'Altın Palmiye'li Firari
Yılmaz Güney'in Cannes Film Festivali'nde 'Yol' ile 'Büyük Ödül' kazanmasının üzerinden 37 yıl geçti. Habertürk'ten Mehmet Çalışkan, 'Haftanın Portresi'nde 25 yıllık kariyerinin 14,5 yılını hapishanelerde, 9 ayını ise sürgünde geçiren Güney'in pursantaj memurluğundan Cannes Film Festivali'nde 'Büyük Ödüle' uzanan yolda kariyerini ve suçlarla dolu çalkantılı hayatını derledi
Türk sineması adına uluslararası platformda ilk büyük ödülü 1963'te 'Susuz Yaz' ile Ulvi Doğan, Berlin Film Festivali'nde kazandı.
'En İyi Film' dalında Altın Ayı Ödülü'ne layık görülen 'Susuz Yaz'ı Metin Erksan yönetti.
İlk sinema filmi 'Susuz Yaz' olan Hülya Koçyiğit, başrolü Erol Taş ve aynı zamanda filmin yapımcısı olan Ulvi Doğan ile paylaştı.Bugün 26 Mayıs.
Bugünün özelliği, Türk sinemasının Yılmaz Güney'in 'Yol'unun 'Susuz Yaz'dan 19 yıl sonra uluslararası platformda ikinci kez büyük bir ödül kazandığı günün yıl dönümü olması.
'Yol', Cannes Film Festivali'nde 26 Mayıs 1982'de 'En İyi Film' dalında 'Büyük Ödül'ü kazanarak Altın Palmiye aldı.
Cannes Film Festivali'nde Yılmaz Güney'den sonra Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Rezzan L. Yeşilbaş, Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak da ödül kazandı.
Ne İlginç değil mi?
Cannes Film Festivali'nde 'Büyük Ödül' kazanan iki sinemacı da Yeniceli.
Yılmaz Güney, Adana'nın Yenice köyünde doğdu, büyüdü.
Nuri Bilge Ceylan'ın ise tüm çocukluğu babası Mehmet Emin Ceylan'ın memleketi olan Çanakkale'nin Yenice köyünde geçti.
Grafik Tasarım: Can BAYTAKYılmaz Güney...
Gerçek adı Yılmaz Pütün.
Nam-ı diğer 'Çirkin Kral'.
Yılmaz Güney, Cannes Film Festivali'nde 'Yol' ile 'En İyi Film' dalında Büyük Ödül'ü kazandı.
Yılmaz Güney'in senaryosunu yazdığı, Şerif Gören ile birlikte yönettiği 'Yol'da başrolleri Tarık Akan, Şerif Sezer ve Meral Orhonsay paylaştı.
Yılmaz Güney'in Cannes Film Festivali'nde Büyük Ödülü aldığı an...'Yol', beyazperdeye İmralı Açık Cezaevi'nden bayram iznine çıkan 'Seyit Ali'nin kendisini aldatan eşi 'Zine'ye ceza vermek için gittiği köyünde yaşananları yansıtmıştı.
Çocukluğumda Mersin'de eczacı çıraklığı yapmıştım.
Eczanenin olduğu sokaktaki esnafın gündemi genelde iki konu üzerineydi.
Biri o dönem fırtına gibi esen Fenerbahçe, diğeri ise Yılmaz Güney.
Esnaftan Yılmaz Güney hakkında duyduklarım iki ana başlık halinde şöyleydi;
1- Yılmaz Güney, Türk sinemasına yeni bir tarz getiren birçok film çekti.
2- Yılmaz Güney, sürekli tutuklanıp hapis ve sürgün cezaları aldı.
Başlarda aynı ismi taşıyan iki farklı Yılmaz Güney olduğunu düşünürdüm.
Biri sinemacı Yılmaz Güney, diğeri azılı suçlu Yılmaz Güney...
Aynı kişiler olduğunu öğrendiğim gün ben şok...
25 yıllık kariyerinin 14,5 yılını hapishanelerde, 9 ayını ise sürgünde geçirmesine rağmen Türk sinemasına yeni bir tarz getiren Yılmaz Güney...
Sinemaya başladığı günden ölümüne kadar senarist, yönetmen, oyuncu ve yapımcı olarak sinemanın her dalında yer alan Yılmaz Güney'in aslında kendi hayatı başlı başına bir filmdi.
