Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İnanç Görmez: Sufinin postu dünyevi makam değil!

        Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'den Habertürk'te Mehmet Akif Ersoy'a açıklamalar...

        Görmez'in konuşmasından öne çıkan başlıklar:

        "MÜHİM OLAN TARTIŞMALARIN ANLAMLI OLMASI"

        Bizim insana, evrene, kainata bakışımız çok sağlam temellere oturduğu için İslamiyet'in konuşulması, tartışılmasına baktığımızda bizde tereddüt meydana getirmesini doğru bulmam. Bu dinin sahibi Allah'tır. Bazen herkes dinin sahibi gibi hareket eder. Önemli olan anlamlı tartışmalar yürütülmesi. Anlamsız, faydasız tartışmalar başka bir şeye yol açıyor; maneviyat güvenliği sorunu. Maneviyattan kastım sadece dini hayat değil. Bizim adalet anlayışımız, muhabbet, sevgi, merhametimiz. Bu maneviyatı zaman zaman tehlikeye düşüren, tehdit eden yanlış tartışmalar oluyor.

        REKLAM

        SOSYAL MEDYADAKİ DİN TARTIŞMALARI

        Şahsen sosyal medya ortamında yapılan din tartışmalarını anlamsız buluyorum. Herhangi bir konuda tartışmanın bir parçası olmak istemem. Bu tartışmalar için önemli şeyler söyleyeceğimi düşünüyorum. Bu toprağın çocuğu olarak söyleyeceğim şeyler var. Bu tür meseleleri kolluk kuvvetleriyle düzeltmek ve önlemek mümkün değildir. Doğru da değildir. Dini acziyet içerisinde göstermemeliyiz. Daha yüksek özgüvenle bakmalıyız. Bu tartışmalara verilmeyecek hiçbir cevap yok. İslamiyet'in varlığa, insana bakışı, Allah, ahiret inancı o kadar sağlam temeller üzerine bina edilmiştir ki. Bir kişinin agnostik olması, kainatı öğrendiği bilim kitaplarından akli verileri anlamlandırma çabasında olduğu için bilinemezlik içerisine girecektir.

        "MALUMAT YIĞINI İLE KARŞI KARŞIYAYIZ"

        Dindar toplumu aşağılamak için seçilen yollardan bir tanesi peygamber üzerinden, peygamberin ailesi üzerinden saldırmaktır. Batı dünyasında İslamofobik nefretin yaygınlaşmasından sonra ümmete peygamber üzerinden ve ailesinden üzerinden saldırmak. Bundan dolayı maneviyat güvenliği sorunu var. Bilişim ve iletişim devrimi hayatın bütün evrelerini ve tabii olarak dini hayatımızı da etkiledi, etkilemeye de devam ediyor. Dijitalleşmenin din üzerinde, dini hayat üzerinde etkileri var. Bilgiye erişimi hızlandırdı. İnsanlık için önemli. Din konusunda ulaştığımız bilgiler birer malumat yığını, birer veri. İnternet ortamında ciddi bir malumat yığını ile karşı karşıyayız. Malumat ilim değildir. Bunun çaresi; internet ortamındaki bilgiyi değerlendirmek için bizim ciddi ve derin bilgilenmeye, düşünceye ihtiyacımız var. Hızlı elde ettiğimiz bilgilerle neticeye varmamız gerekiyor. Bir usule ve metodolojiye ihtiyacımız var. Bir rivayetin hadis mertebesine yükselebilmesi için epeyce kat edeceği mesafeler vardır. Amelin hükme dönüşmesi için kat edeceği mesafeler vardır. Hükmün hikmete dönmesi için kat edeceği mesafeler vardır. Hz. Peygamber, eşi ve ailesiyle ilgili suçlama olarak yöneltirseniz, maneviyat güvenliği ile karşı karşıya kalırsınız.

        "BİR NEFRET DALGASI OLUŞTU"

        Bugünün sorunlarıyla o kadar çok araştırma yapıldı ki. Siz rivayet üzerinden saldırıya geçerseniz bu olmaz. Bu konunun hepimizi dehşete düşürecek tarihi vardır. Hz. Ayşe'yi müstakil olarak ele alacaksınız. Eşim hanımefendi Hz. Ayşe'nin Kur'an'ın bin ayetine yaptığı tefsirleri ve yorumları ele aldı. Hz. Ayşe tarihte 4 büyük saldırıya uğradı. Hz. Peygamber hayatta iken münafıkların saldırısına ve iftiraya uğradı. Onun şahsında kıyamet sabahına kadar iffetli hanımefendiye iftira atmanın cezasını belirleyen önemli ayetler nazil oldu. Aşırı mezhebçi birtakım insanların iftirasına uğradı Cemel vakasından dolayı. Onun adalet yürüyüşünü yanlış yorumlayarak saldırıya uğradı. Oryantalizmin saldırısına uğradı. Oryantalistler içinde Hz. Ayşe'ye hayranlıklarını ifade eden pekçok oryantalistler oldu, haksızlık etmek istemem. İslamofobik nefret dalgası oldu. Selman Rüşdiler vs. Türkiye'de Turhan Dursun, İlhan Arsel'ler kitaplar yazdı. Konunun büyük geçmişi var. Bu geçmişe dahi uygun olmayan çocukça, bilgi olarak itibar edilecek yönü olmayan bir tartışma üzerinden tarihin yok sayılarak yeniden tartışılması çok tartışılacak bir şey.

