Diyarbakır’a tayini çıktı. Bu sinsi darbe sonrası içeri alındı. Bulabildiğimiz tek sebep çocuğunun onların okuluna gitmesi. Onun sebebi ise çocuğun hasta olması, orada iyi bakılması, ilaçlarının takibi ve açıkçası 10-20 milyar isteyen başka özel okullara gücünün yetmemesiydi. Ömründe bu cemaatle bir ilişkisi olmadı. Ev yok, para yok. Tek umudum yazılarınız. Lütfen bizim sesimizi de duyurun. Lütfen, lütfen, lütfen. Kaleminize ihtiyacımız var” diye bir feryadı da duymazdan gelemez.

        ***

        Elbet bazen “mağdurlar” da yanıltabilir; ama “mağrur güçlüler”e tabî bir gazeteciliğin manipüle edilmesine tercih ederim o yanılmayı da!

        Diğer Yazılar