Türü ise gerilim, aksiyon, macera...
Kimine göre 'Hayatı dolu dolu ve hızlı yaşadı.
Kimine göre kariyerini de heba etti kendisininkiyle birlikte ailesinin ve başkalarının hayatını da.
Kimine göre kahramandı, kimine göre anarşist.
Kimine göre katildi, kimine göre kurban.
Kimine göre lümpendi, kimine göre değil.
Kimine göre düşünce suçlusuydu kimine göre adam öldürmekten hapishanede yatarken kaçtığı yurt dışında tutunabilmek için kendisine siyasi bir hava yaratmıştı.
Yılmaz Güney'in kim olduğuna kimin nasıl karar vereceğini bilemem ama bir gerçek var ki hem filmleriyle hem de karıştığı adli olaylarla yaşadığı döneme damgasını vurdu.
Ve ölümünden sonra çok tartışılan bir kişi oldu.
1 Nisan 1937'de Adana'nın Yenice köyünde doğdu.
Çocukluk yıllarında pamuk işçiliği ve simitçilik yaptı.
Sonra da pursantaj memurluğu...
Alamet-i farikası izleyicinin bir filmde ne istediğini iyi bilmesiydi.
Bu konuda doğal bir yeteneği mi vardı?
Hayır.
O yeteneğini Adana'da yaptığı pursantaj memurluğuyla kazandı.
Pursantaj memurluğu dendiğine bakmayın.
Sinema gibi gösterişli bir sektörün en gözle görünmeyen, en yabana atılır işine fiyakalı bir isimle değer katılmaya çalışılmış.
Yapılan iş aslında bildiğin hamallık.
İçinde film bobinlerinin bulunduğu kutular sinemadan sinemaya taşınıyordu. Bu işi yapanlara da pursantaj memuru deniyordu.
Yılmaz Güney, hamallıktan kendine katma değer çıkaracak kadar zeki, verilenle yetinmeyip tuttuğunu koparacak kadar yokluk ve açlık görmüş hırslı biriydi.
Gösterimi bitene kadar o sinemada kalıp filmi izler sonrasında bobini kutusuna koyup başka bir sinemaya koştururdu.
Aynı filmi diğer sinemada bir daha izlerdi.
Yılmaz Güney'in pursantaj memurluğu yaptığı sıralarda taşıdığı bazı film kutuları, Adana Sinema Müzesi'nde balmumu heykeliyle birlikte sergileniyor.İşte Yılmaz Güney'in izleyicilerin bir filmde ne istediğini iyi bilme yeteneği o sıralarda gelişti.
İzleyicilerin bir filmde hangi konulara, hangi diyaloglara nasıl tepki verdiğini yıllarca gözlemleme şansına sahip oldu.
Aylaklık yapma yerine salonda kendine bir yer bulup bobinlerini taşıdığı filmleri izleye izleye hem film teknikleri hem de izleyicinin isteklerinin neler olduğu konusunda kendini geliştirerek o özel yetenekle donanmış oldu.
O yıllarda edindiği bir öğreti 'Yılmaz Güney Sineması'nın temelini oluşturdu.
'Ne yaparsan yap halkla bütünleş'...
Liseden mezun olduktan sonra Adana'dan ayrılarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne yazıldı.
Sinemaya olan merakı nedeniyle Dar Film'in ofisinde iş bularak çalışmaya başladı.
Orada da sinema kariyerini başlamasına vesile olan Atıf Yılmaz ile tanıştı.
1959'da Atıf Yılmaz'ın yönettiği 'Bu Vatanın Çocukları' ve 'Alageyik'in senaryolarını yazdı.
Bu filmlerde ilk kez oyunculuk, 'Kara Sevda'da ise Atıf Yılmaz'ın yardımcılığını da yaptı.
Yılmaz Güney, 'Bu Vatanın Çocukları'nda başrolü Nurhan Nur, Atıf Kaptan ve Bilge Zobu ile paylaştı.1955'te On Üç adlı dergiye yazdığı hikâyede komünizm propagandası yaptığı nedeniyle hakkında açılan dava, 1961'de karara bağlandı.
1,5 yıl hapis ile 3 ay sürgün cezası...