        "İSLAMOFOBİK NEFRETLE HZ.AYŞE'YE SALDIRIYORLAR"

        Hz. Ayşe tarih boyunca niçin saldırıya uğradı. Hz. Peygamberin evini mektebe dönüştürmüştür. Kadın haklarının ortaya çıkmasında rolü vardır. Kadını aşağılayan rivayetlere yaptığı itirazlar. Vahye şahit olması. Hz. Peygamberin bile ne zaman doğduğu, hicret ettiği, öldüğü tarih olarak tartışmalı zaman dilinde, bir rivayette rakamları alır '6 yaşında nişanlandı, 9 yaşında evlendi' dersek. Hz. Ayşe'nin ortaya içtihatı, hikmeti, tavırları, düşünceleri yok sayarak, bir rivayetin içinden geçen rakam üzerinden değerlendirme yaparsanız ilme, akla zulmetmiş olursunuz. Hz. Peygamber'e ve Hz.Ayşe'ye en üyük saldırıyı yapmış olursunuz. Bir cümleyi alıp üzerine hüküm ifade ederseniz. Ümmetin nice anneleri Gazze'de ağlarken, Türkiye'nin öncelikleri çok farklı iken bütün bunları bastıracak şekilde böyle bir rivayet üzerinden tartışmaya girişirseniz o takdirde büyük yanlışlık yapmış olursunuz.

        "HAKİKATİ BULMAK ZORLAŞIYOR"

        Sosyal medya ortamlarında tartışmaların birincisi dışarıdan yapan müdahalelerle yapılıyor. İslamofobik nefret, İslam düşmanlığı. İslama mesafe koymuştur. Birtakım kitapların etkisinde kalarak kendisini agnostik, deist veya ateist olarak ifade ediyor. Bu tartışma kendi düşüncesini anlatmak yerine sürekli İslam'ın eksikliğini ortaya koymak acziyettir. Bizatihi Türkiye içerisinde veya İslam dünyası içinde ilahiyatçıların tartışmaları. Tarikat mensuplarının kendi aralarındaki tartışmalar. Alaylı mektepli tartışmalar. Farklı mezheplere mensup olan insanların birbiriyle tartışmaları. İlmi müzakere denilen tartışmalar maalesef çok az. Bir de bu konularda üzerine dini kisve geçirip, sosyal medyada mecra oluşturup, cahil olduğu halde kendini alim gösteren, tarikatın öncüsü gibi gösteren bir sürü insan var. Bu üçü birleşince benim maneviyat güvenliği dediğim sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Birinci kesim ile ikinci kesim birbirini var ediyor. Hakikati bulmak zorlaşıyor.

        "TASAVVUFUN DERGÂHI SAHNE VE PODYUM DEĞİL"

        Yalan su köpüğü gibi geçip gidecektir. Genç dostlardan ricam. Bu konularda çok temkinli olup, bunu hayatımızın, varoluşumuzun parçası olarak görerek herşeye takılıp kalmamaları. Tarihte bu tür durumlara düştüğümüzde insanlar tasavvufun dingin limanına sığınırlardı. Fıkhın şekilciliği, kelamın cedelciliği, insanların kalpleri kasvet kaplayınca insanlar tasavvufa sığınırlardı. Tasavvuf 'gel' daveti üzerine bina edilmiştir 'defol git' üzerine bina edilmemiştir. Mevlana'nın çağrısı böyle bir çağrıdır. Son yıllarda benim bir irfan mektebi, ihsan mektebi, ahlak mektebi olarak çok önemsediğim tasavvuf fıkhın şekilciliğini, kelamın cedelini ortadan kaldıracak, bizi güvenli limanlara taşıyacak olan tasavvuf da dijitalleşmede bu tartışmalara taraf oldu. Sufinin postu dünyevi bir makam değildir. Sufinin postu dünyevi makama dönüşünce tasavvuf yok olur. Dergâh, insanların gönül terbiyesine ulaştığı yerdir. Dergâh dahi gönül terbiyesi dahi dijitalleşmenin sahnesine, podyuma dönüşürse o takdirde o maneviyat güvenliğini tedavi edecek olan ilaçtan mahrum kalırız. Bu tartışmalarda nereye müracaat edeceğiz?

