Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YOK yok, Sylvester Stallone ve Michael Caine’in başrollerinde oynadığı Pele’nin de ‘rol kestiği’ meşhur filmi anlatacak değilim. Bu yazının başrol oyuncusu Arda Turan... Kimine göre; zamanında efsane isimlerin terlettiği 10 numaralı formayı ve kaptanlık pazubandını yüz üstü terk etti. Kimine göre ise hayatının belki de en önemli virajını doğru bir şekilde alıp, futbol kariyerinin en takdir edilesi kararını verdi. “İkinci şıkkı tercih edenler arasındayım” deyip, gerekçelerimi sıralayayım...

        Ne yazık ki futbolcusu konuşturulmayan, konuşturulduğu anda sivri ifadeler kullanmaması tembihlenen, sivri ifadeler kullandığında da cezalandıran kulüplere sahibiz. Bu yüzdendir ki ağzından eğri ya da doğru laf alamadığımız her futbolcuyu sadece saha dışında bize yansıtılan yüzüyle tanıma şansı yakalıyoruz. Dolayısıyla son moda ceket satın alınca “Artist”, değişik renkte pantolon giyince “Eşcinsel”, büyük gözlük takınca “Görmemiş”, cep sineması kapatınca “Kıro”, ünlü bir kız arkadaşı olunca “Playboy” yakıştırması yapıyoruz. 1986-1987- 1988 jenerasyonundan kendisi gibi Florya altyapısından yetişen neredeyse tüm futbolcuların yaşadığı pubis sakatlığını bile Arda’nın gece hayatına mal ettik... Çünkü hayatımız önyargılarımız üzerinden yaptığımız yakıştırmalar üzerine kurulu...

        Rahmetli Metin Oktay’ın adı üzerinden yapılan reklam ve pazarlama çalışmaları çerçevesinde 10 numaralı forma ve kaptanlık pazubandı 22 yaşındayken teslim edilen Arda Turan’a hepimiz yüklendik. Önyargılarımızı, kesin yargımız yapıp henüz üniversite çağında olan bir gence, geleneklerine son derece bağlı olan bir camiaya kaptanlık etmesini, yaşça ufak arkadaşlarına örnek olmasını istedik. Hatta biraz fazlasını da istedik. Sahada terinin son damlasına kadar koşmasını, kilo almamasını, gereksiz çalım yapmamasını, milli takım için fedakârlıkta bulunmamasını, ezeli rakipte top koşturan bir futbolcunun çocukluk idolü olduğunu açıklamamasını, fikirlerin uyuşmadığı noktada taraftarlarla karşı karşıya gelmemesini istedik. Kısacası hep “-maması” olumsuz gereklilik kipini öğütledik ona; “-ması” kipini göz ardı ederek... Ya da “bırak, yapsın” deme açıksözlülüğünü göstermeyerek... İstanbul’da yaptığı son basın toplantısına katılan, onu Madrid’e uğurlayan, Madrid’de karşılayan ve tüm bu yaşananları takip eden herkes ağız birliği etmişcesine aynı şeyi söylüyor: “Arda’nın yüzü gülüyor...” Ne güzel, hep gülsün... Gitsin, gezsin, görsün... Yabancı dilini geliştirsin, yeni futbolcular tanısın, paella, tapas, sangria ne varsa yesin, içsin...

        Dünya futbolunun vitrininde olmanın keyfini çıkarsın, bir hafta Messi’ye, diğer hafta Cristiano Ronaldo’ya karşı oynasın. Düşürdüğü Kaka’yı yerden kaldırsın, Casillas’a gol atsın, Xavi-Iniesta- Fabregas üçgeninden sıyrılsın. O yapsın... Çünkü biz hâlâ onun Atletico Madrid’in sağlık kontrolüne parmak arası terlikle gidiyor olmasını konuşuyor olacağız...

        Diğer Yazılar