Babalar Günü'nde seyredebileceğiniz 30 film
Babalık nedir? Edebiyat ve sinemanın vazgeçemediği sorulardan biridir… Babalar ve çocukları, birçok filmde karşımıza çıkar, bizi düşündürüp duygulandırırlar. İşte Babalar Günü'nün anlam ve önemine uygun 30 film… Habertürk film eleştirmeni, Mehmet Açar'ın yazısı…

Indiana Jones Son Macera (1989)
(Indiana Jones and the Last Crusade)
Yönetmen Steven Spielberg ve yapımcı George Lucas, serinin üçüncü filminde bizi Indiana Jones’un (Harrison Ford) babası Profesör Henry Jones (Sean Connery) ile tanıştırıyorlar… Henry Jones, II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Kutsal Kase’yi ararken ortadan kayboluyor. Oğlu Indiana da babasını bulmak ve Nazilerin Kutsal Kase’yi ele geçirmesine engel olmak için harekete geçiyor. Gözüpek bir maceracı, saygın bir profesör ve arkeolog olan Indiana Jones’u ‘babasının oğlu’ olarak görmek, eğlenceli ve duygusal bir filme vesile oluyor. Birbirinden ayrı düşmüş baba–oğul arasındaki çatışmalar kadar, aralarındaki benzerliklere ve pişmanlıklara da tanık oluyoruz.

Babam İçin (1993)
(In the Name of the Father)
Londra’da çok kişinin ölümüyle sonuçlanan patlamanın ardından polis, ufak tefek hırsızlıklar dışında suç işlememiş Belfastlı Gerry Conlon’u (Daniel Day Lewis) IRA militanı olduğu şüphesiyle yakalar. İşkence altında işlemediği suçu itiraf etmek zorunda kalan Conlon, müebbete mahkûm olur. Babası (Pete Postlethwaite) da ona yardım ve yataklık suçuyla tutuklanır... Jim Sheridan'ın yönettiği, gerçek bir olaydan esinlenen film, masum ve güçsüz insanları yetersiz delillerle müebbete mahkûm eden İngiliz adaletini sert şekilde eleştiriyor. Ama filmin kalbinde hüzünlü bir baba–oğul ilişkisi var... Hapiste değişen, olgunlaşan Gerry, babasıyla yeni bir ilişki kurmaya çalışıyor. Baba-oğul çok zor koşullarda da olsa dayanışma göstererek ilişkilerini yeniden kuruyorlar. Hem Day-Lewis hem de Postlethwaite Oscar'a aday olmuştu...

Hayatım (1993)
(My Life)
Bob Jones (Michael Keaton), iyi ve kötü haberleri peş peşe alır. İyi haber, eşinin (Nicole Kidman) hamile olmasıdır. Kötü haber ise kanser olduğunu öğrenmesi... Üstelik çok fazla ömrü kalmamıştır. Bob, büyürken yanında olamayacağı çocuğu için videolar hazırlamaya başlar; babalık görev ve sorumluluklarını önceden yerine getirmek için çaba gösterir. Masallar okur, öyküler anlatır. Bir oğul sahibi olacağını öğrendiğinde ise ona nasıl tıraş olacağını öğretmeye çalışır… Hastalığı kötüye gittikçe, yakın bağlar kuramadığı kendi babasıyla olan ilişkilerini yeniden değerlendirir. Duygusal ve göz yaşartıcı bir film… Bruce Joel Rubin’in yazıp yönettiği filmde Michael Keaton, performansıyla öne çıkıyor.

Mrs. Doubtfire (1993)
Bir baba evlat sevgisi için yeri geldiğinde kadın kılığına bile girebilir… Eşinden ayrılan ve çocuklarıyla birlikte olmak için kendisine tanınan sınırlı yasal süreyi yeterli bulmayan Daniel Hillard (Robin Williams) soruna çözüm bulmak için harekete geçer. Eski eşini kandırıp çocuklarıyla daha çok vakit geçirebilmek için yaşını başını almış deneyimli bir İngiliz dadı kılığına girer… Anne Fine’ın romanından uyarlanan, Chris Columbus’un yönettiği film, Robin Williams’ın da katkısıyla birçok sahnesinde çok eğlenceli ve komik bir film olabiliyor. Daniel Hillard, komik ve özverili bir dadı olmayı başarırken hem içindeki anneyi keşfediyor hem de nasıl daha iyi bir baba olacağını öğreniyor. Gösterime girdiğinde eleştirmenlerin çok ilgisini çekmese de yıllar içinde popülaritesini korumayı başardı. Bunda kuşkusuz Robin Williams’ın da büyük bir payı var…