        DİJİTALLEŞMENİN RUHUNA UYGUN TEDAVİ

        Elbette birtakım resmi kurumlar, ilahiyat fakültelerimiz, Diyanet, Din İşleri Yüksek Kurulu var. Bence bu kurumsal yapılar da bu konuda aciyet içindeyiz. Kendimi de dahil ederek söylüyorum. Acziyetimizin sebebi bilgimizin azlığından değil. Biz Cumhuriyet'in ilk yıllarından bu yana dünyaya takdim edecek önemli müktesebat oluşturduk; ancak işler hale getiremedik. Dijitalleşmenin ruhuna uygun olarak tedavi edemedik, bu sorulara cevap veremedik.

        "HAKİKATİ BULMAK ZORLAŞIYOR"

        Bu konuda hem resmi hem sivil kurumların müzakere etmeleri ve içerik üretmeleri, doğru içerikler üretmeleri, yanlış içerikleri tartışma adına taraflara dönüşmek yerine bilgilerini birleştirerek doğru cevaplar üretmeleri çok daha doğru olacaktır. Dijitalleşmenin bir faydası iki zararı oldu. Birinci zararı malumat yığını, yorum anarşisi ile karşı karşıya kalmamız. Bütüncü bakış açsıını dijitalleşme imkanlarıyla yaygınlaştırmada yetersiz kalıyoruz. Bunun benim görsel idrakin egemenliği dediğim, varlığı ve kainatı fotoğraf üzerinden okumamızı isteyen. Görsel boyutun zararlarından korunmak için güçlü iradeye, güçlü bir ahlak ve hayaya ihtiyaç var. Bir de yapay zeka geliyor. Metaverse geliyor. Bütün bu dalgaları dikkate alarak nasıl başa çıkacağımızı, bilgi kirliliği ile nasıl başa çıkacağımızı, görsellik açısından nasıl bir irade eğitimine kendimizi tabi tutmamız gerektiğini ortaya koymamız gerekiyor. Aksi takdirde insanları esir alıyor, bağımlılığa dönüşüyor. Sanal ortamdaki bilgi ve görsellikle insan olarak kendimizi, çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı bütün boyutlarıyla ortaya koymak istiyorum. Hakikati aramak zordur. Hakikati bulmak zorlaşıyor.

        "İSLAM'DA ÇOK ANLAMLILIK VARDIR"

        Bir Alman oryantalistin Türkçe'ye kitabı çevirmişti: İslam'da Müphemlik. Ben 'İslam'da müphemlik yoktur' demiştim. 'Ama İslam'da çoklu akıl vardır' dedim. Her konuda bir görüş vardır, ikinci görüş yoktur diye anlayış var. Farklı akletme biçimleri var. Mantıkçıların, fakihlerin, hadisçilerin farklı akletme biçimleri var. Beyani akıl var mesela. Din üzerinden dini anlar. Burhani akıl, akıl üzerinden dini temellendirmeye çalışır. İrfani akıl, hikmet, irfan üzerinden anlamlandırmaya çalışır. Akli mücerret var sadece maddi alemi anlar. Akli müsedded var din ile vahiy ile desteklenmiş akıl. Aklı müeyyet ahlak ve salih imanla desteklenmiş akıl. Çoklu akletme biçimleri var. Çok anlamlılık var bir de. Cenab-ı Hak, insanlara vahyi bildirirken kulların dili ile vahyini bildirmişse o takdirde çok anlamlılığa razı olmuş demektir. Dilin kendisi çok anlamlıdır. Hakikat, teşbih, istiare, Kabe, Safa, Merve, Arafat, secde, rüku var. Bütün bunların her birisinin farklı anlamları vardır. Dil çokanmallı yapı olduğu için Ebu Hanife farklı, İmam Şafi farklı anlayacaktır. Mezhepler, ekoller böyle doğmuştur.

        "EHL-İ SÜNNET FARKLI ŞİA FARKLI YÖNETTİ"

        Burada önemli olan tek anlamcılıktan uzak durmak 'hakikat bende' demekten uzak durmak. Çok anmamlılığı da vahdet içinde kesret, kesret içinde vahdet içinde bir usulülle doğru yönetmektir. Her kafadan ses çıkarsa olmaz. İnternette, dijitalde olmayan şey bu sistemdir. Bu sistemin ayrıca okullarımızda gerek İmam Hatip gerek İlahiyat'ta bu sistemi veremediğimiz için bu sorunu yaşıyoruz. Felsefe niçin ve nasıl sorularının cevabıdır. Bunları bir kenara bırakırsanız hikmeti kaybedersiniz. Sadece Batı ve Doğu felsefesini kast etmiyorum. Düşünce tarbiyesinden söz ediyorum. Bu çok anlamlılığı ehli sünnet farklı, şia farklı yönetti. Şia imametle yönetmek istedi. Şahıslara otorite vererek. İmam ne dediyse odur dedi. Onu bitirdi. Ama orada da itirazlar devam ediyor. Nispeten katoliklikte de böyle. Çok anlamlılığı kilise hakimiyeti ile yönetmeye kalkıştı.

