Soma her gün ölüyordu, siz görmediniz!
4 yıl önce Karadon kömür faciasında “Güzel öldüler” diyebilen bir Çalışma Bakanı vardı.
Ona göre göçükte kalan işçiler “acı çekmemişti”!
O günden bu yana, madenlerde, tersanelerde, atölyelerde, kamyon kasalarında kaç işçi daha öldü, biliyor musunuz?
4 bine yakın.
Tersane ölümleri olduğunda patronlara arka çıkmakla meşgul olan bir bakan şimdi Patek saatiyle meşgul.
Fakat sadece iktidar sorumlu değil! Bu bir düzen katliamı.
Beyaz, yeşil, ak sermayeler aralarında çekişseler de, büyük mutabakattır, emeğin iliği.
Hepimiz sorumluyuz.
Sağlar zaten sen sağ ben salim; ülkenin “solları” bile “iş cinayetleri”ni, bu “sınıf meselesi”ni öyle çok unutuyor ki. Bir tür muhalefet biçimi zaten sermayeye endeksli olduğu için, onların da hiç umurunda değil.
Daha bir hafta önce Soma madenlerindeki kazalar Meclis’e geldi. Kaza geliyorum dedi.
Can havli iktidarı koruma kanunları çıkaran Meclis’te madencilerin, işçilerin canı pek kimsenin umurunda olmadı.
Öyle ya, sadece AKP döneminde 13 binden fazla işçi işyerlerinde ölmüş ama İş Sağlığı Müdürü bile yerinde kalmıştı.
İş cinayet ve katliamlarını sık yazan bu köşede, Soma işçilerinin ve ailelerinin yasını ve son umutlarını paylaşarak!
***
HERKES HADDİNİ BİLECEK!
Kolay kolay havsalanın ve kalbin alamayacağı şey şu:
Bir başbakan, hadi sadece bir baba, “Bana ve çocuklarıma saldırdılar” deyip “Bunları asla affetmeyeceğim” diye bağırırken…
“Saldırıya” uğramış, aylarca uykuda kalıp ölmüş bir çocuğun öldürülmesini adeta mazur ve makul gösteriyor!
***
Vallahi ister AKP’li ol ister başka…
İster Sünni ol ister Alevi…
Ne olursan ol, yine gel ve de ki, “Bu normal. Herkes haddini bilecek!”
Bunu demek çok zordur.
Mümkün değildir demiyorum; mümkün olduğunu defalarca gördük.
Ama çok zordur.
Kıyamazsın çünkü!
Çünkü “yatıp kalkıyorlar, Berkin Elvan” derken siz…
Bir çocuk yatmış ama kalkamamıştır.
Kabataş’ta “saldırıya uğrayan kadın”; Dolmabahçe’de “içki içilen camii” gibi efsaneler ardından, “yüzünde maske, elinde sapan, cebinde patlayıcı” diye teşhis ettiğiniz çocuğu bu yüzden adeta öldürülmeye müstahak sayarken siz…
Sizi teğet geçince dahi darmadağın ettiğiniz kahraman polisiniz, daha yeni Barış’ın sol gözünü almış, yurdun dört yanında, haddini bilmesi gereken onca çocuğun ya canına, ya gözüne, ya kafasının arkasına kapsülü, plastik mermiyi bırakmıştı.
Bu çocukların canından da sorumluysanız…
Onların hayatının, gözünün, iki gözünün hakkını da bilecek, hesabını da verecek, üzüntüsünü de duyacaksınız!
***
Başbakan, Afyon’da Termal Otel buharında “Herkes konumunu, haddini bilecek… yatıp kalkıyorlar Berkin” diye kızarken…
Aynı Afyon’da cephanelikte paramparça iki astsubay ile hepsi acemi ve genç 23 asker de yatmış ama kalkamıyordu.
Onlara da komutanları aynen öyle demişti:
Herkes haddini bilecek!
“Cumartesi teslim olan, pazartesi ot toplatılan, salı sabahı eğitim verilip öğleden sonra derme çatma sandıklarda yıllanmış el bombalarıyla” cephaneliğe tıkılmış, gece yarısı araç farıyla çalıştırılan genç çocuklar hadlerini bilip itiraz edememişlerdi.
Cephane uzmanı kıdemli Astsubay Nayim itiraz etmiş, “Haddini bilmesi gerektiği” söylenip muhtemelen oda hapsi tehdidiyle, paramparça olmaya itilmişti.
Başbakan o Afyon’da termal sıcağında konuşurken, cehennemi patlamaların alevlerinde paramparça 25 askerin hakkı ve kanı henüz yerdeydi…
Son duruşmada, onları yatıp kalkmamaya mahkum edenler değil, “mahkemeye hakaret ettiler” diye acılı aileler yargılanıyordu.
Başbakan’ın Anayasa Mahkemesi’ne, mahkemelere “haddini bildirdiği” demokraside…
Paramparça yürekler, hadlerini bilmeyip isyan ettiler diye, çocuklarını parçalamış hukuk devletinde sanık olmuştu bir de!
Çocuklarının, kardeşlerinin DNA’larını, kemik ve giysi parçalarını ancak topraktan kazıyıp birbirinden ayırıp sarılmışlar ve bir de sanık çıkmışlardı.
Uludere’de 34 evlatları paramparça yatıp kalkamamış ailelerin de haddini bilmesi isteniyordu ya. Onlar da ikide bir baskına, gözaltına maruzdu o yüzden!
***
Bu çelişkileri, had bildirmeleri, yatıp kalkamamaları vicdanınız kaldırıyorsa…
Hakikaten vicdanımız haddini bilsin.
Sadece ayırarak, kayırarak, talimatla kanasın, sızlasın.
Hakikaten muhafazakâr, mütedeyyin, inançlı olmak dahi böyle şiddetli vicdani körlüğü ve tenakuzu engellemiyorsa, dualarla yatırılıp kalkamayan onca çocuk huzursuz uykularında da haddini bilsin!
***
Başbakan, artık kendi mi okumuş, hangi vakit okumuş, birinden mi duymuş, biri mi konuşma içine koymuşsa, “Tutunamayanlar” ve yazarı Oğuz Atay’ı da andı Afyon’da.
İnsan bir de buna şaşırıyor.
“Herkes haddini bilecek” buyuracaksın ve “Tutunamayan” olup Atay’ın anacaksın!
Haddimi bilmeyerek Atay’ın Günlükler’inden “Korku Oyunu”nu da tavsiye ederim.
Şunları der:
Dış dünyaya beslediğimiz korku.
Sarayı kaleye çevirenlerin korkusu.
Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusu.
Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden hatta dinden korkmak.
Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan şeyhin korkusu.
İlk günahımız, cezalandırılmayan küçük günahlar toplamıdır.
Her an herkes suç işlediğini hissetmelidir ki başkaldıramasın.
Bağışlanmayan tek suç gerçeği aramaktır.”
***
Kadim devletin cumhuriyetçi kibirle halka buyurduğu…
Darbeci paşaların yüz binlerce askere ve millete, ağanın marabaya, patronun işçiye, efendilerin kölelere, tutuklayanların tutunamayanlara…
Başbakan’ın da sandık kibriyle hepimize buyurduğu, bildirdiği “haddini bil” budur işte!
Not: Korku Oyunu’nu aktardığım o eski yazı
Korku oyunu