FETÖ/PDY'nin Legal Görünümlü Faaliyet Alanları
Darbe Komisyonu'nun raporuna göre, FETÖ'nün legal görünümlü faaliyet alanları nelerdir?
FETÖ/PDY’NİN LEGAL GÖRÜNÜMLÜ FAALİYET ALANLARI
FETÖ/PDY’nin hemen herkes tarafından bilinen yüzlerce eğitim kurumu (dershaneler, okullar, üniversiteler vb.), sivil toplum kuruluşları (dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları vb.), iktisadi kuruluşları (Kaynak Holding, Bank Asya vb.), medya organları (gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar, internet siteleri vb.), sağlık kuruluşları (Sema Hastaneleri, Üniversite Hastaneleri vb.) legal yapı içerisinde yer almakta olup bunlar yapının görünen yüzüdür.
Örgütün tüm legal yapılanmalarının her birinin birer sorumlusu olmakla birlikte, bunların tamamının bağlı olduğu yapı Türkiye Mütevellisidir.
Türkiye Mütevellisi, FETÖ/PDY içerisinde kendisini ispatlamış ve yıllardır örgüt içerisinde bulunan, Fetullah Gülen tarafından da şahsen tanınan ve anılanla uzun yıllara dayalı bir geçmişi bulunan şahıslardan oluşmaktadır.
Başta eğitim kurumları ve medya organları olmak üzere FETÖ/PDY’nin legal kurum/kuruluşları; örgütün fınans kaynağı olma özelliğine ek olarak, halk içerisinde taban kazanmak ve algı operasyonu yapmak amacıyla kullanılan en önemli araçlar arasında yer almaktadır. Darbe girişimine kadar legal kurumlar, birbirleriyle uyum içerisinde hareket etmiş ve ‘'toplum mühendisliği” olarak nitelendirilebilecek planların hayata geçirilmesinde devamlı olarak birbirlerine destek sağlamışlardır.
FETO/PDY adına kamu kurum kuruluşlarına illegal biçimde yerleştirilmiş/ yuvalanmış örgüt mensuplarının, idarenin takdir yetkisiyle görev yerlerinin değiştirilmesi ya da haklarında hukuki bir soruşturma açılması sonrasında, FETO/PDY’nin legal kurum/kuruluşları arasında yer alan medya organlarının ve STKların söz konusu örgüt mensuplarını destekler nitelikte ortak açıklamalarda bulunmaları, FETÖ/PDY’nin ne kadar örgütlü bir biçimde hareket ettiğini ortaya koymaktadır.
Menfaatlerine uymayan şahıslar söz konusu olduğunda, anılanları itibarsızlaştırmak ve pasifıze/tasfıye etmek için özel hayatın mahremiyetini, haberleşme özgürlüğünü ya da masumiyet karinesini hiçe sayarak kumpaslar kuran örgüt, kendi menfaatleri söz konusu olduğunda ise bu ilkelerin en büyük savunucusu olmaktadır.
Sayıları binleri aşan söz konusu kurum/kuruluşları aracılığıyla ülkedeki en organize yapı haline gelen FETÖ/PDY, resmi olarak gözüken 50.000’in üzerindeki çalışanıyla da en büyük işverenlerden biri durumuna gelmiştir.
FETÖ/PDY, yakın zamana kadar, “hizmet saikiyle hareket eden” ve “hoşgörü temelinde” faaliyet gösteren bir yapı olduğuna ilişkin algı yaratmaya çalışmıştır. Ancak 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasıyla başlayan, bilahare 17-25 Aralık 2013 olaylarıyla devam ederek darbe girişimine kadar uzanan süreç, örgütün stratejisi gereği benimsediği bu hareket tarzının, tamamen yanıltmadan ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
FETÖ’nün legal görünümlü faaliyet alanlarının bile aslında illegal alanlarla içiçe olduğuna dair en açık ve net örneklerden birisi de FETÖ mensubu Osman Özsoy’un darbe girişiminden bir ay kadar önce 14 Haziran 2016’da bir televizyon kanalında “Türkiye Kuzey Kore’ye Döner mi?” temalı bir programda yaptığı konuşmadır. 15 Temmuz Darbe Girişiminden bir ay önce Osman Özsoy, konuşmasında çok net bir şekilde yakında darbe olacağını ima etmiş ve hatta “Keşke profesör olacağıma bir albay olsaymışım, bu süreçte çok daha fazla katkım olurdu.” demiştir. Programı yapan şahsın “Nasıl bir katkınız olurdu mesela?” diye sorması üzerine Özsoy; “ Söyledim gitti artık, geri dönmeyeceksin cümlelere.” diyerek söylediğini açıklamaktan kaçınmıştır.[1]
Ahmet Davutoğlu’nun Komisyona gönderdiği 09.01.2017 tarih ve 104997 sayılı cevabi yazıda Örgütün eğitim stratejisi ve hedefleri şu şekilde ifade edilmiştir: “Bu anlamda en planlı ve stratejik adım eğitim alanında atılmıştır. Bir taraftan İslam geleneğinde eğitime verilen önem diğer taraftan örgütün altın nesil yetiştirme iddiası, on yıllarca yabancılaşmış elit tarafından dışlanmış Anadolu’daki geniş kitleler için önemli bir çekim alanı oluşturmuştur. 2013 yılının sonuna doğru dershanelerin kapatılmasına yönelik kararın arkasından örgütün gerçek yüzünün ortaya çıkmasıyla daha iyi anlaşıldığı üzere, eğitim alanındaki yoğunlaşma üç önemli fayda sağlamaya yöneliktir: Güçlü bir sosyal meşruiyet, bu meşruiyet ile birlikte sağlanan finansal kaynak artışı ve nihayet robotlaştırılarak mobilize edilen bir insan kaynağının oluşması. Eğitim faaliyetleri bir hakikat arayışı, fikri bir çığır oluşturma, bilimsel bir atılım gerçekleştirme gibi eğitimden beklenen temel hedefler için değil, mümkün olan en geniş militan insan kaynağı havuzunu en kısa zamanda oluşturarak devlet bürokrasisini kontrol altına almak için bir araç olarak görülmüştür. Onun içindir ki, yarım asra yaklaşan eğitim çalışmaları ne ciddi bir düşünür ya da bilim adamı yetiştirmiştir ne de bu grup tarafından Türkiye’nin sorunlarına yönelik, toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel bir çözüm programı önerilmiştir.”
