Normal doğum, anormal ölüm!
Aysel Hanım, Selvi’yi doğurmuştu.
Normal doğum mu, sezaryen mi, bilmiyorum. Başbakan da bilmiyordur.
Zeynep Hanım da Mustafa’yı doğurmuştu.
Normal doğum mu, sezaryen mi, bilmiyorum. Başbakan da bilmiyordur.
Yücel Hanım da Çayan’ı doğurmuştu.
Normal doğum mu, sezaryen mi, bilmiyorum. Başbakan da bilmiyordur.
***
Hepimiz artık şunu kesinlikle biliyoruz.
İster normal doğum olsun, ister sezaryen…
Anormal ölüm ülkesinde öldüler!
***
Aysel Eriş ve eşi Vedat Bey.,.
Zeynep Gülhan ve eşi Ahmet Bey…
Zeynep ile Mustafa’yı nişanlamışlar, önde arabada kendileri, arkada kamyonda eşyalarıyla çocukları, düğüne, bir yuva kurmaya, mürüvvet görmeye, sonra…
Artık bir mi, iki mi, üç mü olur…
Doğum nasıl olur, bilmiyoruz…
Ama bir gün torunları görmeye hazırlanıyordu.
***
Bandırma’dan feribota bindiler, Tekirdağ’da ölüme indiler!
“Sezaryen şöyledir, kürtaj böyledir” diye doğumlar üstüne buyurup bombardıman ölümleriyle takasa sokan devletim, özelim, her neyse…
İskeleye levha, ışık, bariyer, görevli koymamış…
İki aile, dünürler, düz gitmiş; evlatların mutluluğuna yolculuk ederken denize uçuvermişti.
Uzman Çavuş Mustafa son umut, soğuk denize, iki ana babasının peşi sıra, kara dehlize dalmış, yüreği paramparça kıyıya vurmuştu.
Ne olacak şimdi?
Kaza mı cinayet mi?
Uludere mi kürtaj mı?
Bir katil var mı?
Nüfusu böyle denize dökmek, atölyede boğmak, kayırılmış müteahhit enkazına sokmak, göçüğe gömmek, şantiyede kül etmek, tersanede çarpmak, minik süt kız iken dereye düşürmek, Kur’an kursundan denize saldığın kıyıya vurmuş çocuk cesetleri izlemek…
Ve hiç sorumlu olmamak, hiç hesap vermemek; nasıl bir yasa, nasıl bir piyasa!
***
Soracaksınız, yazının başındaki Yücel Hanım’a ne oldu; o da mı denize düştü, o da mı boğuldu?
Yücel Hanım henüz yaşıyor; çünkü evladının kaldırılacak cenazesi, okunacak duası, sorulacak hesabı var.
Marmara’nın bir başka kıyısında, Yalova’da, kavga ayırırken, “Devlet biber basıyor” ya, gaza maruz kaldı.
Yere düştü, hastayım, astımlıyım, hastane diye inledi.
Önce ekmekler bozulmuş, beyaz kirlenmiş, vicdanlar tükenmiş idi ya; kalakaldı.
Hastane ilan etti: Vatan sağ olsun, Çayan öldü!
Gaz stresi, hipertansiyon, beyinde baloncuk, patlama derken Bey’im; beyin ölümü beyan oldu.
Bir anne de böyle bakakaldı, sesleniverdi evladı ardından: İki dağ bir araya gelse seni deviremezdi oğlum; iki polis devirdi seni!
Ne olacak şimdi?
Bir katil var mı?
***
Sezaryen gereklidir, değildir, elbet her vakada bile tartışılır…
Ama Sezar’ın, Sezarlığın hiç lüzumu yoktur!
Aslolan insan, aslolan hayat; aslolan, doğmuş çocuklara, doğurmuş analara bir huzurdur!
Kim olursa olsun; bu toprağın asıl huzursuzluğu 50 bin evladını yutan 30 yıldır. Kahredici tarihtir.
Kıymetsiz hayat ve anormal ölümlerle her gün normalleşen bu anormal kayıplardır!
Sponsor ama, bir sor!
Hükümet ve THY grevden hoşlanmıyor. İşveren iseniz, tabiat kanunu!
Ama sosyal devlet, AB, Anayasa filan varsa; hoşlanmasanız da, bu mevkide uçmak zorundasınız.
Grev yasaklamak isteyenler, buna tepkiyle eylem yapanı, sesini ancak böyle duyarabileni, devlet ve dev şirketler karşısında tek tek güçsüz olup ancak yan yana biraz güç hissedeni sms’le işten atıyor…
THY, sponsor-sporsor olduğu iki kulübün tarihi manasını biliyor mu?
Şimdi hangi piyasanın etkisinde olurlarsa olsunlar; onlar, işçi kovan, grev yasaklayan THY’nin manasını merak edecek mi?
Barcelona diktaya, baskıya direniş sembolüdür. “Kimlik” tanımında ilan eder ki: Bir kulüpten fazlasıdır; demokratik haklar ile özgürlükleri savunur!
Manchester United harcındaysa, demiryolu işçilerinin alın teri bulunur. 25 yıldır takımın başında olan; “grevci” gemi sanayi işçisinin oğlu, “sınıf bilinci” sahibi Alex Ferguson’dan dinleyin isterseniz!
Çocuk katliamı…
Muhalefetin ne ve kimin için olduğu bir yana; Suriye rejimi, çocukları da katleden bir cehennemin müdafii olduğunu tescil etti.
Çocuk katleden hiçbir rejimin savunulacak tek bir yanı bile olamaz!
Türkiye’nin sorunu şu: Dün bu rejim kankamızdı; bugün de, rejimleri baskıcı, kahredici, katledici olan başkaları!