        "TEKFİR ETMEK CEHALET ESERİDİR"

        Ehli sünnet bunu usül ilmiyle belirledi. Uzun bir çizgi var. Çizginin içerisinde çok farklı görüşler ve düşünceler var hepsi İslamidir. Diyelim ki Batınilik diyor ki, 'Ben salatın namaz olduğunu düşünmüyorum' diyor, herkesin kendi duasıdır diyor. Çizgi içerisindeki görüşlerin tamamını bir tarafa bırakarak bir görüş bina etmeye kalkıştığında dışarı çıkıyor. Çizginin içinde kalan fikir ve düşüncelerin, ekollerin, fıkhi mekteplerin birbirini tekfir etmesi cehalet eseridir. Çoklu anlamaları devam ettirmeleri İslam'ın, Kur'an'ın rahmetidir. Büyük bir zenginliktir. Tek anlamcılık üzerinden ısrar edildiğinde bir rivayeti cımbızla çekip bunun dışında söyleyenleri reddiyecilik adı altında itibar suikasti başlatırsa. Birtakım hocaların, ilahiyatçıların, tarikat, tasavvuf erbabının yanlış tartışmalarına şahit oluruz, oluyoruz. Bu tartışmalar taraflar arasında ama birisini galip, birisini mağlup ilan edebiliyoruz. Bu savaş başkasının tarlasında oluyor; bu ümmetin maneviyatı ve değerleri bu tarla. Usulü kaybedince, 'usulsüzlüğümüz usülsüzlüğümüzdendir' diye bir söz vardır. Bu itilaf eskiden iki kişi iki cami cemaati arasında oluyor. Şimdi bizim ruhumuz üzerinde, kalbimiz üzerinde tepiniyorlar. Bunun için bunu yeniden ele almak lazımdır.

        "SAHTE DİN SATANLARA BİR ŞEY YAPAMIYORSUNUZ"

        Kollukla, güvenlik kuvvetleriyle bunu çözüleceği kanaatinde değilim ama bu prensibimi çiğnemek isterim bu konuda. Gerçekten cahil olan insanların dini kisve giyip ahkam kesmemesi gerekir. Bu ne kadar özgürlük? Aynı şeyi tıp alanında yapsa birisi ne yapılıyor bilmiyorum. Sahte bal satanlara önlem alabiliyoruz da sahte din satanlara bir şey yapamıyoruz. Mesela aylardır, yıllardır insanlara büyük hoca gibi konuşan adam, rahatlıkla diyor ki 'Yeni Arapça öğrenmeye başladım' diyor. Herkes yıllardır onu alim biliyor. Yeni fenomenler üretiliyor.

        "GAZZE'DE ÇOCUKLAR KATLEDİLİRKEN..."

        Bu tartışmalara koyduğum isim medeniyetlerin çöküş ve çözülüşünde din tartışmaları. Bu tartışmalar maalesef çöküş ve çözülüş döneminde ortaya çıkıyor. İbn-i Rüşd'ün kitapları Endülüs yıkılırken yakıldı. İmam Ebu Hanife'nin yüksek özgüvenini çöküş ve çözülüş döneminde göremedik. Ümmetin kendine özgüveninin yüksek olduğu, medresenin, ilmin, mağrifiretin güçlü olduğu zamanlarda bu sesler cılız olmuştur. Şimdi de 2 mİlyarlık İslam Alemi yine bir dinin teolojisinden hareketle, Siyonest bir teolojiden dolayı katliam yaşanıyor. 20 bin çocuk katledilirken, Hz. Peygamber ve ailesi üzerinden çocuk evliliği tartışmasının akılla, iz'anla tarif edilecek bir tarafı var mıdır?

        "ENİNDE SONUNDA ADRES DİNDİR"

        Batı'daki İslamofobik nefretin iki boyutu var. Siyasi ve politik boyutu. Bir taraftan da İslam dünyasında ortaya çıkan görünüm bir tarafta var. Benim sıraladığım tartışmaların bir kısmı İslamofobik zemine malzeme taşıyor. Hidayetin kapısını kapatıyoruz. İslam hidayetinin kapısını bazı insanlara kapatmış oluyoruz. Batı'nın içine düştüğü durum farklı olarak değerlendirilebilir. Bütün felsefeler, düşünceler hayatın manasını, yaratılışın hikmetini ortaya çıkarmaya çalıştılar. Tarih bize şunu gösteriyor; hayatı anlamlandırmak, ölümü anlamlandırmak, yaratılışın hikmetini eninde sonunda insanların bulabileceği adres dindir. Bütün dinlerin hakikatlerini kendisinde bulunduran İslamiyettir. Hz. Adem'den bu yana. Bunun önünde engeller var ama. Bu engellerden bir kısmını kendimiz bizatihi inşa edip engel oluyoruz.

