Bu mudur demokrasi destanı?
Darbe saldırısının haftası dolmamıştı.
Başbakan Yıldırım, (özenle yazarsak) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde teşekkür etti:
“Geçmiş OHAL kararlarına baktığımızda, tedbirler vatandaşın yaşamını sınırlamaya, hareket alanını kısıtlamaya yönelikti. Ama 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsüyle, millet hükümetiyle, bütün siyasi partileriyle, başkomutanıyla bir olmuş, kenetlenmiş, darbeci bozuntularını bertaraf etmiştir.
Çok insan, çok kurum, büyük kadirşinaslıkla, ülke sevgisiyle, kalkışma hareketine en net şekilde duruş sergilemiş ve Türkiye dünyaya bir demokrasi destanı yazdığını göstermiştir.”
***
Asıl önemlisi, o tespit ve teşekkür nihayetinde Başbakan’ın “kesin dille” ilan ettiği şeydi:
“Bugün alınan karar ile devlet, millete değil, kendisine Olağanüstü Hal ilan etmiştir.”
İşte bu kadar!
***
Dere tepe düz gittik, o günden bugüne geldik.
Devlet, Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle, Cumhuriyet gazetesine de OHAL ilan etti…
Devlet, “seçilmişler” sözde çok önemsendiği halde, seçilmiş belediye başkanlarını içeri alarak, üniversitelerde rektör seçimini bile yok ederek ve yüzlerce akademisyeni işten atarak, destansı demokrasiye de OHAL ilan etti!
***
Bu “devletin kendisine ilan ettiği OHAL” değil.
Çok sayıda asker, polis, memur, öğretmen devletten atılıyor, iktidar deyişiyle “temizleniyor” ama 14 yılının net 10 yılını “darbeci örgüt”le birlikte geçirmiş bir iktidar, “devlete ilan edilmiş OHAL”den muaf!
O muaf, ama herhalde hayatlarında “Fetö” bir yana, iktidarın o çok sevdiği, koruduğu, kullandığı, kendini kullandırdığı “Cemaat”le ne teyel ne teğet olmuş Cumhuriyet yönetici ve yazarları da “örgüte destek” suçlamasıyla alınıyor.
Başka muhalif, farklı gazetecilik kanallarının da susturulmasıyla birlikte, epey anlamlı bir operasyon o zaman!
***
Başbakan’ın o sözü, vaadi, beyanı, Meclis kürsüsünden millete verdiği “demokrasi, hukuk, hakkaniyet umudu” ile bugün olan bitenin, bitmeyenin pek alakası yok!
“Yenikapı ruhu” zannedilen “demokrasi”yle de alakası yok.
O örgütün yerleşmesine, kadrolaşmasına, büyümesine yıllarca eşlik etmiş bir iktidarın kendini ayırıp başkalarını, sıradan insanları da örgütle alakasız muhalifleri de; yazanı, çizeni, haber vereni de hemen “terör torbası”na atıp torbayı büzdüğü yerde “demokrasinin kendisi” değil, ancak ruh gibi sureti, silueti, sefaleti kalır!
“Azapkapı ruhu” deseydik, hem mahal olarak yakın düşer, hem “Yeni”den ziyade, vahşi bir darbe saldırısı ardından dahi 12 Eylül ruhundan beslenen bir “azap ve gazap”ın sürdüğünü idrak ederdik!
***
İstediğimiz lafı edelim, ortada bir tartışma olmadığı için, önemi yok belki.
Ancak hukuk, yargı, adalet sistemi açısından ciddi bir durum var.
Cumhuriyet yönetici ve yazarları da şunla suçlanıyor:
“FETÖ-PDY ve PKK-KCK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek.”
Önce şunu hatırlayalım:
2012 Şubatında, sonradan aşama aşama “Cemaatçi, Paralel Devlet, Fetöcü” diye ilan edilmiş kimi savcı, “PKK-KCK terör örgütüyle işbirliği” suçlamasıyla, Oslo ve İmralı temaslarını da “delil” diye ileri sürüp MİT’in, oradan hükümetin üzerine gitmek istemişi; hatırlıyorsunuz değil mi?
Hükümet MİT için hemen koruma zırhı çıkarırken, iktidar çevreleri o operasyonu da “darbe girişimi” olarak telaffuz etti. (Ondan sonra bile, soğumuş olsa bile, iktidar-cemaat işbirliği 2013 sonuna kadar tam bitmedi.)
Sadece o değil, çok daha sonra, “KCK tutuklamaları”nın da “iktidara ve çözüm sürecine darbe vurmak isteyen Paralelcilerin, Fetöcülerin işi olduğu” da söylendi.
Bu parantezdi. Şimdi esasa gelirsek:
Fetö iddianameleri, dosyaları, suçlamaları, örgüt yapılanmasına dair belgeler ve Meclis Darbe Komisyonu Başkanı’nın “Bunlar 71 muhtırası, 80 darbesinde ve 28 Şubat’ta darbecilerin yanında yer alıyor. 82’de askeri okullarda Fetöcülere özel sınıflar oluşuyor. Oralardan mezun 11 general 15 Temmuz’da rol aldı” tespitine bakarsak…
Tutuklanan polis ve savcıların en önemlilerinin “Cemaatçi” çıkmasının sürpriz olmadığını, bizzat öyle oldukları için oralara tayin edildiklerini, bunda 14 yıllık iktidarın karar ve imzalarının bulunduğunu, “darbeci generaller”in bir kısmının da, bilindikleri halde, 17-25 Aralık 2013 sonrası dahi, 2104, 2015 Şuralarında terfi ettirildiklerini göz önünde tutarsak…
İktidar ve medyasından “Cemaatle ortak ses”ten “ortak manşetler”e ve övgülere kadar beyan edilmiş ne varsa, düşünürsek…
Şimdi çok sık isnat edilen “üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçu”nun kapsama alanının ne büyük ve ciddi olduğunu görebiliriz!
***
Muhalifiniz de olsa, özgür basın tüm millet içindir!
Susturmak, millete karşı OHAL’dir!
“Demokrasi destanı” böyle bir şey olabilir mi hiç?