Tahliye olduktan ve Konya'daki sürgün cezasını tamamladıktan sonra Ümit Utku'nun yönettiği, Göksel Arsoy, Leyla Sayar ve Nebahat Çehre'nin başrollerini paylaştığı 'Yaban Gülü'nün senaryosunu Atıf Yılmaz ile birlikte yazarak sinemaya döndü.
Fırtınalı bir aşk yaşadığı ilk eşi Nebahat Çehre ile de bu filmin setinde tanıştı.
1966'da 'At Avrat Silah', 1967'de 'Benim Adım Kerim' ve 'Bana Kurşun İşlemez' ile yönetmenlik koltuğuna ilk kez oturdu.
Bu 3 filmi Hasan Kazankaya, Kemal Dilbaz ve Alaatin Perveroğlu ile ortak yönetmen olarak çeken Yılmaz Güney'in tek başına yönettiği ilk film olan 1968 yapımı 'Seyyit Han - Toprağın Gelini', Berlin Film Festivali'nden davet aldı.
Ne var ki sansür kurulu, filmin yurt dışına çıkarılarak festivale katılmasına izin vermedi.
Yılmaz Güney'in başrolü Nebahat Çehre ile başrolünü paylaştığı 'Seyyit Han - Toprağın Gelini', beyazperdeye merkezinde köy hayatının ekonomik güçlükleri olan bir aşk hikâyesini yansıttı.1967 yapımı 'Hudutların Kanunu', Yılmaz Güney'e kariyerinin ilk ödülünü kazandırdı.
Ömer Lütfi Akad'ın yönettiği filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney, Pervin Par ve Erol Taş ile başrolleri de paylaştı.
'Hıdır' karakteriyle Antalya Film Festivali'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' seçilerek Altın Portakal kazandı.
Yılmaz Güney'in kazandığı ilk Altın Portakal Ödülü....NASIL ÇİRKİN KRAL OLDU?
Yılmaz Güney, filmlerinde ezilenlerin, hor görülenlerin hikâyelerine yer verdi, söylemlerinde eşitsizliğe, sömürüye, haksızlığa karşı çıktı.
Eşitsizliği, sömürüyü ve haksızlığı konu edinen filmler, Yılmaz Güney'den önce de vardı ama bu konular üzerinde bu kadar yoğun duran ilk sinemacıydı.
Aslında her filminde kendisi vardı.
Kendisini yazıyor, kendisini yönetiyor ve kendisini oynuyordu.
Kendisi de bu konuda şöyle demişti; "Ben oyuncu olarak giyiminden, davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki... Zaten kendimi oynuyordum. Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça var."
Yılmaz Güney, 1968'de 'Pire Nuri' ile yapımcılığa da başladı.Yılmaz Güney'e bir unvan gerekliydi.
Sinemanın bir kralı vardı;
Ayhan Işık...
Gölgesi yüzüne vuracak kadar büyük dolma burunlu, kavruk yüzlü, kırsal kökenli Yılmaz Güney ise sinemanın 'Çirkin Kralı' oldu.
Yılmaz Güney, 'Çirkin Kral' yakıştırmasına ses çıkarmayarak kabullendi.
Çünkü 'Çirkin Kral', kızları öpme mülkiyeti onlarda olan jönlere karşı alınan bir tavır olacaktı.
Çünkü 'Çirkin Kral', sokaktaki izleyiciyi aşağılık kompleksinden kurtarıp onların sözcülüğünü yaparak destek aldığı kitle üzerinde gücünü kanıtlayacaktı.
YILMAZ GÜNEY VE ŞİDDET
Kariyerinde kısa sürede yüksek sıçrama yapan Yılmaz Güney'in büyük bir zaafı vardı.
Şiddet...
Bir gün;
Kulüp 12'de bir kavgaya karıştı.
Kavga sırasında 3 kişiyi bıçakla yaraladı.
Bir gün;
Erdoğan Tokatlı'nın yönettiği 'Eşrefpaşalı'nın bir sahnesi Nazım Kalkavan'ın Beylerbeyi'ndeki Yalısı'nda çekiliyordu.
Senaryoya göre 'Kudret' (Yılmaz Güney), 'Ayşe'nin (Nebahat Çehre) başına koyduğu bardağı tüfekle vuracaktı.
Tüfekten çıkan kurşun da bardağın kırılması da beyazperdeye film hileleriyle yansıtılacaktı.