Örgüt, liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda tüm eğitim kurumlarında ciddi bir yapılanma yoluna gitmiştir. Hiçbir alanı boş bırakmayan örgüt, başta askeri okullar, polis kolejleri ve mülkiye olmak üzere tüm okullarda sistemli bir çalışma içerisine girmiştir. Özellikle askeri okullardaki yapılanmasına büyük önem veren örgüt, başarılı çocuklara özellikle askeri okulları tercih ettirmiş ve bu okullara yerleşmesi elzem görülen çocuklara da sınav soruları çalınarak farklı yöntemlerle verilmiştir.[2] Komisyonun 09 Kasım 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Eski MİT Müsteşarı Emre Taner de örgütün ‘sorular çalınıyor, dershanelerde faaliyet yürütülüyor, yetiştiriliyor, imtihanlara hazırlanıyor.’ ifadeleriyle bu durumu tespit etmiştir.[3] Özellikle askeriye, emniyet ve yargının ele geçirilmesi amacıyla 80’li yılların ikinci yarısından itibaren örgüt ‘abilik’ ve ‘imamlık’ kurgusunu da kullanarak öğrencileri bu bölümlere yönlendirmiştir.[4]Askeri okullara girmesi hedeflenen çocuklarla o dönemlerde örgüt lideri Gülen birebir ilgilenmiş ve zaman zaman özel mekânlarda gruplar halinde bu öğrencileri toplayarak onlara sohbetler yapmıştır. Polis kolejlerinde de önemli bir yapılanmaya giden FETÖ, örgüte yakınlığı bilinen öğrenciler için polis kolejlerinde örgüt mensubu yöneticiler eliyle özel sınıflar bile oluşturmuştur.[5]
Örgüt ilk yapılanmasında öğretmenlik mesleğine özel bir önem vermiş, örgütün yönetim mekanizmasında öğretmenlere geniş bir yer açmıştır. Örgüt karanlık emellerini daha çok eğitim sektörü içerisinde planlamış ve örgüt mensubu öğretmenleri de kullanarak diğer kamu kurumlarında yapılanmaya gitmiştir. Buna bağlı olarak da örgüt sistematiğinde birçok öğretmenin diğer kamu kuruluşlarının örgüt imamı olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Örneğin 2002 yılında Elazığ Emniyet birimleri tarafından bulunan ve içerisinde örgütün emniyet içerisindeki yapılanmasını gösteren çantanın sahibinin Malatya’da görev yapan bir öğretmen olduğu anlaşılmıştır.[6] Yine Komisyonun 15 Aralık 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Şanlıurfa Eski Emniyet Müdürü Eyüp Pınarbaşı, Şanlıurfa’da örgüt mensubu polisleri sevk ve idare eden Mustafa Hoca müstear adını kullanan kişinin Siverek’te görev yapan bir öğretmen olduğunu ifade etmiştir.[7] Emniyet yapılanmasının başında yer alan Kozanlı Ömer takma lakaplı, Osman Hilmi ÖZDİL de İstanbul’da FEM dershanelerinde uzun süre rehber öğretmenlik yapmıştır. Uzun süre örgütün en önemli yayın organı olan Zaman Gazetesinde genel yayım yönetmeni olarak görev yapan Ekrem Dumanlı da aslen bir fizik öğretmenidir. Zaten örgüt sisteminde ‘ser rehber’ ismiyle yer alan, öğrenciler hakkında rapor tutan kişiler, çoğunlukla dershane ve okullarda danışman olarak görev yapan kişilerden oluşmuştur. Yine örgüt öğretmenler aracılığıyla öğrenci ve velileri başta siyasi olaylarla ilgili yönlendirme yoluna gitmiştir. Başta 30 Mart yerel seçimleri olmak üzere Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve genel seçimlerde örgüt, örgüte ait kurumların imkânlarını da kullanarak öğretmenler aracılığıyla başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aleyhine olmak üzere siyasi faaliyetler yürütmüştür.[8]
Örgüt, eğitim yapılanmasında, genelde tüm toplum özellikle de mütedeyyin kesimler açısından baskıya dönüşen dönemleri de ‘takiyye’ yöntemiyle avantaja çevirmeyi başarmıştır. Komisyonun 09 Kasım 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Cevdet Saral da bu duruma işaret ederek; “..sıkıyönetim uygulamalarında örgüt en az zararla çıkmıştır, en önemli gelişimini de bu dönemde sağlamıştır. Özellikle okullarda ve eğitim faaliyetlerinde örgütün sıkıyönetim döneminde de yol aldığını görüyoruz.” ifadelerine yer vermiştir.[9] Özellikle 28 Şubat sürecinin muhafazakâr insanlar açısından bir baskı aracına dönüştüğü günlerde Gülen, zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik BİR’e bir mektup yazarak, okulların istenmesi halinde devlete devredilebileceğini, yurt dışında açılan okulların açılması ile Türkiye dostluğunun yaygınlaşacağını, ülkemiz adına lobilerin oluşacağını ifade etmiştir.[10] Gülen, 28 Şubat sürecinin devam ettiği günlerde devlet hiyerarşisinin en üst kademeleriyle bir araya gelebilmekte, hatta Cumhurbaşkanlığı forsunun takılı olduğu kürsünün önünde ödül alabilmektedir. Gülen, uyguladığı takiyye politikaları sayesinde 28 Şubat sürecini de örgütü açısından bir avantaja dönüştürmeyi başarmış, tüm muhafazakâr oluşumlar bu süreçte kan kaybederken, Gülen örgütü hızlı bir şekilde büyümeye devam etmiştir. Hatta 28 Şubat sonrası Gülen okullarında sayısal manada önemli bir artış meydana gelmiştir. Adeta 28 Şubat süreci, uygulamalarıyla mütedeyyin kitlelerin bir kısmını FETÖ örgütüne doğru itmiştir. Örgütün okulları, dershaneleri ve yurtları hiçbir dönemde olmadığı kadar 28 Şubat sürecinin hemen sonrasında yaygınlaşmış ve büyümüştür. 28 Şubat sürecinin Gülen örgütünün, özellikle de eğitim alanında büyüyüp gelişmesi noktasında sağladığı doğrudan ve dolaylı etkinin özellikle incelenmesi önem arz etmektedir.
Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi Gülen, gizli emellerine ulaşmak için eğitimi bir ‘araç’ olarak seçmiştir. 1970 yılında FETÖ örgütünün kuruluşu sırasında gizli olarak birtakım kurallar hazırlanmıştır. Bu kurallar arasında örgütün, dershane yapılanmasına önem vermesi, bu ilk kadronun örgüt kurallarını sürekli ve düzenli olarak empoze etmeyi amaç edinerek örgütün büyümesini sağlamaları da yer almaktadır. Örgüt, hedefleri doğrultusunda ilk yapılanmasını Gülen’in talimatları doğrultusunda oluşturduğu öğrenci evleri üzerinden başlatmıştır. Görünürde bu evlerde kalan öğrenciler sınavlara hazırlanmakta ya da üniversitede öğrenim görmektedir. Ancak Gülen açısından bu ilk evler, kurmak istediği örgütün kurmay kadrosunun yetişeceği evlerdir. Işık evleri olarak da adlandırılan bu evlere Gülen büyük önem vermekte, bu öğrencilerle yakinen ilgilenmekte ve bunlarla düzenli olarak buluşmaktadır. Örgüt lideri Gülen, bu evler ve müdavimleri için değişik kitaplarında; ışık kışlaları, ışık süvarileri, ışık erleri ifadelerine yer vermektedir.[11] Örgüt lideri; “Işık evler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erenlerin halvethane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifete açıp kapayan kudsilerin varidat iklimleridir. Tadını, havasını, rengini, rayihasını ötelerden alan ışık evler, dünyada ukba yamaçlarına kurulmuş ve fizik ötesi âlemlerin rasathaneleri gibidir.” İfadeleriyle bir taraftan dini istismar ederek evlere bir kutsallık yüklemekte, diğer taraftan da ‘kışla’ benzetmesi yaparak gelecekte yapmayı planladığı kanlı darbenin faillerine militan bir ruh aşılamaktadır. Işık evlerinde yaşamayı asr-ı saadet yaşantısına benzeten Gülen, din istismarı ile körpe insanları bu ortamlara bağlamaya çalışmaktadır.[12]
Gülen örgütün ilk yapılandığı sırada, İzmir Kestanepazarında görev yaptığı sırada imamlık görevini kullanarak camiye gelen üniversite gençleriyle bire bir ilgilenerek onları yanına çekmeye çalışmıştır. Ulaşılan her öğrenci örgüt açısından yeni bir ışık evinin açılması anlamına gelmekteydi. Daha başlangıçta, 1970 yılında doğrudan Gülen’in kontrolünde İzmir’de 12 öğrenci evi açılmıştır. Gülen, bu evlerde kalan öğrencilerle bire bir ilgilendiği bu dönemde öğrencilerin kendisine karşı tam bir itaat duygusuyla yetişmeleri için, öğrencilerin giyim kuşamlarından yeme içmelerine kadar herşeye doğrudan karışmıştır. Gülen, öğrencilerin hangi oyunları oynayıp oynamayacaklarına kadar müdahale etmekte, çizdiği çerçevenin dışına çıkan talebelerini falakaya yatırmaktadır.[13]
Örgüt evleri, örgüt için aynı zamanda bir tür karargâh görevi görmüş ve örgütün önemli toplantılarının bir kısmı bu evlerde yapılmıştır. Örgüte kazandırılacak öğrenciler ise derslerine yardımcı olma bahanesiyle ışık evlerine götürülerek abilere teslim edilmiştir. Askeri okullar ve polis kolejlerinde öğrenim gören öğrencilerin bir araya geldiği evlerin kenar mahallelerde, dikkat çekmeyen semtlerden seçilmesine özellikle dikkat edilmiştir. Bu öğrencilerin örgüte ait evlere küçük gruplar halinde gelmesine, yine birer ikişer kişilik küçük gruplar halinde ayrılımasına özen gösterilmiştir. Örgüte ait bu ışık evlerine ‘şarj evleri’ ismi de verilerek, kişilerin manevi olarak yenilendiği izlenimi oluşturulmuştur.[14]
Ankara Çatı İddianamesinde de yer aldığı üzere Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün, DGM’ye yazdığı cevabi yazıda “Fetullah Gülen, Işık Evleri veya Işık Kışlaları diye tanımladığı yerlerde marksist literatürdeki militan olarak adlandırılan tiplerin yetiştirilmesinde kullanılan telkin ve inandırma yöntemlerini kullanmaktadır.” ifadelerine yer verilmektedir. Yine Ankara Çatı İddianamesinde örgütün, Işık Evlerini devletin kilit mevkilerine, hassas noktalarına örgüt elemanlarını yerleştirmek ve bu suretle devletin üst düzeyindeki kadroları ele geçirmek amacıyla oluşturduğunu belirtmektedir.
Örgüt evleri dershaneler ve yurtlar ile koordineli bir şekilde çalışmıştır. Dershanelerden seçilen öğrenciler evlere götürülerek, ders çalıştırma bahanesiyle örgüte kazandırılmıştır. Yurtlardaki öğrenciler arasından seçilen örgütçe daha nitelikli öğrenciler ise evlere alınarak, örgüt açısından tam bir militan olarak yetişmeleri sağlanmıştır.
FETÖ’nün eğitim yapılanmasının en önemli ayaklarından birini dershaneler oluşturmaktadır. Dershanelerin kapatılma sürecinin anlatıldığı bölümde dershanelerin örgüt açısından ne derece önemli olduğu, dershane sistemini kullanan örgütün insanları nasıl örgütsel bir ‘devşirme sistemine’ dahil ederek alanını genişlettiği detaylarıyla izah edilmiştir.[15] Örgüt, okul derslerine olan takviye ihtiyacını ve bir üst öğrenime geçmede kullanılan seçme sistemini fırsata dönüştürerek geniş kitlelere ulaşma imkanını yakalamıştır. Örgüt açısından dershaneler, hem bir finans kaynağı olmuş, hem de insan kaynağını oluşturmada önemli bir rol üstlenmiştir. Örgüt dershaneleri, örgüt için elverişli öğrencilerin seçimi için özellikle kullanmış ve buralardan tespit ettiği öğrencileri ev ve yurtlarına transfer etmiştir.
Örgüt, dershane yapılanmasında alanını zamanla oldukça genişletmiş, birçok ilde neredeyse tekel oluşturmuştur. Dershanelerin dönüşümüne ilişkin yasal düzenlemelerin yapıldığı süreçte örgüte ait dershanelerin sayısının bini aştığı görülmektedir. Birçok ilde toplam dershane sayısının yarısı doğrudan örgüt tarafından işletilmekteydi. Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi dershane oluşumlarında bölgesel farklılıklar ve özellikler dikkate alınarak bir yapılanma yoluna gidilmiştir. Hem kendi örgüt yapısı içerisinde farklı sosyo-ekonomik gruplara hitap eden farklı ekonomik düzeylere hitap eden dershaneler oluşturulmuş; hem de örgüte mesafeli duran insanlara ulaşma için farklı anlayış örgüsünde dershaneler kurulmuştur. Dershanelerde oluşturulan özel bölümlerde örgüt toplantıları yapılmış, 1992 yılına kadar ‘himmet’ toplantılarının çoğu da yine dershanelerde tertip edilmiştir.
