Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)

        Yazıyı yazarken maç sonucunu bilmiyorum.

        Belli olduğunda yazı yayınlanmış olacak yazı ama değişmesine gerek yok.

        Çünkü futbol sadece kaleden kaleye şahin uçurulan bir olay değil.

        ***

        6 yaşımda yatılı girdiğim Galatasaray’da 12 yıl “azınlık Beşiktaşlı” olarak okudum.

        Maçta giydiğim okul takımı forması sarı kırmızıydı ama ilk mektebe sınavla girmeden hemen önce kaybettiğim babamın tabutundaki forma ve bayrak siyah beyazdı.

        O da Galatasaray’da okumuş, içinden geldiği “sınıf”a (galiba babaya da) isyanla, içine katılacağı sınıfa daha münasip gördüğü Beşiktaşlı olmayı seçmişti.

        En azından böyle biliyorum, öyle diliyorum.

        O sarı-kırmızı formayla kalmamış, harbiden Beşiktaş forması da giymişti, erken sakatlığına kadar.

        Sonra hiç çıkarmamıştı.

        Ama bir eli Galatasaray, bir eli Fenerbahçe formasının kalbine dokunurdu.

        Kimi bugün ortada olmayan nice kulübe de.

        Yıkılan “İnönü”den, ki bir ara “Mithat Paşa” idi, radyoda “naklen” maç anlatırdı. Hepsine saygıyla.

        Üç, beş yaşlarımda o yayın kulübesi yamacında maç izledim.

        Ömrünün son yılı evden çıkamaz halde, sadece gazeteye yazı gönderebildiği günlere kadar.

        ***

        Babamın son zamanları Şenol-Birol’a hayrandım.

        Babam bir yerde Metin Oktay ile buluştuğunda sohbete sokulmuştum.

        Lefter ile Ada’da uzun sohbetler hatırlıyorum; kıyısında bulunmuştum.

        O yüzden, bazı dikenli adamlar dışında, futbol ve futbolcu sevmeyi, çok güzel adamları formalarıyla saymayı öğrendik.

        Santrafor Şenol Birol ile solaçık Birol Pekel “Şenol Birol Gol” sloganıyla fırtına gibiydi.

        Şenol hele. Ne de olsa soyadında bile taşıyor arkadaşı Birol’u. 62-63 sezonu anormal gol attılar. Ama Galatasaray şampiyon, Beşiktaş kıl payı ikinci oldu.

        Martta babam ölmüştü; Şenol ile Birol’un sezon sonu Fenerbahçe’ye gidişini de görmedi.

        Çocuk kalbim baba kaybı ardından onların gidişiyle de hayal kırıklığına batmıştı.

        Fakat Galatasaray mektebinde bir Beşiktaşlı çocuk, onlar yüzünden için için Fenerbahçe’yi de heyecanla izledi.

        İkisi gidince, Beşiktaş tarihi bir hamle yaptı; genç takımdan (bir başka erken gitmiş iyi adam) Yusuf Tunalıoğlu ile Sanlı Sarıalioğlu’nu onların yerine koydu.

        Bir de Macar Kuzman geldi sonradan.

        “Yugoslav” Spajiç’in Beşiktaş’ı 66 ve 67’de üst üste şampiyon oldu; Galatasaray’da okurken bir daha Beşiktaş şampiyonluğu göremedim; ama okulu severken, takımı ayrı sevmeyi daha çok öğrendim.

        Şenol Birol, Birol’u bırakıp son yılı Beşiktaş’a döndü. (Rizespor kurucularından ve ilk antrenörü oldu.) Onu daha çok sevdim.

        Sonra, Seba-Milne dönemi, yıllar boyu “Elazığ’dan Ulvi, Bolu’dan Recep, Denizli’den Kadir, Maraş’tan Mehmet, Bergama’dan Zeki, genç takımdan Metin, Ali, Feyyaz ve diğerleri takımı” çok uygun düşmüştü bizim tür Beşiktaş sevgisine.

        Şimdi, yense de yenilse de, Biliç takımı da biraz öyle.

        Hele Lucescu’yu da harcayan, “yandaş futbol AVMedyası” “yıldırım” dönemin maddi, manevi, ahlaki yaralarından sonra!

        Tabii ki kulübün “sosyalist” olacağı yok; sürekli yardımcılarını ön plana çıkaran, rakip oyuncu eli sıkan Biliç başka bir şey anlatmaya çalışıyor:

        Futbolun sahadaki emek ve tribündeki emekçi özünü.

        Para babalarının yuttuğu Manchester vb. tarihini; saha içinde ve hayatta dayanışmayı; farklı (renkte) olana saygıyı; tutkuyu, tevazuu, kendine güveni ve ancak yanındakini severek, ona güvenerek bunun saygın olduğunu.

        Böbürlenmeyi değil, haysiyeti!

        ***

        Bu sevdaların darbeciler, kolpacılar, ayrımcılar, düzenbazlar, şovenler elinde, dilinde yuvarlanması, bazen şampiyonluğun karanlık isimlere adanması hep acı veriyor. Beşiktaş’ın da, ötekilerin de.

        Tesisi bile Metin Oktay olan Galatasaray camiası mesela.

        Sadece gollerini değil, darbeye karşı dilekçe imzalayışını, sadece topa vuruşunu değil topsuz duruşunu da önemsemiş kaç Galatasaraylı var? “Bizim mektepliler” başta.

        Gururun Metin Oktay olacak, ama camiadaki büyük isimlerin sık sık darbecilere övgü düzecek! Bundan hiç gocunmayacaksın.

        “Yandaş”a kızdığında bile “kandaşlar” hiç canını sıkmayacak!

        Sırf “Karşıda” değil elbet; bu tarafta, bazen Çarşı’da bile.

        Böyle işte.

        Maç kaç kaç olursa olsun!

        ***

        Bu kısmı bitmemiş maç bitmeden ekledim:

        Ne olursa olsun; devlet, polis, hakem, rakip oyuncu tahriki vesaire…

        Beşiktaş taraftarı (bir kez daha) takımını ayağından vurmuş oldu!

        İyi bir takım (tek maç bir yana) iyi giderken…

        Bir yenilgiyle hiçbir şey olmayacakken…

        Ayrıca 100 yılı aşmış bir tarihte “bir şey olmak” artık ne iken…

        Yakın tarihte muamma bir “Samsun tuzağı” varken…

        Kendi oyuncularını bile sahadan attı!

        Futbolu seveceksin ama ille de sayacaksın!

        ***

        Beşiktaş bir rüyadır; kâbusa da dönüşür.

        Artık yaşlanmış bir çocuktan da bilirim bunu.

        Not: Müsaadenizle bir, iki gün ara.

        Diğer Yazılar

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.