Aslan Kral (1994)
(The Lion King)
Gösterime girdiği yıl tüm dünyada gösterdiği çarpıcı gişe başarısıyla hatırlanan “Aslan Kral”, stüdyoların animasyonlara daha çok yatırım yapmasının önünü açan filmlerden biridir. Müzikalle animasyonu birleştiren klasik bir Disney yapımı olan film, bir Hamlet uyarlamasıdır ve Japonların 1965–1967 yılları arasında yayınlanan çizgi film dizisi “Beyaz Aslan Kimba”dan esinlenmiştir... Film, geleceğin kralı olarak doğan Simba'nın hikâyesini anlatır. Minik Simba'nın babası Musafa'nın korunaklı gövdesinin altında huzur içinde yürüdüğü sahneler unutulmazdır... Baba ile oğulun sevgi dolu huzurlu ilişkisi, iktidarı ele geçirmek isteyen amca Scar yüzünden sona erer... Simba, yetişkin bir aslan olup hesap sormak istediğinde babasının öğrettiklerini yeniden hatırlar. Babalarımız aramızdan ayrılsa da zihnimizde hep yaşamazlar mı?

Hayat Güzeldir (1997)
(La vita e bella)
Babalar çocukları için her şeyi yapabilir, gerektiğinde hayatlarını bile feda edebilirler. Ama bazen babaların çocukları için yapabilecekleri şeyler sınırlıdır... Sözgelimi, II. Dünya Savaşı'nda toplama kampına alınmış bir Yahudi'yseniz ve oğlunuz da sizinle birlikteyse, onu korumak için ne yapabilirsiniz ki? Roberto Benigni'nin canlandırdığı Guido son ana kadar teslim olmamaya kararlı bir baba olarak, çocuğunu en azından ölüm korkusu ve kaygıdan uzak tutmak istiyor ve ona her şeyin büyük bir oyun olduğunu söylüyor. Guido'nun o korkunç gerçekliği bir oyuna çevirme çabalarının kökeninde sınırsız bir evlat sevgisi olduğunu hissediyorsunuz. Vincenzo Cerami ile Roberto Benigni'nin yazdığı, Benigni'nin yönettiği “Hayat Güzeldir”i ilk seyrettiğimde soykırıma mizahı karıştırma fikrinden çok hoşlanmamıştım ama yıllar geçtikçe Guido'nun o koşullarda yapabileceğinin en iyisini yaptığını daha iyi kavradım. Gerçekliğin korkunçluğuna karşı tek çözüm, hayallerin özgürlüğü değil mi?

Azap Yolu (2002)
(Road to Perdition)
“Azap Yolu” ilk bakışta, Büyük Bunalım döneminin gangster filmleriyle akraba... Ama bildiğimiz gangster öykülerinden biri değil. Hikâyesi aslında uzun ve biraz karışık olsa da her şeyiyle babalar ve oğullarla ilgili... Filmin merkezinde Michael Sullivan (Tom Hanks) ve oğlu var. Bir çete üyesi olan Sullivan, oğlunun kendisi gibi biri olmasını istemiyor. Patronu John Rooney (Paul Newman) için Sullivan, manevi oğlu gibi.... Rooney onu çok seviyor ve çocuklarını da torunları gibi görüyor. Ama öz oğlu Connor (Daniel Craig) babasının Sullivan'a olan sevgisinden, ilgisinden rahatsız... Suç dünyasının içinde yetişen Connor, hırsı ve açgözlülüğüyle öyküyü şekillendiren kötü adamın ta kendisi... Sullivan'ı ortadan kaldırmak istemesinde kıskançlığının da payı var. Filmin sonunda Sullivan'ın oğlu, babasının iyi biri olup olmadığını soranlara “O benim babamdı” diyerek her şeyi özetliyor. Çünkü hayatı, biraz da babalarımızdan öğrendiklerimizle yaşıyoruz... David Self'in bir resimli romandan uyarladığı, Sam Mendes'in yönettiği filmin etkileyici bir stili ve akılda kalıcı bir görsel atmosferi olduğunu belirtelim.