Örgütün ışık evleri ve dershane yapılanması ile paralel büyüyen diğer kurumsal yapılanması öğrenci yurtları olmuştur. Örgüt, ülke genelinde hızla öğrenci yurtları açarak daha fazla öğrenciye ulaşmayı hedeflemiştir. Kısa sürede başta üniversitelerin olduğu bölgeler olmak üzere yurt genelinde örgüte ait öğrenci yurtları açılmıştır. Yurtlar aynı anda çok sayıda öğrenciyi örgüt kontrolünde tutmak için önemli bir işlev görmekle birlikte, daha çok örgüt açısından öğrencilerin seçildiği ve tasnif edildiği mekânlar görevini görmüştür. Yurtlarda kalan öğrencilerden uygun görülenler örgüt evlerine transfer edilerek yoğun bir örgüt sistematiğine tabi tutulmuştur. Genel olarak yurtlar içerisinde de öğrencilerin niteliğine göre bir tasnif oluşturulmuş olsa da, asıl örgüt eğitiminin verildiği yerler örgüt evleri olmuştur.[16]Yurtta kalan öğrencilerden, örgüt açısından kullanışlı olmayanların kayıtları yenilenmemiş, uzun süre kalmasında mahsur görülenlerin ise kayıtları doğrudan silinmiştir.
Örgüt, öğrenci kamplarını da ekonomik bir çıkara dönüştürerek bu kamp giderlerini ileri sürerek değişik kurum ve kişilerden paralar tahsil etmiştir.[17] Yurtlarda kalan öğrenciler için düzenlenen bu kampların özellikle tatil dönemlerinde yapılmasının asıl sebebi ise, öğrencilerin tatil dönemlerinde aileleriyle uzun süre kalmasını engellemektir. Ailesi ile irtibatı güçlü olan çocukların örgüt açısından elverişli bir militana dönüşemeyeceğini düşünen örgüt, özellikle birçok öğrenciyi farklı illerdeki okullara kaydetmiş, kendi yurtlarında kalmalarını sağlamış ve çocukları aile ortamından uzaklaştırmıştır.
FETÖ, öğrenci yurtlarını farklı eğitim kademelerinde öğrenim gören öğrencilerine göre ayrı ayrı kurgulayarak, örgüt mensubu abi/ablalar aracılığıyla bir alt kademeyi örgüt hedefleri doğrultusunda eğitmiş ve kontrol etmiştir. Yurtları ülke genelinde yaygınlaştırarak, özellikle konaklamaya mecbur öğrencilerin zorunlu tercihi haline gelmiştir. Özellikle üniversiteyi kazanıp, Anadolu’nun değişik köy ve kasabalarından gelen öğrencilerin aileleri, zaman zaman ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi ortamın da etkisiyle çocuklarını FETÖ yurtlarına vermek zorunda kalmışlardır.
Örgüt, yurt ve evlerinde barınan öğrencilere örgüt sistematiği içerisinde belli görev ve sorumluluklar vererek örgüte aidiyet duygusunun gelişmesini sağlamıştır. Örneğin kurban bayramlarında deri toplamak, örgüt için birden fazla faydanın sağlandığı bir çalışma olmuştur. Bu yolla hem örgüte çok önemli bir finans kaynağı oluşturulmakta, hem de öğrencilere aidiyet duygusu kazandırılmaktadır. Bayramlarda bile öğrencilerin aileleriyle bir araya gelmesini istemeyen örgüt, özellikle kurban bayramında öğrencilere kurban organizasyonu, özellikle de deri toplama görevi vererek ‘hizmet’ ettirmiştir. Komisyonun 8 Aralık 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Dr. Hasan Polat’ın da belirttiği üzere bir öğrencinin kurban bayramında deri toplamak yerine ailesini ziyarete gitmesi örgüt içerisinde ihanet olarak değerlendirilmiştir. [18]
Örgüt ev ve yurtlarında barınan öğrencilere örgüte ait yayınların pazarlanması noktasında da önemli görevler verilmekte; özellikle ulaşılmak istenen esnaf/tacirlere karşı öğrencilerin masumiyet ve temizliği kullanılmıştır. Bu yolla hem örgüte ait yayımlar daha geniş alanlara ulaştırılmış, hem de öğrenciler aracılığıyla örgüt yeni kitlelere ulaşabilmiştir.
FETÖ örgütü lideri Gülen de tıpkı dershanelerde olduğu gibi, bazı öğrenci yurtlarını örgüt karargâhı olarak kullanmış ve örgütünü doğrudan bu merkezlerden yönetmiştir. Gülen Anadolu’nun muhtelif şehirlerinden gelen ziyaretçi gruplarını örgütün yurt, dershane, okul dernek gibi birimlerinde oluşturulan özel mekânlarda karşılamakta, görüşmeler sonrasında da çoğunlukla tedbir olarak yerini değiştirmektedir.[19]
Geniş bir öğrenci yurdu ağına sahip olan örgütün, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında kapatılan yurt sayısı 841’dir. Çoğu yüksek kapasite olan bu yurtlarda yaklaşık 90 bin öğrenci barınmaktaydı.
FETÖ’nün en yaygın şekilde yapılandırdığı eğitim kurumu örgütün özel okulları olmuştur. İlk okulu 1986 yılında İzmir’de Yamanlar öğrenci yurdunu okula çevirerek oluşturan örgüt, kısa sürede tüm ülke geneline yaygın bir okullaşma sürecini başlatmıştır. Açılan bu ilk okullarda farklı bir imaj oluşturma gayreti içerisine giren örgüt, bu yolla geniş kitlelere ulaşmayı hedeflemiştir. Buna bağlı olarak İzmir’de örgütün açtığı bu ilk okulun yöneticiliğine pop sanatçısı Sezen Aksu’nun emekli milli eğitim müdürü olan babası getirilmiştir. Böylece hem popüler bir isimden yararlanılmış hem de örgütün gerçek yüzünün maskelenmesi sağlanmıştır.[20]
Örgüt, okul öncesi eğitimden başlamak üzere üniversite dâhil tüm kademelerde özel okul ve üniversiteler açmıştır. Bu kadar geniş bir coğrafyada çok sayıda okul açmak ise ciddi bir maddi kaynak ve emeği gerektirmiştir. Bu ihtiyacı karşılamak için örgüt, tıpkı dershane ve yurtların açılma sürecinde yaptığı gibi halkın duygularını istismar etme yoluna gitmiştir. Okulların açılma sürecinde halkı ikna etmek ve imkânlarını örgüt yararına kullanmalarını temin etmek için öncelikle geçmişe atıflar yapılmakta, “Osmanlı nasıl ki, batılıların açtığı okullarla çökertilmişse, aynı yolu izleyerek dirilmek gerekmektedir” gibi söylemlerle halkın imkânlarının örgüt lehine kullanılmasının önü açılmıştır.
