Fransız başkomutanın zor günleri!
-PARİS-
Dünya Barış Günü esasında “Dünya Savaşı Günü.”
“Barış”, Batı’nın, bilhassa Avrupa’nın birbiriyle çatışmama için sarıldığı o kutsal kavram.
Buna “Soğuk Savaşın Soğuk Barışı” da dahildi.
Yoksa başta ABD, Batı, dünyanın her yerine “savaş” götürmeye devam ediyor.
Dünyanın geri kalan yoksul çoğunluğu da zaten birbirini katletmek üzere sürekli bileniyor.
YOK AMA…
Avrupa belki yeni bir “büyük savaş”ın korkusundan uzak ama…
Dünyanın çeşitli yerlerinde, bilhassa Ortadoğu ve Afrika’da Avrupalı askerler öldürmeye ve ölmeye devam ediyor!
2. Dünya Savaşı’nın kotarıcısı “Naziler” fiilen yok, Almanya yeni bir savaş peşinde değil ama…
Avrupa’da faşizmin ayak sesleri, Avusturya, Macaristan, İtalya derken, Almanya faşizan muhalefeti, Chemnitz gösterileri, İskandinav ırkçıları, Polonya, Romanya, Çek, Slovak rejimleri, Fransa’da son cumhurbaşkanlığı seçiminin milliyetçi finalisti gibi “uygun adım” daha gür çıkıyor.
“Leninist” izahla, “dünyanın emperyalistler arası paylaşımı” için Afrika’nın, Latin Amerika ve Asya’nın işgali gerekmiyor artık; “finans kapital” zaten dorukta ama…
Yine de petrol bölgelerinin korunması, Çin ve Rusya tedirginliği, İran nefreti gibi eski usul gerilimler ile Afganistan, Suriye, Yemen gibi hesaplaşmalara bir de eski sömürgelerden akan mültecilerin korkusu ve “yabancı nefreti” büyüyerek ekleniyor.
DİYOR Kİ…
Bu ahval ve şerait içinde, Avrupa’nın ortasında, Fransa’nın (kurduğu parti de kendisi de) henüz bir yıllık Cumhurbaşkanı, “yeni sezon”a “Avrupa İç Savaşı İlerici Güçleri Başkomutanı” gibi giriyor.
Başkomutan zaten Fransa’daki sıfatı ama diğerleri de kendisinin Avrupa’nın önüne koyduğu ölçüler:
1.Avrupa’da daha yeni başlayan bir mücadele var.
2. Bu mücadele İleriler ile Gericiler arasında.
3. İlericiler; merkez sağ ve “popülistler hariç” solu kapsıyor.
4. Gericiler; milliyetçi sağ, popülist sağ, faşizan sağ, mülteci ve yabancı düşmanları.
5. “Macaristan Başbakanı Orban ve İtalya koalisyon ortağı Salvini kendisini (Macron’u) düşman görmekte haklı."
6. Ön ümüzd eki Avrupa Parlamentosu seçimleri bu büyük hesaplaşmanın, Avrupa İç Savaşı’nın ilk büyük muharebe alanı.
KUŞATMA…
Fakat sorun o ki, Macron’un bu “İlericilerin Başkomutanlığı” rolünü, Almanya ve diğer merkez iktidarlar pek benimsemiş değil.
Sorun daha da büyük çünkü Fransa’da merkez sağ, merkez sol ve merkezin ötesindeki sol ve sendikalar da kendisinin bu rolünü benimsemek bir yana, her gün sarsıyor.
Sorun daha da büyük çünkü bizatihi “Başkomutan”, zaten bin türlü iç ve dış sorunla yüzyüzeyken, bir de deyim yerindeyse “ağzını tutamayıp” sürekli yeni sorun çıkarıyor ve cephesini zayıflatıyor:
1.Çevreye çok duyarlı bir yönetim imajı çizilirken, çevrecilerle kapışmaların dışında geçen hafta Çevre Bakanı Hulot da istifa etti. “Bardağı taşıran damla”, 1,5 milyon avcının oyunu kaçırmak istemeyen Macron’un Avcılık Lobisini Saray’da kabulüydü.
3. Yazdan kalma “Benalla Vakası”, yani “Cumhurbaşkanı’nın dayakçı adamı” meselesi muhtemelen bir davaya dönüşecek.
4. Macron’un bir yıl önceki kampanyasında yapılan 30 bin Euro civarındaki “kıyak” meselesi yine dillerde olacak.
5. Elysee Sarayı’na alınan yine 30 bin Euro civarındaki yeni yemek takımı da öyle.
6. Kaynakta kesinti, emeklilerin durumu, hastaneler, demiryolları ve havayolları grevi, yaşlıların bakımı gibi sosyal meseleler yine ısınacak.
7. Anayasa değişiklikleri parlamentoda ciddi gerilim yaratacak.
8. “Fransa’daki İslam”a yeni düzenlemelerin ne olacağı belli değil; içinden nasıl çıkılacağı, kimlerin muhatap alınacağı da.
9. Mülteci sorunu, DEAŞ cephelerinden dönenler, cezaevlerinden çıkanlar, yeni radikalleşenler hem tartışma hem endişe konusu yine.
“Lutherci Danimarkalılar değişime her zaman açık oluyor. Biz Galyalılar ise direniyoruz.”
Bu da daha önceki “esprileri”ne, laflarına, bilmişliklere eklendi ve “Yurtdışında hep Fransızları aşağılıyor” şeklinde toparlandı:
Muhalefet de dedi ki:
“Öyleyse önümüzdeki mesele basit. Ya halkı değiştireceğiz ya Cumhurbaşkanını.”
NİHAYETİNDE...
Kamuoyunda desteği, popülaritesi giderek azalan bir “Başkomutan”ın bu kadar cephede işi zor!
Ama “demokrasi” biraz da böyle galiba: Yaptığın yapmadığın, söylediğin, vaat ettiğin her şey sorgulanıyor!
Kimine göre devleti, rejimi zayıflatan bir şey; o yüzden otoriter akımlar da güçleniyor…
Kimine göre halkın, bazen unutuverdiği esas nihai gücü bu!