        "BUNUN CEVABI BİR TİVİTLE OLAMAZ"

        'Cehaletin en büyük şifası soru sormaktır'. Peygamberimizin hadisidir. Dinin hakikatini anlamak için yönelttiğimiz sorular, hatta sorgulamalar, tıpkı Kur'an öğrenen insan nasıl ki ayetlerin gözünü kıraırcasına gider sonra doğruyu öğrenir ya. Bir gencin sorugulamak gibi tabii bir şeyi yoktur, Kur'an-ı Kerim bunu kapatmamıştır. Hz. İbrahim tevhidin peygamberi. Başlı başına bir ümmet. Kur'an-ı Kerim bize öyle tarif eder. Cenab-ı Hak'la konuşurken 'Rabbim bana göster ölüleri nasıl diriltiyorsun'. Rabbin cevabı 'inan mıyor musun', cevap 'inanıyorum fakat kalbim mutmain olsun istiyorum'. Bugünün gençleri 'inanıyorum ama aklım mutmain olsun' diyor. Gençler sorgulayacak, cevabı bulması hemen sosyal medyadan, bir tivitle cevabı olmaz. Bizim orada sabırla, teenni ile hareket ederek hakikatın peşinde olmamız. Dünyamızı şahıslar üzerine bina etmeden.

        "YUNUS EMRE, GAZALİ'DE ÇOK ANLAMLILIK VARDIR"

        Tasavvufu bilim olarak ela aldığımızda oradaki çok anlamlılık daha fazladır, daha büyük esneklikler vardır. Yunus Emre, Cüneyd-i Bağdadiler, Gazaliler ortaya çok farklı bir çokluk, çok anlamlılık vardır. Bunu şahıslar üzerine bina etmek hele hele o şahıslar da gerçekten alim değilse, o tarikatın yolu eğer bir ilim mektebine dönüşmemişse Allah korusun vahim tablo ile karşı karşıya kalırız. Abdülkadir Geylani tasavvufun en büyüklerinden. O der ki, "Eğer bir şeyhte 5 vasıf yok ise o cahillere önderlik yapan Deccal'e dönüşebilir'. Alim, arif, gönlü engin, mütevazı, halkın içinde, ahlaklı olacak.

        "SUFİ'NİN POSTU DÜNYEVİ MAKAM DEĞİLDİR"

        Tasavvufun içinde doğdum, mutasavvıf babanın evladı olarak büyüdüm. Tasavvuf dersi aldığım hocam da oldtu. Tasavvufu irfan, ihsan, ahlaki mektebi olarak ilmi boyutuyla çok önemsediğimi iade ettim. Günümüzde herhangi bir tarikatın mensubu olmadım. Elhamdülillah Tarikat-ı Muhammediye içinde olma çabası içinde talebeyim. Sufinin postu dünyevi makam değildir. Bazı dünyevileşmeler ortaya çıktı, ilimden, hikmetten kopuşlar yaşandı. Gazze'de çok büyük cinayet işlenirken bu bayramı bu tartışmalarla geçirdik. Bunun izah edilir hiçbir tarafı yoktur. Bu yolun yolcusu olan bütün insanların kardeşi olarak söylüyorum. Arkadaşları, dostları, kardeşleri olarak söylüyorum; tasavvuf erbabının irşad kürsülerini dedikodu kürsülerine dönüşesi şifaya zehir katması, reddiyecilik adı altında itibar suikasti yapmaları. Bir şahsı, iki şahsı kastetmiyorum. Bunlar sosyal medyada birer youtuber'a dönüşen dergâh mensuplarının yaptığını düşünün. Hepimizin gözü önünde yapılılıyor. Bunun tasavvufa verdiği zararı kimse vermemiştir.

        "MANEVİYAT GÜVENLİĞİNİ ÖNEMSİYORUM"

        Bilhassa Osmanlı döneminde bu konuma düşüldüğü zaman dergâhların, tekkelerin, tarikatlerin amansız ihtilafa girdiğinde 1800 yılların ikinci yarılarında Meclis-i Meşaih'in kurulması tarihimizde çok önemlidir. İki ay önce Bosna'da tecrübe yaşadım. Bu devam ediyor. Bir riyaset var bir de Meclis-i Meşaih var. Onun da reisi var. İlmin usulü çerçevesinde denetleme mekanizması olması. Bu devletleştirilerek değil. 2010 yılında Diyanet Kanunu hazırlanırken Din İşleri Yüksek Kurulu'nun vazifeleri arasında böyle bir madde konuldu. Ama Türkiye'de şeyh, tarikat ismini kullanmak yasak olduğu için oraya sosyal, toplumsal yapılar gibi ifadeler ekledi. 15 Temmuz'dan sonra bu yolun yolcusu olan insanlarla görüşmeler yapıldı. Devletten gelen teklif olarak değil de kendi aralarında anlaşarak acaba üst kurul oluşturulabilir mi istişaresi yapılır mı diye. Orada kaldı, devam ettirilemedi. Bu ülkenin geleceği açısından maneviyat güvenliği kavramını kullandım. Gerçekten bunu önemsiyorum. İnşallah dikkate alınır.