Bu okulların çok önemli bir kısmı ortalamanın çok üzerinde fiziki standartlara sahip okullardır. Öğrenci, eğitim ve hizmet kavramlarının suiistimal edilmesiyle varlıklı ailelerden örgüte ciddi arsa, bina veyahut nakdi destek sağlanmıştır. Birtakım kamu idarelerinde bağış yoluyla da önemli mülkler temin edilmiştir. Örgüt, okulların inşası sürecinde ‘halkın okulları’ imajını oluşturmakla birlikte, daha sonraki süreçte uyguladığı fiyat politikalarıyla bu okullarda alt ve orta gelir grubundan ailelerin çocuklarının okumasına imkân vermeyecek bir fiyat politikası izlemiştir. Örgüt bu konudaki itiraz ve tespitleri bile ranta çevirmeyi başarmış, yurt içindeki bu okullardan kazanılan paralarla yurt dışındaki okulların ihtiyaçlarının karşılandığını söyleyerek halkı ikna etme yoluna gitmiştir.
Okulların elde etmiş olduğu başarılar da iyi bir reklam aracına dönüştürülmüş ve yeni okulların açılması için bu durum fırsata dönüştürülmüştür. Devletin değişik kademelerinde örgütsel yapılanmadan sonra sızdırılan ve elde edilen soruların belli sayıda öğrenciye verilmesi de bu okulların reklamının yapılmasında önemli bir yer tutmuştur. Örgütün okul, yurt ve dershane sistemini eşgüdümlü olarak sevk ve idare etmesi, belli bir başarının elde edilmesine olanak tanımıştır. Örgütün yurt dışı okul yapılanmasını da ülke içerisinde bir reklam unsuruna dönüştürmesi öğrencilerin bu kurumlara yönelmesine neden olmuştur. Bu durumu, “başarıları yurt dışına taşmış okullar dururken, niye başka okullara çocuk gönderilsin ki” sorusuyla özetleyen gazeteci-yazar Fehmi Koru’nun ifade ettiği gibi, TÜBİTAK ödüllerini de her yıl ‘Hocaefendi’nin okulları diye bilinen kolejlerin öğrencileri kazanmaktaydı.[21] Örgüt lideri Gülen ise okulların kendileriyle doğrudan bağlantılı olduğunun dillendirilmemesi için sık sık çevresini uyarmıştır. Başta Zaman gazetesi olmak üzere, örgütün medya ayağında yıllarca görev yapmış, örgüt lideri Fetullah Gülen ve diğer üst düzey isimlerle bir arada bulunmuş olan Fehmi Koru, Gülen’in en yakınında başlayarak erişilen herkese, ‘lütfen okulları bizimle bağlantılı göstermeyin” uyarısında bulunduğunu ifade etmiştir.[22] Aslında bu durum “Cemaat” görünümlü bir örgütün ‘sızma’ operasyonunun bir parçası olarak değerlendirilmelidir. 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra devletin ilgili birimlerince yapılan çalışmalarda okulların örgütün finans kaynaklarının aklanmasının bir aracı olmanın yanında, yurt dışına yapılan para transferlerine kadar birtakım hukuk dışı eylemlerin aracı olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Yine bu ilişkilerin deşifre edilmesiyle anlaşılmıştır ki örgüt, ülke genelinde kendi kurumsal varlığıyla hiçbir benzerlik görünmeyen okullar açmıştır. Birçok ilde daha seküler bir eğitim kurumu olarak görülüp, bu minvalde velilerin tercih ettiği birtakım okulların doğrudan örgüt okulları olduğu tespit edilmiştir. Darbe girişiminde yer alan birçok FETÖ mensubunun çocuklarının da bu okullarda kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Örgüt bir tür ‘kamuflajlı okullar’ okullar oluşturarak, hem kendine mesafeli ailelerin çocuklarını örgüte kazandırmayı hedeflemiş; hem de kendi örgütüne mensup, deşifre olmaması gereken personelin çocuklarının okul ihtiyaçlarına çözüm üretmiştir. Daha açık bir ifadeyle, FETÖ’nün en önemli stratejisi olan “sızma” hareketi okul yapılanmasında da kendisini göstermiş, okullar ‘topluma’ ve ‘devlete’ sızmanın bir enstrümanı olarak kullanılmıştır.
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası doğrudan FETÖ örgütüne ait olduğu tespit edilip kapatılan özel okul sayısı 1060’tır. Ancak görüntüde önemli bir hizmeti gerçekleştiriyormuş algısı oluşturan örgüt bu okullarda birçok yasadışı örgütsel eylem ve planlamayı gerçekleştirmiştir. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası kapatılan okulların bir çoğunda gizli bölmeler, gizli katlar, hatta gizli geçitler bulunmuştur. Mimari açıdan dış cephede oluşturulan mimari düzenleme ile gizlenen katlarda yatakhane, banyo ve tuvaletlerinin de bulunduğu, birbiriyle geçiş ve irtibatın olmadığı birimler oluşturulduğu tespit edilmiştir. Mimari tasarımla gizlenen bu katlarda örgütsel eğitimin yapıldığı, konaklandığı, özellikle de hücre sistemine göre yapılandırılmış birimlerin toplantı ve eğitimlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin, örgüte ait İzmir’deki Yamanlar koleji yerleşkesinde yer alan okulların altında, okul yemekhanesi ile aynı kampüs içerisindeki cami arasında iki yüz metrelik bir geçit bulunmuştur. Tünelin cami altındaki gizli bir odaya ulaştığı ve çıkışının tahta bir kapakla kapatıldığı, üzerinin halıyla gizlendiği tespit edilmiştir.[23] Tokat'ın Niksar ilçesinde FETÖ'ye bağlı başka bir okulda müdür odasının zemininden gizli bir geçide ulaşılmış, bu geçidin de okul dışına bağlantısı ortaya çıkarılmıştır.[24] Eskişehir'de ise örgüte ait Özel Samanyolu Ümit İlkokulunda müdür odasında, duvara monte edilen iki lambanın içinde kamera düzeneği tespit edilmiştir.[25]
Üniversiteler de FETÖ’nün yapılandığı kurumlar arasındadır. Örgüt bir taraftan başta YÖK ve ÖSYM ve resmi üniversitelerde kadrolaşma yoluna giderken, bir taraftan da örgüte ait üniversiteler kurmuştur. Örgütün üniversitelerin tüm birimlerinde yapılanması ve il örgüt temsilcilerinin (il sorumlusu abiler) tüm birimlerden gelen bilgileri birleştirmesi ve örgüt ihtiyacına göre bütün bu birimleri organize etmesi nedeniyle üniversite yapılanmasında da örgüt kısa sürede önemli bir kadrolaşmayı temin etmiştir. Özellikle dil sınavlarında ve ALES sınavlarında yapılan hilelerle örgüt çok sayıda mensubunu üniversitelere yerleştirmiştir. Dil sınavlarında yetersiz olan örgüt öğrencileri için hazırlanan alternatif dil sınavları ve düzenlenen belgelerle üniversitelere önemli sayıda akademik kadro yerleştirilmiştir. Bu yapılanma sürecinde dikkat çeken önemli bir husus da örgütün kadrolaşmayı tepeden tasarlamasıdır. 1980 sonrası siyasetle kurulan iyi diyaloglarla, örgüt açısından önemli bazı kişiler öncelikle YÖK üyeliğine atanmıştır. Bu kişiler sayesinde birçok üniversiteye örgüt mensubu rektörlerin atanması için çalışmalar yürütmüş, atanan örgüt mensubu rektörler sayesinde de üniversiteler örgütsel yapılanmanın merkezi haline getirilmiştir.[26] Örgüte karşı direnen idari personel ise değişik kumpas ve iftiralarla pasif hale getirilmiştir.
