Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Demokrasi kafası karışık bir şeydir.

        Kan ve ter ile biraz çalakalem, biraz karakalem, biraz rengârenk boyalarla “çiziktirilmiş” bir “ideal” olduğu için.

        İsyan, direnç, direniş, çelişki, çatışma, müzakere, mutabakat…

        Belki kimsenin ilk çizgisinde kalamadığı, ama o ara birikmiş deneyimlerin kültür ve içtihat haline gelebildiği karalama defteri gibi.

        76 milyonluk çok büyük çoğunluğu aynı hissi yaşamamış, aynı biçimde düşünmemiş olsa da; baldıran içenlerin veya gaz yiyenlerin kimyasından yeni sentezler çıkma ihtimali de.

        30 yıllık (iç) savaşında “silahsız” bir aşamaya (nihayet) varabilen ülke, başka savaşlar kadar başka barış gereklerini de belki böyle keşfedecek.

        ***

        Burada hep tekrarladığım gibi:

        Barış, hakikaten hakiki hukuktur!

        Tüm çelişkilerin, farklılıkların farkında olma; mücadelelere imkân tanıma ve oradan mutabakat çıkarma becerisidir.

        Barış; yurdun her köşesinde herkes için hak ve özgürlükleri tanımaya, bir ötekini sadece öteki olarak değil, hakkıyla kabul etmeye; dönüşmeye, dönüştürmeye dairdir.

        Savaşın kazananı olmaz, derler ya…

        Öyle bir barışın da kaybedeni olmaz!

        Bir gün başörtüsüyle insan hakları için direnen birisi başı açık birinin özgürlük alanını genişletebilir…

        Bir başka gün ister çevre, ister bireysel özgürlükler, ister sosyal haklar, ister kimliği için direnmiş bir başkası, onun özgürlüklerini sağlamlaştırabilir.

        Büyük mutabakatlar, büyük çatışmalardan doğar.

        Batı demokrasisi” denen, bazen özendiğimiz bazen kibrine sinirlendiğimiz; bazen sevimli bazen iki yüzlü bulduğumuz durum da; büyük savaşlar, sömürgecilik, emperyalizm bir yana; etnik, dini, sınıfsal iç savaşların; devrimlerin ve karşı-devrimlerin; kıyımların, kırımların, soykırımların, katliamların içinden süzülen ne varsa odur.

        Dünyaya barış vaadini dahi savaşla, işgalle, darbelerle taşıyan “Batı demokrasisi”nin genetiğinde de şiddet mevcuttur.

        Demokrasi, şiddetin çocuğudur ve ömrünün barış olması umulur.

        ***

        Türkiye, SBS, ÖSS, KPSS kuşakları gibi, sürekli sınava giren bir memleket.

        Genlerinde umuttan çok korku, endişe; etnik-mezhepsel nefret ve kıyımlar, tehcirler, göçler, sürgünler, mübadeleler var. Travmalarla büyüyüp olgunlaşamamış bir çocuk gibi.

        Bir adım ileri derken iki adım geri giden bir ihtiyar bazen.

        Ama içindeki gençlik, nefretle ardına bile hayal, neşe, umut yüklüyor çaktırmadan.

        En umutsuz anlarda bile, “iyi bir şey olma ihtimali” hep var.

        Pederşahi” büyüklerin ezberlerle ders vermeye, sevmeye ve dövmeye doyamadığı topraklarda; bir bakıyorsun, genç damarların debisi tıkalı, yaşlı damarları açıvermiş!

        ***

        Ne dersek diyelim…

        Ne kadar boğulduğumuzu hissedersek hissedelim…

        Vardiya gibi, nöbet gibi, farklı mücadele ve hayaller, demokrasinin “birazcık” daha genişlemesinde, sorumluluk ve rol üstleniyor.

        Cumhuriyetçilerin de oldu, solun, sosyalistlerin de; demokratların, liberallerin, muhafazakârların da.

        Her köşede cenaze kalkarken, binlerce sıvasız hane çocuğunu toprağa verirken kan ağladık ya; işte onca kayıplarıyla Kürtlerin de.

        Şimdi daha karmaşık bir kuşak da, isterse azınlık sayılsın, o rolü oynuyor.

        ***

        Gençlik nasıl sadece gençlik değilse…

        Park da sadece park değil.

        Bir mücadele içinde, belki önce kendileri dönüşürken, topluma, hafızaya, yüreğe, hukuka da izler bırakıyorlar.

        Değişmem diyen, katı duran devlet, hükümet, iktidar, Başbakan da, hep konuşarak değil, nihayet görüşerek; “Kararlıyız, o kışla yapılacak”tan önce “Referandum… Plebisit”e, sonra “Yargı kararı bekleme”ye geliyor; bir sabah parkı acımasızca basan polisin amiri Vali, şafak vaktine akan hoşsohbet bir masa kuruyor.

        ***

        Alınacak, gocunacak, zafer diye şişinecek yahut yenildik diye söylenecek bir şey yok:

        Hepimiz birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz!

        Bu çatışmalarda kaybettiklerimize, yok ettiklerimize, kırıp döktüklerimize saygıyla, insanlık borcumuz da öğrenmek.

        Budur zaten.

        Tek tek şahsi ömrümüz yetmese dahi, bu toprakların daha mutlu, daha umutlu bir yer olmasına dair hayaller de buralardan yürür gider.

        Bir adım geri olsa da sık sık, iki adım ileri gitmek de iyi bir ihtimal!

        Fabrikadan tarlaya, kışladan plazaya, daha milyonlarca insanın bin tür mücadelesi de var.