Ne var ki Yılmaz Güney bunu kabul etmeyerek bardağı gerçek kurşunla vurmak istedi.
Nebahat Çehre de Yılmaz Güney'e diğer herkes gibi 'Hayır' diyemezdi.Ne Erdoğan Tokatlı'yı dinledi ne de bir başkasını.
Nebahat Çehre'yi bahçenin ortasına getirip başına bir bardak koydu ve ona kıpırdamamasını söyledi.
Sonra tüfeğine gerçek kurşun yerleştirip 20 metreden ateş etti.
Bardağı vurdu.
O anda sinir boşalması yaşayan Nebahat Çehre, dakikalarca ağladı.
Ve Nebahat Çehre, o dönem Yılmaz Güney'in eşiydi.
Film setindeki herkes bu olayı film izler gibi izledi.Yılmaz Güney'in şiddetle ilintisi sadece bu olayla sınırlı değildir;
Yılmaz Güney ile Nebahat Çehre 1966'de evlendi.
Yılmaz Güney, 29, Nebahat Çehre ise 19 yaşındadır.
Yılmaz Güney, hemen çocuk sahibi olmak istedi ama Nebahat Çehre, evliliklerinin sağlam temele oturmasından sonra çocuk doğurabileceğini söyledi.
Evlilikleri sağlam temele oturmayınca Nebahat Çehre, 1968'de boşanmak istedi.
Yılmaz Güney, doğal olarak eşinin bu isteğine itiraz etti.
Çıkan tartışmada Nebahat Çehre, evden ayrıldı.
Yılmaz Güney, eşini otomobiliyle takip etti.
Bir süre sonra önünü kesip otomobile binmesini istedi.
Binmeyince durdurmak için otomobiliyle eşine çarptı.
Köprücük kemiği kırıldı.
Nebahat Çehre, Yılmaz Güney'in kendisine otomobiliyle çarparak köprücük kemiğinin kırılmasından dolayı oldukça mutlu oldu.
Neden mi?
Bu olay boşanmasını kolaylaştırdı da ondan.
Evlendikten bir buçuk yıl sonra tek celsede boşandılar.
Nebahat Çehre, 2003'te yaptığım röportajda Yılmaz Güney'in hayatındaki yeri hakkında çarpıcı açıklamalarda bulunurken 'Onunla tartışılmazdı' ve 'Öyle bir bakardı ki kabuğuma çekilirdim' demişti.Bir gün;
Bir kumarhanede çifte tabancayla yakalandı.
Ve bir gün:
Adam öldürdü.
KANUN KAÇAKLARINI EVİNDE SAKLADI
Yılmaz Güney'in 12 Mart 1971 Muhtırası günlerinde öğrenci örgütleriyle ilişkisi vardı.
Onlara para yardımı yapıyor, silah temin ediyordu.
O gün akşam saat 8'de sokağa çıkma yasağı başlayacaktı.
Yılmaz Güney, saat 8'e gelirken Levent'teki evinin kapısını çaldı.
Kapıyı 19 yaşındaki ikinci eşi Fatoş Güney açtı.
Fatoş Güney, 6 aylık hamiledir.
Yılmaz Güney'in yanında 3 kişi vardı.
Askerlerce aranan 3 kişi.
Üstelik o 3 kişi silahlıydı.
Mahir Çayan, Oktay Etiman ve Hüseyin Cevahir...
Yılmaz Güney; Mahir Çayan, Oktay Etiman ve Hüseyin Cevahir'i evinin çatı katına sakladı.
Bir süre sonra askerler evine baskın düzenledi.
Aramalarına rağmen evde Mahir Çayan, Oktay Etiman ve Hüseyin Cevahir'i bulamadılar.
Tutuklama kararı çıkarılan Yılmaz Güney'i ise göz altına aldılar.
Sabah olduğunda Mahir Çayan, Oktay Etiman ve Hüseyin Cevahir, evden ayrıldı.
Bir süre sonra Fatoş Güney de göz altına alınarak eşi gibi sorguya çekildi.
Fatoş Güney ile Yılmaz Güney'in düğününden bir sahne.O sırada yakalanan Oktay Etiman ile Fatoş Güney yüzleştirildi.
Birbirlerini tanımadıklarını söyleyince Fatoş Güney serbest bırakıldı.