Dışişleri Bakanlığınca Komisyona gönderilen 29.11.2016 tarihli ve 48193831-951.03-2016/11660778 sayılı cevabi yazıya göre, FETÖ 160’a yakın ülkede faaliyet göstermekte, 800 civarında okul ve üniversite ile 100’e yakın öğrenci yurdu işletmektedir. FETÖ okullarındaki öğretmenler ve aileleri ile FETÖ iltisaklı diğer oluşumlarda görev alanlar, aileleri ve bu okullardan mezun olan öğrenciler hesaba katıldığında yurtdışında FETÖ ile iltisaklı on binlerle ifade edilebilecek bir topluluktan bahsetmek mümkündür.
Örgüt, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ilk yurt dışı okullarını bu coğrafyada açmıştır. Okulların açılması sürecinde, Devletin en üst yöneticileri bu okulların açılmasını desteklemiştir. Örneğin sadece eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu okullar için ilgili devlet yöneticilerine 14 adet referans mektubu yazmıştır.[27] Gülen, okulların açılmasında siyasi ve toplumsal desteği sağlamak için, komünist sistemin insanların maneviyatını yok ettiğini, dolayısıyla bu insanlara yeniden kendi kimliklerinin kazandırılması gerektiğini söylemiştir. Benzer bir ifadeyi Amerikalı istihbaratçı CIA şefi Graham Fuller de kullanmakta; Gülen okullarının, komünizmin çökmesiyle birlikte oluşan boşluğu doldurduğunu, manevi değerlerde ortaya çıkan açlığın kapatılmasında etkili olduğunu iddia etmektedir. Okulları methetme gayretine giren Fuller, örgüt okulları ile ilgili iddiaları dedikodu olarak geçiştirmekte, yurt dışındaki Gülen okullarında öğrenim gören çocukların ailelerinin elit aileler olmasına ise birtakım gerekçeler bulmaktadır.[28] Yurt dışında açılan okulların yurt içinde bir reklam aracına dönüştürülmesi ile halkın bir kısmının da desteği alınarak örgüte yeni parasal girdilerin önü açılmıştır. Ancak bir cemaat yapılanmasının kısa sürede 160 civarındaki ülkede nasıl okul açabildiği önemli bir tartışma konusu olmuştur. Maddi olanakların oluşturulması bir yana, bu kadar geniş bir alanda devletler ne ile ve nasıl ikna edilmiştir? Dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika’da bile “Charter School” adı altında çok sayıda okul açılmıştır. Bu sorunun cevabını örgütün ilk kurucuları arasında yer alan ve uzun yıllar Gülen’in yanında bulunan Latif Erdoğan şu cümlelerle özetlemektedir: “Elbette, bu okulların kısa sürede bütün dünya ülkelerinde yaygınlaşmasını Amerika ve İsrail’in kendi dış siyasetlerinden bağımsız düşünmek imkanı yoktur. Amerika, bilhassa Türki dünyalara girişini bu okulları üst edinerek gerçekleştirmiş, Rusya karşıtı politikasını hizmet yerlerini ve hizmet fertlerini kullanarak pekiştirmiştir. Zamanla, hizmet hareketinin dış ülkelerdeki temsilciliklerinin Amerika’nın siyasetine uyumlu olacağı ve öyle kalacağı protokole dönüşmüş… Bu okullarda, öğretmenlik adı altında CIA elemanları çalıştırılmış; onlar da kendi politikaları uyarınca bu okulları istedikleri doğrultuda kullanmışlardır. Buna mukabil Amerika da bu okulların diğer dünya ülkelerine yaygınlaşmasına göz yummuştur.[29] Günümüzde de yurtdışında okul faaliyetlerine devam eden FETÖ örgütü özellikle ABD’deki okul faaliyetlerine yenilerini eklemektedir. Örgütün yeni okulu ABD Hava Kuvvetleri Harp Merkezine ev sahipliği yapan ve dünyanın en büyük muharebe eğitim misyonuna sahip Nellis Hava Üssü'nde faaliyete başlayacaktır. "Coral Academy of Science Las Vegas" adıyla faaliyete geçen okulun açılış töreninde üssün komutanı Albay William Norton, okulun müdürü Ercan Aydoğan'a törenle okulun anahtarını teslim etmiştir. "Öldüren Eğitim" (Killing Ed) adlı belgeseli yapan Amerikalı yönetmen Mark S. Hall, FETÖ okulları hakkında yaptığı çalışma sonrası çok sayıda yolsuzluk tespit ettiğini belirtmiş ancak, bu okullar için "ABD üst düzey devlet yetkilileri tarafından korunuyor olmalılar." ifadesine yer vermiştir.[30] Zaten Gülen de bir röportajında; “Bugün dünya gemisinin dümeninde Amerika vardır. Onun onayı olmadan bir iş yapmanız, dünyanın dört bir yanına okullar ve eğitim yuvaları açmanız imkânsızdır.”[31] İfadelerine yer vererek Hall’ın tespitini doğrulamaktadır. Yurt dışında açılan okullar aracılığıyla örgüt, tüm bu ülkelerde de birtakım yapılanmalara gitmiştir. Örgüt içerisinde artık il ve ilçe abileri yanında ülke ve kıta imamları da yerini almıştır. Ülke ve kıta imamlarının olduğu sistematikte ise Gülen’e düşen rol ‘kâinat imamlığı’olmuştur.
