Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tulumlu işçiyi almayan AVM dün tulumlu işçilerce protesto edildi.

        Bir işçi olan güvenlik görevlisi, sınıf simgesi taşıyan kıyafete tavır almıştı!

        Takım elbiseli, spor giyimli bir işçi olarak girebilirdin mesela.

        Ama tulumlu, olmaz annem!

        Bunun aşağılama değil, kılık, kıyafet, yönetmelik, diğer kişilerin rahatı vs. olduğu söylenir.

        İş kıyafetinin şantiyede, yanan naylon çadırda, alev alevken bile yakışıklı durduğu; yepisyeni kıyafet dolu vitrinlerin önüne ise münasip kaçmadığı.

        ***

        Açıkçası, ikiyüzlülüğün de üzumu yok.

        Soldan sağa, hepimizin böyle duvarları olmuştur.

        Kıdemli bir genel yayın yönetmeni gazete binasındaki asansörde mevut ter kokusundan yazıyla şikayet etmişti.

        O binada, yüksek gelirinin gölgesinde belki üç kuruşa çalışanın terinden.

        Belki de parayla ilgili değildir ter işi; bir başka yönetmeninki gibi!

        Bazen bedenin bir parçası bile olur.

        Tamam, ter kokusu kötüdür, hiç iyi değildir.

        Ama öyle, hayat da zaten çok iyi değildir.

        Bazen çok terlediğin, yorulduğun için olur; bazen ne bileyim, kozmetik tedbir almadığın için.

        En büyük acın asansördeki o koku olsun!

        Geçer, uçar, gider az sonra.

        Parfüm neyin sıktırırsın gülüm.

        Asıl ayıp, koca genel yayın yönetmeni olup çalışanları, hem de okurun önünde, makaleyle suçlayarak böyle beylik, narinlik, mislik taslamaktır.

        Kendi burnunu en önemli toplumsal hassasiyet saymaktır.

        Burnunun kibriyle bir duvar örmektir!

        ***

        Hayat ve tarih, duvar inşasıyla geçmiştir.

        Bina yaparlar, saray yaparlar, sur yaparlar; hepsine taparlar.

        İsrail Filistinlileri, hem de kendi topraklarında, duvarın ardına koydu mu, koydu.

        Peki ABD ne yaptı? Aynı İsrail duvarcılarıyla Meksika sınırına mim koydu.

        O duvarları yapan Yahudi, Arap, 82 milletten ABD’li işçilerin de aşamadığı duvarlar vardır.

        Servet, statü, rütbe, makam hep duvar yapar.

        Etnik ve dini kimlikler de.

        Irak’ta, Suriye’de olanlar, ötekinin girmemesi, yaşamaması, var olmaması için kanlı duvardır.

        Batı’nın İslam fobisi, El Kaidelerle, satırlı elemanlarla pekişerek duvar tahkim eder.

        Aynı beyaz adam, kendi içinde de ötekine duvarlar koyar; siteler, kimi caddeler, kimi semtler, kimi binalar, ya sanal ya harbiden duvarlar.

        Yoksul çocuklardan, eski asker ve polislerden üç paraya dikilen güvenlik orduları, ki bazısı üniforma giyince, korumalık ettiği o sınıfa atladığını sanır, duvar bekçileri yapılır.

        Sadece bedenlere değil, fikirlere de duvarlar konur.

        Cinsiyet ayrımcı duvar da olur; çocukları ayıran da.

        ***

        Emrah Uçar’ı bilir misiniz, hatırlar mısınız?

        Duvarların önünden çoktan uçtu. Böyle bir mevsimdi.

        16 yaşındaydı. Önünde bir hayat ve o gün bir de deniz vardı.

        Babası askerdi, uzman çavuştu. Babası savaş sürecinde her an ölümün kıyısına gidebilirdi.

        Ama Emrah, bir askeri tesisin deniz kıyısına yanaşamadı.

        Arkadaşlarıyla kapıya geldi.

        Ötekilerin babası biraz daha “üst” olduğu için alındı; onu almadılar.

        Ve denizi görünce, Sevgili Orhan Veli, şaşırdı çocuk; dikenli tellere, duvarlara koştu, içeri girebilmek için.

        Oracıkta “cereyana” kapıldı. Duvarın önüne yığıldı.

        Cereyan, haddini bilmeyene hücum ediyordu işte.

        Bir orduevine gidip bir çay içmek istese de duvar olacaktı önünde.

        Gidemedi zaten.

        Bir servis otobüsünde, ön koltuklar boş, arka koltuklar dolu olsa, yine arkaya gitmek zorundaydı.

        Binemedi zaten.

        Bırak işçi tulumunun tozunu, kirini, boyasını; sözde kutsanan üniformanın hali de buydu.

        Sınıf budur zaten.

        ***

        Kimileri başörtülü kızlara duvar dikip cumhuriyet koruduğunu sanmıştı.

        Başörtülü kadınlar eve, şirkete, okula “hizmetçi” girebilir, ama başka işte çalışamaz, üniversiteye, kışlaya giremez, öyle her yere yanaşamazdı.

        Cumhuriyet böyle avuturken kendini, başka şeyler oldu.

        Şimdi başörtülü kadınlardan, kızlardan, onların dışlanmışlığından da oy almış iktidar, başkalarına duvarlar çekiyor.

        Bir bölümü hep sınıfsal; kentsel dönüşümle yoksulları sürmek, örgütlenmeyi engellemek gibi.

        Bir bölümü ideolojik; alkol duvarı vesaire gibi.

        Bir bölümü siyasi; barış yapıp çok önemli duvarları kırarken dahi, içte-dışta savaş duvarları gibi.

        Yoksul oylarından tuğla yapıp taş yapıp neo-burjuvazi, neo-aristokrasi, neo-zenginlik duvarlarını yükseltmek gibi, kimi çok ekonomik!

        Kapitalizmin ekonomik, finansal, rantsal, küresel tüm nimetlerine tapıp “kimi burjuva, küçük burjuva, hatta proleter; kimi mezhepsel kimi ideolojik kültür, ahlak, yaşam, inanç tarzları”nı neredeyse tamamen ahlaksızlık saymak gibi.

        ***

        Tabii haykırabiliriz; o duvar, o duvarınız, bize vız…

        Sonra gider kendi duvarlarımızı da koyarız!

        Diğer Yazılar