        "BÜYÜK ALİMLERİ EKRANDA GÖREMİYORUZ"

        Dağınık olarak varız. Gençlerle çalışmalar yapıyoruz. Yüksek lisans ve doktora çalışmaları. Günde bir iki saatim gençlerle geçiyor. Telefon ediyorlar, mektup yazıyorlar. Cevap vermeye, yetiştirmeye çalışıyorum. Böyle çok hocalarımız var. Hakikatin ortaya çıkmasında çok emek verenler hep arka plandalar. Böyle çok insan var. Türkiye'nin büyük alimlerini ekranda göremiyoruz.

        "DİNİN ONDA BİRİ NAS, ONDA DOKUZU İÇTİHATTIR"

        İslam'ın bir nizam olarak sistem olarak elbette gücü vardır. Sadece kendi kaynaklarından ibaret değildir. İmam Gazali'yi yetiştiren alimimiz der ki, 'Dinin onda biri nas, onda dokuzu içtihattır'. O içtihat alanı neredeyse 2-3 asırdır işlemediği için. Bu meydan okumalar karşısında İslam dünyası olması gereken yerde olmadığı için. Çok anlamlılığı yönetme yetkisini ilme ve usule değilde mercilere ve şahıslara tevdi ettiği için Şia dünyası o rahatlığı yaşıyor. Ama orada da bu tartışmalar devam ediyor. Farklı içtihatlardan dolayı ülkesine dönemeyen bilim adamlarını biliyorsunuz. Burada yüzlerce iktisadi mesele var. Yüzlerce kültürel mesele var. Bütün meseleleri sürekli geriye dönerek bir nasın içerisinde arayamayız. O sabitelerden hareketle daima yenilenmesi gereken alanlar vardır onlar da içtihadi alanlardır. Onlar olmadığı için de zayıf görünüm içerisinde olduk diyebiliriz. Mekanizmalar yok. Bu artık şahısların çabaları ile olacak şeyler değil. Büyük kurulların bir araya geleceği yapacağı şeydir. Büyük oranda sekülarizm egemendir. Biz orayı zayıf bıraktık maalesef. Müslüman coğrafyada büyük sorunlar yaşanmakla birlikte Batı'daki kopuşun İslam coğrafyasında yaşanacağını ihtimal vermiyorum. Ama yaralarımız, berelerimiz çok olacaktır.

        "GAYRET GÖSTERMEDEN SONUCA ULAŞAMAYIZ"

        Kendi hayatını, bekasını ilgilendiren herhangi meselede sonuca ulaşmak için nasıl çaba gösteriyorsa. Rahatsızlandı tedavi olmak için, doktor bulmak, ameliyat olmak için nasıl çaba içinde olunuyorsa, yaratılışın hikmetini, ölümün, hayatın manasını, ahiretini ilgilendiren din gibi önemli meselede de aynı çabayı göstermesi gerekir. Gayret göstermeden olmaz.

        ASIL ŞERİAT NE?

        Bu kavramlar hakkında genelleme doğru olmaz. İslam tarih içinde özdeşleşen, Batı'da meydan okumalarla karşı karşıya geldiğimizde tartışmaya açtığımız bazı kavramlar vardır. Şeriat, hilafet, ümmet bunlardan bir tanesidir. Ümmet, vahdet, şeriat adalet, hilafet siyaset talebidir toplumun. Bu taleplerin zaman içinde nasıl değiştiğini, ele alınması gerektiği. Bu neticede formdur. Zaman içinde nasıl değiştiği üzerine durmak yerine seküler şeriatın insan onuruna çok büyük kötülükler yaptığından söz etmeyip yürürlükte olmayan şeriatın insan onuruna aykırılığından bahsederseniz doğru bulmam. Uğur Mumcu'nun cenazesinde insanlar 'kahrolsun şeriat' diye slogan atıyordu. Derken ezan okundu, insanlar sustu. Ezan şeriatın parçası değil mi? Istılah sulh kökünden gelir. Belli tarihten sonra uzlaşı yok oldu bu kavramlar üzerinde. Bu uzlaşının yok olması kavramın kötü olduğu manasına gelmez. İŞİD tarafından terör ve şiddet aracı olarak kullanılması mesela. Bütün dünyada şeriat dediğimiz şey, İslam'ın getirdiği rahmet suyundan istifade etmenin yolu ve yöntemi demektir sözlük itibariyle. Siz siyasi ve politik bölünmelerde, parçalanmalarda sadece siyasi argüman olarak ifade ederseniz ilmi olmaz, ahlaki de olmaz.