FETÖ yapılanması lideri 1999 yılından beri Amerika’da Pennsylvania’da yaşamaktadır. Bu arazi örgüt tarafından kurulan “Altın Nesil Vakfı” adına FBI tarafından 1991 yılında tahsis edilmiştir.1991 yılından itibaren YÖK veya MEB bursu ile Amerika’ya giden örgüt mensupları da yaz kampı adı altında bu çiftlikte programlar yapmaktadır.[32]
Örgüt mensupları yüz altmışı aşan ülkede açılan okulların kaynağı olarak hayırseverlerin bağışlarını adres olarak göstermektedir. Ancak açılan okulların dağıldığı coğrafya, sayısal yapı ve büyüklükleri dikkate alındığında karşımıza sadece bağışlarla oluşturulamayacak devasa bir sistem çıkmaktadır. Bu durum ilk bakışta okulların oluşum ve gelişimlerinde başka bir etmenin devrede olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Durum detaylı olarak incelendiğinde ise bazı dış desteklerin bu okulların açılmasında ve yaygınlaşmasında önemli bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır. Bu konuda yapılan tespitlerden birisi; bu okullar doğrudan Amerika’nın bilgisi ve isteğine uygun olarak tasarlandığı ve 20-30 yıl içerisinde de bu okullarda okuyan öğrenciler aracılığıyla bu ülkelerin teslim alınmasının hedeflendiğidir.[33] Okulları ilk kapatan ülkelerden biri Özbekistan’dır. Özbekistan yönetimi Gülen okullarının Amerika için çalıştığını iddia etmiştir.[34] Örgüt içerisinde uzun yıllar görev yapan Nurettin Veren, Özbekistan eski Devlet Başkanı Kerimov’un, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e; ülkesine öğretmen olarak gelenlerin bir kısmının casusluk yaptığını söylediğini ifade etmekte ve tespitlerini şu ifadelerle sürdürmektedir: “ABD, söz konusu bu okulları Asya’nın enerji kaynaklarını kontrol etmek, kendi hâkimiyetinin önünü açmak amacıyla Rusya’nın ve Çin’in önünü kesmek üzere destekliyor. Bunun kanıtı da şudur: Bütün okullarda İngilizce öğretmeni kimliğiyle çalışan yeşil ve kırmızı pasaportlu sözde öğretmenler mevcuttu. Amerikan ve İngiliz pasaportlu öğretmenlerin bu okullarda ne işi var? Hani fakir öğrencilere yardım amacıyla kurulmuştu bu okullar?”[35]
Öyle anlaşılmaktadır ki, örgütün dünya genelinde okullar açmasında başta ABD olmak üzere İngiltere ve Almanya’nın önemli destekleri olmuştur. İngitere Lordlar Kamarasından “İngiltere’ye üstün hizmet ödülü” alan Fetullahçılar, İngiltere’nin Uzakdoğu ve Ortadoğu departmanlarıyla okullar noktasında ortak çalışmalar yürütmektedir. Avrupa genelinde açılan tüm örgüt okullarında, Türkiye Cumhuriyeti adına herhangi bir denetim ya da inceleme hakkı da bulunmamaktadır.[36]
Komisyonun 9 Kasım 2016 tarihli toplantısında komisyona bilgi veren Emniyet Eski Genel Müdür Yardımcısı Cevdet Saral sunumunda“Bir tespiti de şöyle ifade edeyim: 1998 senesinde, Şubat ayı içerisinde, İstanbul’da Fetullah Gülen’in dergâhında İsrail Sefarad Yahudileri Hahambaşı EliyahuBakshi-Doron’la bir görüşme düzenleniyor. O görüşmede Fetullah Gülen’in kimliği ve tanımlaması, yeri geldiğinde milliyetçi eksende durduğu, yeri geldiğinde Kemalist yapıyla ilişki kurduğu ve sufi mistik anlayışlı, ılımlı bir kimlik tarifinin akabinde okullar zincirinin üzerinden İsrail’in Orta Asya Türk devletlerine açılım politikasının nasıl yürütüleceği konuşuluyordu” ifadelerine yer vermiştir.
Örgütün yapılanmasında yer tutan ve zamanla yaygınlaştırılan mekânlardan birisi de okuma salonlarıdır. Okuma salonlarında çoğunlukla kitaplıklar da oluşturulmuştur. Zamanla bilgisayar ve internet ağı da oluşturularak çocuklar için cazip mekânlar haline getirilmiştir. Salonun oluşturulduğu çevrede öğrencilerin derslerine ücretsiz yardımcı olunacağı reklamı yapılarak velilerin ve öğrencilerin dikkati çekilmiştir. Okuma salonunda görev yapanlar ise daha çok üniversite öğrencilerinden ya da örgüt mensubu emeklilerden seçilmiştir. Buralarda derslere yardımcı olma bahanesiyle öğrencilerin durum tespitleri yapılmış ve zamanla bu çocuklar örgüte kazandırılmıştır.
Örgüt, emniyet içerisindeki yapılanmaya ayrı bir önem göstermiştir. 1980’li yıllardan itibaren bazı hükümet ve bakanların da desteği ile emniyet teşkilatında ciddi bir yapılanmaya giden örgüt, gerekli olan raporları da yine devlet hastanelerinde görev yapan örgüt mensubu doktorlar eliyle gerçekleştirmiştir. Polis Kolejlerinin açılması paralel yapının emniyet yapılanmasında önemli bir yapı taşı olmuştur. Yine aynı süreçte, üniversite mezunlarının bir yıllık kademeli eğitimi sonrasında rütbeli emniyet mensubu olarak atanması FETO yapılanmasının hızlanmasına neden olmuştur. Akademide okuyan öğrenciler daha öğrencilik yıllarında örgüt elamanı olmuş ve örgüt daha sonraki süreçte ülkede meydana gelen karanlık olayları bu kişiler aracılığıyla gerçekleştirmiştir.[37]
Emniyetteki FETÖ yapısı örgütsel yapıyla bağı olan öğrencilere soruları vermiş, okul içerisindeki sicil ve disiplin notu değerlendirmelerini de örgüt aidiyeti üzerine şekillendirmiştir. Bu süreç sadece 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanammış sonraki dönemde devam etmiştir. Nitekim Komisyona bilgi sunan Prof. Dr. Abdullah Çavuşoğlu, 13.09.2009 tarihinde yapılan PMYO Sınavı sorularının dışarıya sızması sebebiyle iptal edildiğini, sınavın 01.11.2009 tarihinde yeniden yapıldığını ve durumu Savcı Şadan Sakınan’a bildirdiğini ifade etmiştir.[38]