Büyük Balık (2003)
(Big Fish)
Paris’te yaşayan Amerikalı gazeteci Will Bloom (Billy Crudup), kanser hastası babasını ziyaret etmek için hamile eşi Josephine (Marion Cotillard) ile birlikte doğup büyüdüğü Alabama, Ashton’a gelir. Üç yıldır görüşmediği babasının çocukluğundan bu yana anlattığı hikâyeleri hiç unutmamış ama bir yetişkin olduktan sonra babasına ve hikâyelerine olan inancını tümden kaybetmiş, ondan uzaklaşmıştır. Yıllarca gezgin satıcılık yapan baba ile oğlun artık çok vakti kalmamıştır. Daniel Wallace’ın 1998 tarihli aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film, usta yönetmen Tim Burton’ın en duygusal ve güzel filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Babasını 2000 yılında kaybeden Tim Burton için de kişisel bir film… Will’in babası Edward’ın gençliğini Ewan McGregor, yaşlılık yıllarını ise Albert Finney canlandırıyor.

Kayıp Balık Nemo (2003)
(Finding Nemo)
Andrew Stanton ve Lee Unkrich'in yönettiği film, oğlu Nemo’yu aramak için hiç bilmediği açık denizlerde zorlu bir macerayı göze alan palyaço balığı Marlin’in serüvenlerini anlatır... Akvaryum balığı Marlin için denizler, başta köpekbalıkları olmak üzere kuşkusuz büyük tehlikelere gebedir. Bu arada, Nemo da babasına kavuşmak için elinden geleni yapar. Bütün bu macera sırasında Marlin, aşırı korumacı bir baba olmanın, çocukları güvenlik çemberi içinde yaşatmanın çok da anlamlı olmadığını kavrar. Nemo'nun bir şekilde kendi hayatını yaşaması gerekmektedir. Sonuçta bilgi ve deneyim olmadan hiç kimsenin olgunlaşması mümkün değildir. Finalde baba ve oğul, sadece birbirlerini değil, kendilerini de bulurlar.

Umudunu Kaybetme (2006)
(The Pursuit of Happyness)
Senaryosunu Steve Conrad'ın yazdığı, Gabriele Muccino'nun yönettiği “Umudunu Kaybetme”, duygusal ve göz yaşartıcı bir film... En güzel yanı ise bittiğinde kendinizi iyi hissetmeniz, baba–oğul ilişkisinin sıcaklığında ısınmanız... Yaşanmış gerçek bir olaydan uyarlanan film, Christopher Gardner'ın hikâyesini anlatıyor. Gardner, verdiği yanlış kararlarla maddi açıdan sıfırı tüketir. Eşinin onu terk etmesinin ardından, yaşadığı evden de atılır ve oğluyla sokaklarda yaşamaya başlar... Ama oğlunun sevgisi ve desteğiyle ayakta durmaya, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Başrollerde Will Smith ile oğlu Jaden Smith'in oynadığı “Mutluluğun Peşinde”, duygu sömürüsüne fazla girmeden sizi etkisi altına alan bir film..

Mamma Mia (2008)
Catherine Johnson’un kendi yazdığı aynı adlı sahne prodüksiyonundan sinemaya uyarladığı film, hikâyesini ABBA grubunun unutulmaz hit şarkılarıyla anlatan bir müzikal… Ege’deki bir Yunan adasında geçen filmde Sophie (Amanda Seyfried) düğününden önce heyecan içindedir. Annesi Donna’dan (Meryl Streep) habersiz olarak adaya davet ettiği üç erkekten birinin babası olduğuna emindir… Pierce Brosnan, Colin Firth ve Stellan Skarsgard’ın canlandırdığı üç baba adayının adaya gelmesiyle her şey daha eğlenceli, duygusal ve komik bir hal alır… Sophie’nin baba arayışı kadar üç erkeğin babalık duygusunu yaşamaya duydukları özlem de önemlidir. Hikâye ilerledikçe baba sevgisinin biyolojik bağın ötesine geçtiğini hissederiz. Phyllida Lloyd’un yönettiği film, nostaljik ABBA şarkıları eşliğinde bir müzikal…

