77 milyon dediysek, brüt o brüt!
20 milyon oyla 77 milyona cumhurbaşkanı seçersin…
77 milyonun cumhurbaşkanı olmak artık onun elindedir.
Daha önce de yazdım, şart değildir… Kendi tercihidir.
Çok partili-çok darbeli dönemde “milletin nerdeyse tamamı”nın cumhurbaşkanı olan tek kişi, tek başına girip anayasasıyla birlikte yüzde 90’dan fazla oy alan Evren’dir.
45 milyonluk nüfusta en az 40 milyonun cumhurbaşkanıydı!
Tamam silahı vardı ama sizin de oyunuz, diyebileceğiniz “hayır”ınız vardı.
O utanç da tarih boyu bir millete yeter!
***
77 milyonun tamamı cumhurbaşkanını sevmek zorunda değil elbet.
Ama cumhurbaşkanı 77 milyonu ayırmamak zorunda; hesapta.
“Cumhuriyetimiz”in içtihadı değil de, “cumhuriyet” kavramının evrensel-tarihi “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” iddiası uyarınca öyle.
Ama sen onu efendime söyle!
Erdoğan da 77 milyonu aynı saymıyor, aynı sevmiyor; ayırıyor, bazen cımbızla, bazen topluca ayıklıyor, aşağılıyor hatta.
Lakin bu haber yeni değil!
Bu satırları okuyanlar da herhalde sadece 13 yaşında değil; unutsalar bile bir geçmiş de var.
“Milletin şu veya bu kısmının esas başına gelenler” son 13 yıldakilerden ibaret değil.
***
Cumhuriyet tarihi özgürlük, eşitlik ve kardeşlikten ziyade…
Küçülmüş, bir millet yaratma telaşına düşmüş, “yedi düvele karşı” tedirgin ve tetikte, Batı’ya karşı Sovyet destekli İstiklal Savaşı yürütüp hemencecik en büyük korkusu “devrim” olmuş, çok insan kaybetmiş, çok insanı toprağından gitmiş, çok insanı topraklarını bırakıp gelmiş; kırımlar ve kıyımlardan kalan acı ve travmaları miras edinmiş, “eşitlik”i sosyal eşitlikten ziyade, “ırk, din, mezhep, millet, etnisite eşitliği” olarak zorla tesise koyulmuş, “özgürlük”ten ürkmeyi zaten devralmış, “kardeşlik”i siyasi, anayasal mutabakat ve dayanışmadan ziyade bulanık “birlik, beraberlik”le tanımlamış dokunun korkuları ile de yazıldı.
Sadece etnik, mezhepsel değil…
“Muhalif, öteki, başka türlü” olanlar üzerine de bazen kanlı, bazen sinsi, hep şüpheci, şiddet dolu bir tarih de yazdı.
***
Yaşadığınız ülkede, belki bilmediğiniz “kökleriniz” bile fişlendi.
Kökler, hep şüphe kaynağıydı. Peşin hainlik potansiyeli.
Aynı zamanda, milletin çoğunluğunu ötekine karşı “birlik” tutma ve esas mücadele etmesi gereken sınıfsal-ekonomik şiddet ve tahakkümü unutturma vesilesi.
Baskı veya kıyımla “kök kazımak” yetmemiş, insanları ömrü boyu “fişler, kayıtlar” bazen gölge gibi, bazen kılıç gibi kovalamıştı.
“Siyasi tercihler, ideolojiler, idealler, inançlar, ibadetler, muhabbetler” de bazen kargacık burgacık, bazen ölüm emri keskinliğinde fişlendi, elden ele, günden güne devredildi.
Hayatlar karartıldı; yazarlar, gençler, muhalifler, her kesimden öteki sayılanların hayatları da alındı.
***
Yani mesele bugün değil sadece.
Mesele, dün mağdur, mazlum olanların; ötekileştirilen, dışlanan, fişlenen, şişlenenlerin bile günü gelince, başkasının hayatının köstebeği, yılanı, çıyanı, kurdu, akbabası olması.
“Cumhuriyet tarihi”nin ayrımcı, fişçi, temizlikçi genlerini taşıyan “paşalar ile maşalar”, bugün kendilerinin de sever göründüğü yazarlar, şairler başta, kök-köken-diken üzerinde uzmanlaşmıştı.
“Birlik-beraberlik… kardeşlik” palavraydı.
Bırak milletin tamamını; ordu içinde dahi.
Onların fişleyip oyduğu kimileri sonradan “Cemaatçi” olarak, yani “ahlak timsali” olmak bir yana, “ayrımcı, fişçi, şişçi zulümler”den bir insanlık dersi çıkarmak yerine, aynısını başkasına yaptılar.
28 Şubat’ın ne pisliği varsa, bir baktık, en çok “mağdurum” diyenlerin üzerine yapışmış, eline yakışmış.
İktidar ve cemaatin birbirinin eli elinde, birbiri “paraleli”nde yaptığı oydu.
Hakiki darbe heveslerini, cinayet ve katliamları, hakikati aydınlatmaktan ziyade, bulanık suda istediği balığı avlamak üzerine örgütlendi iktidar, cemaat ve organları.
***
“İç düşmansız” yapamayan devlet geleneği, sözde cumhuriyetçilerden sözde demokratlara miras kalmıştı.
Miras, otoriterlik ve tahakküm, ayırma ve ötekileştirme olduğu için; fiş, izleme, takip, itibarsızlaştırma, aşağılama gibi her tür teçhizat hazırdı zaten; boyası ve cilası değişti, o kadar.
Derken birbirlerine sapladıkları bıçak ve mızrak da odur.
Çünkü bu milli gelenek.
Çünkü bir başkasından nefret etmeden, bir başka kimliğe öfke duymadan; bazen komşunu, kardeşini bile hain, düşman saymadan mümkün olmuyor.
Kendine saygını başkasına saygısızlıkla inşa edebiliyorsun ancak!
***
Esas demokratik devrim, işte bu hayaleti yok eden, hakikaten özgürlük, eşitlik ve kardeşlik meselesinin hiç olmazsa ruhunu kabul eden; paşa, istihbarat, polis devleti mekanizmalarını kıran bir yol olabilirdi.
Ama o da bu nefret, öfke ve şiddet kültürünün, tahakküm ve otoriterlik histerisinin arsız, yüzsüz, uğursuz iştahını doyurmuyor işte!