        Hak ve özgürlük için her adım, her mağdur için atılan bir adımdır.

        Not: İlle bir adım, bir adım daha geri de olacak tabii: Hayat TV’ye kapatma kuşatması, güdük basın özgürlüğünün yetmediğini, düdük basın özgürlüğü istendiğinin yeni kanıtı olur. Faiz lobisi de lazım değil; iktidar bobisi de!

        One minute dedik, Tamir!

        Biz, en azından kimimiz, mankafayız.

        Çünkü devletimizin, hükümetimizin fark ettiklerini park edemiyoruz aklımıza.

        ***

        Başbakan, Gezi meselesi için, “Bizim one minute dediklerimiz memnun” dedi.

        Mutlaka İsrail’de çok mutlu olan vardır; Lieberman’lar Biberman’lar gibi.

        Mutlaka İsrail (Likud) kankası ABD’li “Neo-con”, “Yeni-muhafazakâr” ekip de, bir zaman darbe aşığı olmuş Pipes’larıni çok mutlu etti ki, neo-bayram yazılar yazıyorlar.

        Ama onlar artık “Eski-yeni muhafazakâr”!

        En şahin, en küstah, en şirret, en likit Likud olanları yönetimde etkin değil; hatta karşıt.

        Ama Afganistan ve Irak’tan sonra Suriye’ye, İran’a dair fikir ve planları ise, belki daha temkinli biçimde yine etkin.

        ***

        Bundan Başbakan’ın vardığı sonuç çıkar mı?

        Mankafayız ya, anlamıyoruz.

        Çünkü ABD yönetimine, Obama’ya pek yakın olan Gezi Parkı!

        Çünkü Afganistan ve Irak’ta ABD ile “koalisyon ortağı” olan Gezi Parkı!

        Çünkü İncirlik’te ABD atom bombalarını “neo-muhafaza” eden, Kürecik’e kalkan diken Gezi Parkı!

        Ve işin en tuhafı…

        Başbakan “One minute dediklerimiz sevindi” derken, az önce Türkiye’ye gelip MİT ile görüşmeler yapan Mossad başı Tamir Pardo sanki geceleri Gezi çadırında kalıyor!

        Pardo’nun ziyareti için, “İsrail; İran ve Suriye’nin Türkiye aleyhine faaliyetlerine dair bilgi verdi” diyor İsrail medyası.

        Bir ay önce, Sunday Times, “Washington’un Planı 4+1: İsrail’in anti-İran cephede, S. Arabistan, BAE, Ürdün ve Türkiye’ye katılması” diye yazıyor.

        Belki atıyor ama de ki, gidişat bunun tam tersi!

        Sanki Obama zoruyla İsrail’in telefon özründen sonra Mavi Marmara’nın gaz dumanı ardında kalmasının sebebi Yeşil Gezi ya da Ostim işçisi, beyin ölümlü “Çapulcu Ethem”!

        Hepimizin beyni ölü, anlamıyoruz.

        Gezi Parkı vesilesiyle (elbette yabancılar her ata, her parka, her ağaca oynar; her iktidara da!) “yabancılar”ı suçlarken hükümet; sanki Resmi Gazete’de “Yabancılara petrol arama teşviki” için kanunu yazan, tekerlekli sandalyedeki “eylemci”!

        Türk Polisi” ithal biber gazı attığı sırada; “yerli” doğal gaz bulmak için yabancılara kapıyı açan sanki Kırmızılı Kadın!

        O yüzden…

        Olaylara bakıp bir de bizim memleketten sırıtıp durma…

        Sana one minute dedik, Tamir!

        Pardo, yani!

        Bir de Kırmızılı Kadın Açısı var!

        (Ön not: Bu ikinci yazı, Habertürk’te sadece internette çıktı. Sonra gazetede. Küçük oynamalarla bir gün daha burada kalsın, bakalım)

        Başbakan ve çevresi hep “Vandallar” görüyor (görmüş) olabilir.

        Her yerde hep vardır!

        Başörtülü kadına kem dil, hain el uzatan da çıkmıştır. Ama bu el ve dilleri lanetleyenler de inanın çoğalmıştır.

        Vandallar” da var!

        Bir de “Mandallar” var.

        Mandallar, çıtçıtlar, teğeller, ataçlar, zamklar, çimentolar; bir ötekine karışmış damarlar var.

        Birbirine hiç değmemiş insanları dahi ötekine yakınlaştıran bir deneyim, bir okul ve umut da var.

        Kendi ideolojik bagajıyla gelse de bir ötekini sırtlamış, hep öteki saydığıyla omuz omuza verebilmiş, zihnin, dilin, hayatın alışkanlıklarını değiştirebilmiş, değişmiş insanlar da var.

        Bugün “ben değişmem” diye övünen Başbakan’ın bir vakit övündüğü “değiştim” sürecini sahiden yaşayanlar var.

        Kimsenin, can havliyle kapısını çaldıklarında gönlünü açan camiye girmeyi zafer saydığı yok; onca tezvirata rağmen, o müezzine, o mabede şükranları var.

        Hala ötekini öteki sayan; hala dilindeki ezberi sıralayan; hala gönlü taş olan da vardır.

        Sizin orada hiç yok mu!

        Barış Süreci’niz, Barış Umudu’muz var ya…

        Buna daha müsait, daha münasip bir kuşak ihtimali de var.

        Baktığınızda sadece Vandal ya da darbeci görmeyin…

        Belki, bir gün icap ederse, gaz önünde kırmızı kırmızı durduğu gibi; palet önüne yatacak, tank üstüne çıkacak olan da var!

        Diğer Yazılar