Çılgın Hırsız (2010)
(Despicable Me)
İnsanları ve özellikle çocukları hiç sevmeyen, “kötü” olmaktan zevk alan Gru’nun, üç yetim kızla tanışmasının ardından, iyi kalpli, müşfik bir babaya dönüşmesinin öyküsü... Üç küçük şirin kızın masumiyeti, zengin hırsız Gru'nun bencilliğini ezip geçiyor. Gru sert karakterli annesi nedeniyle sevmeyi öğrenememiş, ihtiraslı ve yalnız biri... Öyle ki Ay’ı dahi insanların elinden çalmak istiyor. Öte yandan, yanında maaşlı olarak çalışan binlerce “işçi minyonu”nu tek tek isimleriyle tanıyor olması, ondaki “babalık” potansiyelini önceden haber veriyor aslında. Pierre Coffin ve Chris Renaud’nun yönettiği “Çılgın Hırsız”, “sevmeyi ve paylaşmayı öğrenen bencil zengin adamın klasik öyküsü”nü, animasyon formatının sınırsız olanaklarıyla yeniden anlatıyor, evlat sevgisinin nelere kadir olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Benim Babam, Benim Oğlum (2013)
(Like Father, Like Son - Soshite Chichi ni Naru)
İş hayatında ulaştığı başarılar nedeniyle daha da mükemmeliyetçi ve kibirli hale gelen Ryota, eşine ve oğluna yeterince vakit ayıramayan biridir. Bir gün hastaneden ararlar ve doğumdan sonra bebeklerin karıştığını söylerler… Hatayı gidermek için iki aileyi bir araya getirdiklerinde Ryota, biyolojik oğlunun farklı bir aile ortamında büyüdüğünü fark eder. Maddi durumları çok iyi olmayan anne babayı küçümser ve çocuklarına olan yaklaşımını beğenmez. Ama süreç içinde, babalıkla ilgili düşüncelerini, aile anlayışını kökünden sorgulamasına yol açacak olaylar yaşar… Usta Japon yönetmen Hirakozu Koreeda’nın yazıp yönettiği film, iş dünyasındaki başarıyı, geleneksel erkeklik değerlerini her şeyin üstüne koyan Japon toplumundaki baba–oğul ilişkilerini ustalıkla sorguluyor…

Yıldızlararası (2014)
(Interstellar)
Yönetmen Christopher Nolan'ın senaryosuna da katkıda bulunduğu film, Mao’nun Çin’ini andıran geleceğin ABD'sinde geçiyor... Birçok Amerikan değerinin yok olup gittiği, devletin toplumu düzenlediği bu dünyada Matthew McConaughey'nin canlandırdığı Cooper, NASA'nın yeni gezegen araştırmalarında yer almak için başvuruyor; çünkü böyle bir dünyada çocukların istikbali olmadığını düşünüyor... Film, yüksek teknolojiyi, bilimsel araştırmaları, kâşiflik ruhunu ve insan merkezli aydınlanmacı düşünceyi kutsarken, gençlere elindekiyle yetinmeyi öğreten, çevrecilerin idolleştirdiği teknoloji düşmanı tarım toplumu fikrine karşı çıkıyor. Ama bu fikirlerin dipten dibe işlendiğini belirtmeliyim. Asıl öykü baştan sona sevgiyle, özellikle de evlat sevgisiyle ilgili. Sevgi geleceğin karanlık dünyasındaki yegâne umut değil sadece. Bilimsel gelişmelerin esin kaynağı ve insanlığın asıl kurtuluşuna giden yol... “Yıldızlararası” da insanlığın kurtuluşunu birbirlerine ulaşmaya çalışan bir baba ve kızın sevgi öyküsüne bağlıyor.

Toni Erdmann (2016)
Sinema tarihinde baba–çocuk ilişkileri üzerine gerçekleştirilmiş belki de en sıra dışı ve farklı film... Emekli müzik öğretmeni Winfried (Peter Simonischek), çokuluslu bir şirketin Bükreş'teki ofisinde çalışan kızı Ines'e (Sandra Hüller) sürpriz bir ziyaret gerçekleştirir... Baba ile kız yıllar içinde birbirlerinden uzaklaşmıştır. Bu ziyaretin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini anlayan Winfried, Toni Erdmann adlı bir kişiliğe bürünerek kızının hayatına “bir yabancı” gibi sızmaya çalışır... Winfried'in amacı, bütün hayatını işine adamış, para kazanma uğruna kendine ve değerlerine yabancılaşan Ines'i kurtarmaktır... Ines'in derdi ise babasından bir an önce kurtulmak, onu Almanya'ya göndermektir. Ama Winfried, kızını kurtarmadan pes etmeye hazır değildir... Sözlerden, söylevlerden çok eyleme inanan Winfried, kızını oyun oynayarak, şaka yaparak düşündürmeye, değiştirmeye çalışır. Maren Ade'nin yazıp yönettiği film, dünyayı kurtarmaya çalışan 68 kuşağından bir babayla, sisteme uyum sağlayan kızının ilişkisini benzersiz bir öyküyle anlatıyor.