        DIAMOND TEMA TARTIŞMASI

        Kimisine göre şeriat İslam'ı ifade eder. Ava giderken avcının ne yapması gerektiğini ifade eden dinin dünyayı yönetme konusunda iddiasının olmadığını söyleyemezsiniz. İslamın insan hayatının, ekonomik, siyasi hayatın adaletle tanzim etme talebi var. Kimisine göre bu talebidir. Kimisine göre sadece fıkıhtır. Sadece İslam hukukudur. Kimisine göre sadece had cezalarıdır. Kimisine göre miras taksimidir. Bu kavramın tarihsel süreçlerde hangi aşamalardan geçtiğini bilenler, din tartışmaları üzerinden bir youtuber'a Adalet Bakanlığı'nın dava açmasını şeriat geliyor diye göstererek genelleme yapılırsa bunu şahsen doğru bulmam. Davanın açılmasının da anlamlı bulmadığını ifade ettim zaten. Bir siyonist şeriatın büyük katliamlar yaptığı dönemde bu tartışmaların anlamsızlığını bir kez daha vurgulamak isterim. İslamın nezih akidesini, ilke ve esaslarını bir ideolojiye indirgendiğinde İslama yapılabilecek en kötü şey. İslami ideolojileştirmek ilahi olmaktan çıkarıp, kendi ideolojimize, idealimize dönüştürmek demektir. Bu doğru değildir.

        LGBT TARTIŞMALARI

        İslam noktai nazarından baktığımda bütün insanlığın geleceği, tabiatın geleceği için iki büyük savaş görüyorum. Bütün savaşlardan daha büyük. Biri tabiata yönelik savaş. Bu çevre felaketlerine yol açıyor. Biri de insanın fıtratına yönelik savaş. Bilhassa cinsiyetsizleştirme olgusu dört büyük temele dayanıyor. Birisi ilk defa insan tanımı yapıyor. İnsanın arzuları, güdüleri ve dürtüleri üzerinden insan tanımı. Bir defa bu insanlık tarihinde yeni bir şeydir. Böyle bir insan, eşref-i mahluk olan, Cenab-ı Hak'kın değer verdiği bir varlığı, bazı arzuları, güdüleri, dürtüleri üzerinden tanımlamak birinci cinayet. İkinci cinayet bu tanımdan bir kimlik inşa etmek.Kimlikler inşa etmek. Bunu bir kimliğe dönüştürmek. Üçüncü, dördüncü insan tipi olduğunu ortaya koymak. Üçüncüsü bu kimliği bir ideolojiye dönüştürmek. Dördüncüsü de bu ideolojiyi küresel bir baskı unsuru olarak kullanmaya başlamak. Bu oldu mu? Bu oldu.

        "DSÖ 'BU BİR HASTALIKTIR' DİYEMEDİ"

        Renk üzerinden, ırk üzerinden, dil üzerinden insan tanımlamak bile insanı sadece oraya indirgemek dahi yanlış iken cinsel arzuları, güdüleri ve dürtüleri üzerinden tanımlamak, bunu kimliğe dönüştürmek. İkinci aşama kimlik. Kimliği oluşturan diğer unsurları yok ederek, semanın renklerini çalıp bayraklaştırarak kimlik inşa etmek. Onu ideolojiye çevirmek, küresel baskıya geçirmek. Önce bilimi etkilediler. Bilim dediğimiz şey objektif kurallarla işleyecekti hani? Sağlık bilimini etkilediler. Dünya Sağlık Örgütü 'Bu bir hastalık değildir' diyemez oldu. Doktor dahi diyemedi. Psikiyatriyi etkilediler. Sağlık bilimlerini etkilediler. İkinci aşama hukuku etkilediler. Önce bilimi baskı altına aldı bu ideoloji, sonra hukuku baskı altına aldı. Dünyada 'bu bir özgürlük ve hak' dendi. Öyle ki başka ülkelere seyahat ederken 'siz bunu kabul ediyor musunuz?' diye soracaklardır. Anneliği, babalığı, evlatlığı yok ederek hukuku baskıladı. Sanatı ve medyayı baskıladı. Sinema, tiyatro gibi bütün sanat alanını. Çocuk oyuncaklarını dahi.

        "HAKİKATİ BULMAK ZORLAŞIYOR"

        Bu küresel ideolojiye dönüşüp, devletleri, ülkeleri, bilimi, hukuku nasıl baskı altına aldığının göstergesi. Sanatı, medyayı, siyaseti baskı altına alıyor. Seçimlerde Avrupa'da 'kim ne diyecek' b elirleyici olmaya başladı. Baskı altına alamadığı bir şey kaldı. O da din. Baskı altına almaya çalışıyor. Bence dini de baskı altına almaya başladı. Roma Katolik Kilisesi'nin açıklamalarını harfiyyen takip ediyorum. Tartışılsın isterim, acizane kanaatim Papa'nın ani gidişi Latin Amerika'dan bir Papa'nın yerine gelişinin dahi bu lobinin baskısıyla ilişkisi vardır. Papa Fransis'in 'ahirette kurtuluşları umulur' açıklamaları vardı. Şu anda Avrupa'da, Amerika'da katolikliğin ikna edilmeye çalışıldığı şey bu evliliklerin kilisede meşrulaştırmaktır. Bunun üzerinde yazılan yazılar, kilise üzerinde kurulan baskılarla ilgili pekçok yazı okuyabilirsiniz.