Yılmaz Güney ise 3 aylık sürgün cezası alarak Nevşehir'e gönderildi.
Yılmaz Güney, Nevşehir'de 3 aylık sürgün cezası aldığı yönündeki kararın açıklanmasından sonra Fatoş Güney ile böyle vedalaştı.Yılmaz Güney, Nevşehir'deki sürgünden döndükten kısa bir süre sonra 1972'de devrimcilere para yardımında bulunduğu gerekçesiyle 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
2 yıl hapis yattıktan sonra Bülent Ecevit hükümetinin genel affıyla serbest kaldı.
Yılmaz Güney ile yeğeni Abdullah Pütün'ün olaydan bir kaç saat sonra karakoldaki görüntüleri.NEDEN KATİL OLDU ?
Yıl 1974...
Genel afla tahliye olduğu yıl.
Adana'nın Yumurtalık ilçesinde 'Endişe'nin çekimleri yapılıyordu.
Dönemin Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur, film ekibine bir otelin gazinosunda yemek daveti verdi.
Ege Bagatur, 1973 - 1977 arasında Adana'nın belediye başkanlığını yaptı.Bir süre sonra bir adam gazinodan içeri girerek 'Sana Yılmaz Güney mi diyorlar, Yılmaz Güney kim?' diye bağırdı.
Yılmaz Güney, oralı olmadı, ses çıkarmadı.
Gazinodakiler adamı dışarı çıkardı ama bir süre sonra tekrar geldi.
Hakaretlerine devam ederek sandalyeyle Yılmaz Güney'in koluna vurdu.
Ardından da eşi Fatoş Güney hakkında küfür edince ortalık karıştı.
Adam, başından vurulup öldürüldü.
Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu...
Gazinodaki görgü tanıkları, olayın bu şekilde gerçekleştiğini anlattı.
Yılmaz Güney'in 19 yıl hapis cezası aldığını duyduğu an çekilen fotoğraf...Nedeni ne olursa olsun bir insanın canını alarak yaşanacak bir hayata son vermiş, öldürdüğü kişinin ailesini acılar içinde bırakarak onların geleceklerini ellerinden almıştı.
Ve kendi ailesini de acılar içinde bırakmıştı.
Ve kendi elleriyle kendi geleceğini de heba etmişti.
Cem Karaca, Hakan Balamir ve Semra Özdamar, Ankara'daki mahkemeye giderek Yılmaz Güney'e destek vermişti.Yeğeni Abdullah Pütün, 'Hakim Sefa Mutlu'yu ben öldürdüm' şeklinde ifade verse de bir süre sonra 'Adaleti yanıltma ve silah taşıma' suçundan hakkında dava açıldı.
Karakolun önünde toplanan ve suçu üstlenen birçok Adanalı hayranı, 'Katil benim' diyerek Yılmaz Güney'in serbest bırakılmasını istedi.
Yılmaz Güney tutuklanmış, 'Endişe' yarım kalmıştı.
Yönetmen olarak yerine Şerif Gören, oyuncu olarak ise Erkan Yücel geçti.
Film tamamladıktan sonra Antalya Film Festivali'ne katıldı.
Ve
'En İyi Film' (Yılmaz Güney), 'En İyi Yönetmen' (Şerif Gören), 'En İyi Erkek Oyuncu' (Erkan Yücel), 'En İyi Senaryo' (Yılmaz Güney) ve 'En İyi Görüntü Yönetmeni' (Kenan Ormanlar) dallarında olmak üzere 5 Altın Portakal kazandı.
Bitmedi...
Yılmaz Güney'in aynı yıl çekilen diğer 2 filmi de Altın Portakal ödülleri kazandı.
'Arkadaş' ile 'Zavallılar'...
Yılmaz Güney, Melike Demirağ ile 'Arkadaş'ın bir sahnesinde görülüyor...Yılmaz Güney'in 'Arkadaş'ı, 'Endişe'den sonra en iyi ikinci film, 'Zavallılar'ı ise en iyi üçüncü film seçildi.
Bitmedi...
'Zavallılar'ın yardımcı kadın oyuncusu Seden Kızıltunç ve 'Arkadaş'ın müziklerini yapan Atilla Özdemiroğlu ile Şanar Yurdatapan da Altın Portakal kazandı.