Logan (2017)
Sadece babalar kurtarıcı değildir, bazen çocuklar da kurtarır babalarını... Her şey anlamını kaybetse bile baba–çocuk sevgisi ayakta kalır... Hugh Jackman’ın Wolverine karakterini son kez canlandırdığı film, mutantların artık doğmadığı 2029 yılına götürüyor seyirciyi. Karanlık, karamsar ve trajik bir ton taşıyan hikâye, “X-Men” serisi açısından özel bir önem taşıyor. Filmin yönetmeni James Mangold’un yazdığı öyküde efsane Logan / Wolverine (Hugh Jackman), harap bir halde çıkıyor karşımıza. Limuzin şoförlüğü yaparak geçiniyor. Profesör Charles Xavier (Patrick Stewart), çölde delik deşik bir su tankının içinde saklanıyor. Bütün bu karanlık içindeki tek ışık ise 11 yaşındaki gizemli kız Laura (Dafne Keen)... Logan, Charles’ın ısrarıyla Laura’yı peşine düşen adamlardan kurtarmaya çalışıyor. Ama sonra kimin kimi kurtardığı belirsizleşiyor. Hikâye ilerledikçe hem Laura’nın, Logan için “özel biri” olduğu ortaya çıkıyor hem de insan-mutant savaşı tarihinin gizli sayfaları açılıyor.

Ahlat Ağacı (2018)
Taşrada geçen bir baba-oğul ve aile hikâyesi... Baba (Murat Cemcir), iyi günlerini geride bırakmış, altılı ganyan tutkusuyla çok para batırmış, ev içinde prestijini kaybetmiş bir öğretmen... Oğlu Sinan’sa (Doğu Demirkol), gelecek endişeleriyle dolu, sıkıntılı bir genç. Yazar olmak, ilk kitabını yayınlatmak istiyor. Bazen cebindeki harçlığa göz diken, güvenilirlikle güvenilmezlik arasında gidip gelen bir babanın oğlu olmak kuşkusuz kolay değil... Esnafın gelip babasının borcundan şikâyet etmesi de öyle... Gelecekte onun gibi olmaktan korktuğunu, ona benzemek istemediğini hissediyoruz... Ama finale doğru, babayla oğul arasında farklı bir bağ kuruluyor... Sinan, büyüyüp olgunlaştıkça babasına yaklaşıyor, kendisini en iyi babasının anladığını hissediyor. Daha önemlisi, o da artık babasını daha iyi anlamaya başlıyor... Final gerçekten dokunaklı...

Kelebekler (2018)
Yıllar sonra köydeki “baba ocağı”na dönen üç kardeşin hikâyesi... Film ilerledikçe, intihar etmiş bir anne ve her birini ayrı yerlere gönderen bir babanın çocukları olduklarını öğreniriz. Üçü de anasız babasız büyümek kadar ‘babanın istemediği evlatlar’ olarak evden gönderilmenin sızılarını, yaralarını taşırlar. Kız kardeş Suzan hariç “Biz aileyiz” duygusallığından uzak dursalar da içten içe kaybettikleri yuvayı ve aile sıcaklığını aradıklarını hissederiz… Onları bekleyen köy ise tuhaf muhtarı, hayatın anlamını sorgulayan imamı, huzursuz sakinleri ve “patlayan tavukları”yla “benim güzel köyüm” beklentisinden biraz uzaktır… Senaryoyu da yazan yönetmen Karaçelik, “sonunda herkesin aile sıcaklığını bulduğu ve duygusal bir arınma yaşadığı” aile filmlerinin klişeleri ve beklentileriyle ince ince dalga geçse de kardeşliğin güzelliğini, baba–evlat bağının özelliğini vurgulamaktan geri durmaz. Belki de asıl hedefi, kardeşlerin aile duygusunu, baba sevgisini fiziksel dünyada değil, kendi içlerinde ve hafızalarında bulmalarıdır.