        "FITRAT DEĞERLER HAFIZASIDIR"

        Ortodoksluk sağlam duruyor. Aslında katoliklik daha sertti. Tartışmaların büyük kısmının bu ideolojinin baskısı altında devam ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bu tehlikede insanlığın tek umudu kaldı, o da İslam. Cenab-ı Hak insanı iki yazılımla yarattı. Birisine tabiat diyoruz, birisine fıtrat diyoruz. Tabiatı bedene yerleştirdi, fıtratı ruha yerleştirdi. Fıtrat dediğimiz şey bir değerler hafızası. Orada iman, merhamet, vicdan, ahlak var. Halik sıfatıyla tabiatı yarattı, Fatır sıfatıyla fıtratını yarattı. İnsan tabiatı ile fıtratı arasında ahenk vardır. Bu ahenk sağlandığında insan ancak mutlu olabilir. İslam'ın insana yönelettiği hakikat ve değerler iki tarafını birleştirmeye yöneliktir. Kalbin huzur, sekinet bulması fıtratla tabiatın ahenk içerisinde olmasıdır.

        "HER ARZUYU İNSAN TANIMINA DÖNÜŞTÜRÜRSENİZ..."

        Cinsel arzular açısından bu ahenk ise ancak yaratıcının hem varlığa yerleştirdiği büyük yasa hem insan hayatına yerleştirdiği büyük yasaya uymakla mümkündür. Varlığı yerleştirdiği büyük yasa herşeyi çift yaratmak. Bu tabiat yasasıdır, kainat yasasıdır. Bunu insanın hayatına da yerleştirdi.'Sizi bir kadından, bir erkekten yarattım, birbirinizle huzur, sükunet bulasınız diye'. Aile Kanunu, insan varlığındaki tabiatla fıtrat arasındaki ahengi ancak sağlayabilir. İnsan huzuru ve mutluluğu o ahenkte bulabilir. Her arzuyu insan tanımına dönüştürürseniz, bu arzunun da uygun olup, olmadığını, helal olup olmadığını araştırmadan, kleptomani; bazı insanlarda hırsızlık algısı oluşuyor, buradan bir kimlik oluşturabilir misiniz? Başka arzular için de sözkonusu.

        "İSLÂM'IN RAHMET DİLİ KULLANILMALI"

        Tabiata yerleştirilen ilahi yasa ile insan hayatına yerleştirilen ilahi yasa. Birisi çiğnendiğinde genlerle oynamış oluyoruz. İnsan dediğimiz yüce varlığın fıtratı ile oynadığımızda aynı şekilde. Bu düşünce diyelim ki doğru kabul edilsin faraza. İnsan neslinin yok olacağı bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Bu meseleyi sadece ilahiyatçılarımız, hatiplerimizin Hz. Lut kısasıyla açıklayarak değil, İslam'ın rahmet dilini kullanarak. Bunun ölümcül bir kimliğe dönüşmesine insanlık olarak itiraz etmemiz lazım. Bu ideolojinin hem bilimi, hukuku, siyaseti, medyayı baskılaması. Bu hususun insanlığın bekasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Siyaset, hukuk, ilim erbabının, anne, baba, öğretmenlerin bu meseleleri konuşması lazım.

        "İNSANLIĞIN BEKASI İÇİN ÖNEMLİ MESELE"

        Bütün bunlara rağmen lobinin parçasına dönüşmüş evladımız var ise İslam'ın rahmet, şefkat dilini kullanarak bir taraftan ilmin verilerine müracaat ederek düzeltirken bir taraftan hukuki önlemlerin alınması gerekiyor. Bu sıradan bir özgürlük meselesi olarak ele alınacak konu değildir. İnşallah bu konuda yakında bazı yayın çalışmalarımız da olacak. Bunun insanlığın bekasıyla ilgili önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum.

        "GAZZE ÖNCELİĞİMİZ OLMAYA DEVAM ETMELİ"

        Çağımız ikna çağıdır. Bilgiyle, şefkatle, sevgiyle, merhametle ikna etmenin yolları. Değer vererek, yücelterek, hayatının anlam arayışına karşılık vermesini sağlayarak. Sözleri bununla değil Gazze ile bitirmek isterim. Bütün bunlar içinde Gazze önceliğimiz olmaya devam etmeli. Siyonist patentli düşünceler başta olmak üzere boykotlarımıza devam etmeliyiz diye düşünüyorum.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