Böylelikle Yılmaz Güney'in 3 filmi Antalya Film Festivali'nde aynı yıl toplam 9 ödül kazanarak hâlâ kırılamamış olan bir rekora imza attı.
Festivalin geri kalan iki ödülü olan 'En İyi Kadın Oyuncu' ile 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' ödüllerini ise 'Diyet'teki rolleriyle Hülya Koçyiğit ile Erol Taş kazandı.
Belki de Yılmaz Güney'in ödüllük 3 filmi de güzel bir tesadüf eseri aynı yıl Antalya Film Festivali'ne katılmıştı.
Belki de sinema sektörü, hapishanedeki Yılmaz Güney'e ödüllerle moral vermek istemişti.
Atıf Yılmaz ile senaryosunu ortak yazdığı ve ortak yönettiği 'Zavallılar', Yılmaz Güney'in kamera karşısına geçtiği son film oldu.Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan dava sonucu 13 Temmuz 1976'da 19 yıl hapse çarptırıldı.
Hapiste olduğu yıllarda 'Bir Gün Mutlaka', 'İzin', 'Sürü' ve 'Düşman'ın senaryolarını yazarken sahibi olduğu Güney Film'e ait bu filmleri Bilge Olgaç, Temel Gürsu, Zeki Ökten yönetti.
Yılmaz Güney, eşi Fatoş Güney ve oğlu Yılmaz Güney Pütün ile görülüyor...Yılmaz Güney, Isparta Yarı Açık Cezaevi'nde 5 yıl hapis yattıktan sonra 9 Ekim 1981'de bir günlük izinle dışarı çıktı.
İzin sonrasında hapishaneye dönmeyip Antalya'nın Kaş ilçesinden Yunanistan'ın Meis Adası'na kaçtı.
Meis Adası'ndan İsviçre'ye, oradan da Fransa'ya geçerek Paris'e yerleşti.
1976'da Ankara Cezaevi'nde çocukların başlattığı isyanı konu alan son filmi 'Duvar'ı Fransa'da çekti.
Yılmaz Güney, filmde siyasi nedenlerle Türkiye'den kaçarak Fransa'dan siyasi sığınma hakkı isteyen Türkler'e de rol verdi.
'Duvar', Yılmaz Güney'in ölümünden bir yıl sonra Cannes Film Festivali'nde yarıştı ama ödül kazanamadı.Yetkililerin 'Ülkene dön' çağrılarına kayıtsız kalması sonucu 1983'te Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
9 Eylül 1984'te yakalandığı mide kanseri nedeniyle henüz 47 yaşındayken hayatını kaybetti.
1974'te Bülent Ecevit hükümeti tarafından genel af çıkarılmamış olsaydı belki de Yılmaz Güney'in hayatının akışı bambaşka olacaktı.
8 yıl daha hapis yatıp 1982'de tahliye olduktan sonra özgürlüğüne kavuşacaktı.
Hapiste olduğundan dolayı katil olmayacak, bir başkasının hayatına son verip ailesini acılar içinde bırakmayacaktı.
Ülkesinden kaçmayacak, Türk vatandaşlığından çıkarılmayacaktı.
Ve belki de mide kanserine yakalanmayacak, günümüzde hayatta olacaktı.
Yılmaz Güney, Fransa'da firari olarak yaşarken eşi Fatoş Güney de yanındaydı.Yılmaz Güney'in iki çocuğu bulunuyor.
1966'da Birten Ünal ile yaşadığı evlilik dışı ilişkiden doğan Elif Güney Pütün.
Diğeri Fatoş Güney'den doğan, kendisiyle aynı adı taşıyan Yılmaz Güney Pütün.
Elif Güney PütünYılmaz Güney...
Türk sinemasına yeni soluk getiren kimilerince bir 'dahi sinemacı'...
'Dava'sı uğruna kariyerini kesintilere uğrattı, ailesini tehlikeler içinde bıraktı.
Öfkesine yenik düşerek kariyerine derin bir darbe vurdu, ailesini göz ardı etti.
Türk sinemasına kazandırdıkları ortada.
Öldürdüğü kişinin ailesine kaybettirdikleri de.
Ve kendi ailesine kaybettirdikleri de...
Bu konuda kızı Elif Güney Pütün, 7 yıl önce söylenmesi gerekeni söyledi;
'Baba, sen davanın bedelini bize ödettin'