Örgüt, Emniyet içerisinde yapılanmayı hızlandırdıkça kendilerinden olmayanlara fiziki ve psikolojik şiddet uygulayarak baskı altına almış ve böylece okullardan ayrılmaya mecbur bırakmış, değişik iftira ve ithamlarla öğrencileri disiplin cezalarına çarptırmış ve öğrencilerin okulla ilişikleri kesilmiştir. 1992 yılından itibaren emniyetin ilgili birimleri ve istihbarat teşkilatı FETÖ örgütünün bu çalışmalarını tespit etmiş ve raporlamıştır.[39] Polis okullarında okuyan ve ışık evlerine gitmeyen öğrenciler bu okullarda görevli polis ve emniyet mensuplarınca baskı altına alınmıştır. Örgüt çalışmalarını tespit eden ve konu hakkında inceleme başlatan okul yöneticilerinin bu okullardaki görevlerine bir şekilde son verilmiştir. Okul yönetimleri tamamen örgütün kontrolüne geçince de örgüt, tüm muhaliflerden acımasız bir intikam alma yoluna gitmiştir. Birçoğu fiziki veyahut psikolojik şiddete maruz kalmış, birçoğu da polis okullarından ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Okullara yeni başlayan öğrenciler, okullarda görev yapan örgüt mensubu kadronun da etkisiyle örgüte yönlendirilmekte, üst sınıflarda okuyan örgüt elemanlarınca şehri tanıtma bahanesiyle geziye çıkarılmakta ve bu süreç çoğunlukla ışık evlerinde son bulmaktaydı.[40] Örgüt polis kolejleri ve akademilerinin eğitim kadrosunda da önemli bir yapılanmaya gitmiş, hatta bazı üniversitelerden örgüt mensubu öğretim görevlileri bu okullara transfer edilmiştir. Okullarda özel sınıf uygulamasına da giden örgüt, özellikle 90’lı yıllarda bazı öğrencileri özel sınıflarda toplanmakta ve bu öğrenciler daha öğrenim görürken diğer öğrencilere göre avantajlı hale getirilmişlerdir.[41]
Emniyet içerisindeki yapı, genişledikçe örgütsel manada yeniden düzenlenmiş, zamanla da rütbeli ve rütbesiz mensupların ayrı ayrı gruplandırıldığı bir yapıya göre şekillendirilmiştir. Teşkilatın ele geçirilmesinde rütbeli polislere ayrı bir önem gösterilmiş, bu rütbeli polisler eliyle de örgüte mensup olmayan polislerin terfisi engellenmiştir.[42] 80’li yıllardan itibaren devlet imkanlarıyla yurt dışına gönderilen lisansüstü öğrencilerin önemli bir kısmı da bu örgüt mensuplarından seçilmiş, belli donanımı devlet imkânlarıyla kazanan bu elamanlar sayesinde örgüt alanını genişletmiştir. Fetullahçı yapıya mensup polis koleji ve akademi mezunları 1975’ten itibaren bilinçli bir şekilde polis okullarına, eğitim, istihbarat ve bilgi-işlem birimlerinde yapılanmışlardır.[43]
Terörist başının talimatları doğrultusunda, Fetullahçı yapılanma polis kolejlerinde çığ gibi büyümüş ve EGM İstihbarat Daire Başkanlığının hazırladığı bir rapora göre, 1991 yılına gelindiğinde kolejde okuyan öğrenciler arasından Fetullahçıların oranı %50’nin üzerine çıkmıştır. Aynı yıl mezun olan öğrenciler arasında ise yüzde 67 olduğu tespit edilmiştir. Yine aynı dönemde üst sınıf abilerinden seçilen 34 Fetullahçı imam bulunmaktadır. Polis akademisinde de ciddi bir yapılanma görülmektedir. Özellikle polis kolejlerinden akademiye gelen öğrencilerin çok önemli bir kısmı Fetullahçı yapı ile irtibat halindedir. Akademinin birinci sınıfına kayıtlı 186 öğrencinin 148’i polis kolejinden gelen öğrencilerdir ve bunların 71’i Fetullahçı yapıdandır.[44]
İçişleri Bakanlığınca Komisyona sunulan 01.02.2017 tarih ve 109897 sayılı yazı ekindeki evrak arasında bulunan ve Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığınca düzenlenmiş olan 24/10/1991 tarih ve 91/316-12 sayılı yazıda; “İllegal Fetullah Hocanın Talebeleri adlı örgütün teşkilatımız bünyesinde özellikle Polis Akademisi, Polis Koleji, Polis Okulları gibi eğitim ve öğretim kurumlarında örgütlendiği, bu örgüte girmeyenlerin veya girmiş olup ayrılmak isteyenlerin tehdit edildikleri, ihbar edilmek ve disiplin cezası verilmek suretiyle meslekten ilişkilerinin kesildiği, üstlerinin hakkında suç tasnifi ve iftiraya dayalı gerçekdışı belge ve tutanak tanzim ettikleri iddia edilmektedir” ifadelerine yer verilmiştir.
Örgüt, askeri liselere 80’li yıllardan itibaren sızmaya başlamış, başarılı öğrencileri hukuk fakültelerinin yanı sıra askeri okullara yönlendirmiştir. Hangi öğrencinin ne tür bir askeri okula yerleşeceğine örgüt karar vermiş, bunun için de örgüt içerisinde sadece askeri okullara öğrenci yerleştirmekten sorumlu kurmaylar görevlendirmiştir. Askeri okullardaki yapılanmayı da polis kolejlerinde olduğu gibi, Gülen bizzat takip etmiş ve yönetmiştir. 1980 askeri darbesi sonrasında ortaya çıkan ortamı Gülen iyi değerlendirerek askeri okullara sızma planını hayata geçirmiştir. Özellikle ordunun istediği zaman darbe yapıp yönetime el koyması, Gülen’in arzularıyla tam olarak uyuşmaktadır. Askeriyeye yerleşmesi uygun görülen öğrenciler özel olarak yetiştirilmiş ve bu öğrencilerin deşifre olmamaları için hücre sisteminde yapılanmaya gidilmiştir. Hücreler en fazla birkaç kişiden oluşacak şekilde kurgulanmış, aynı sınıfta öğrenim gören öğrencilerin bile birbirlerini bilmesine fırsat tanınmamıştır.
Örgüt, askeri okullara sızmak için özel görevliler görevlendirerek binlerle ifade edilebilecek sayıda öğrenciyi gizlilik içerisinde askeri okullara hazırlamıştır. Ancak bu öğrencilerin istenen düzeyde askeri okullara yerleşmemesi, örgütün ‘toplu girişi’ temin edecek yöntemleri devreye sokmasına neden olmuştur. Askeri lise sınav sorularını çalan örgüt askeri okullara hızlı bir şekilde öğrenci yerleştirmeye başlamıştır. Örgüt yaptığı bu işlemi sağlama almak için de öncelikle TSK’da ‘personel şube’ ve ‘ölçme ve değerlendirme şubesini’ ele geçirme yoluna gitmiştir. Bu yapılanma sayesinde özellikle 1986 yılı askeri lise sınav soruları örgüt tarafından ele geçirilmiştir. Bu tarihte Kuleli Askeri Lisesine giren 450 öğrencinin yaklaşık 300’ü Fetullahçı yapıya mensuptur. Kuleliye giren öğrencilerden 300 tanesi Türkçe sorularının tamamını doğru cevaplamıştır.[45] Örgütün askeri okullarda yapılanması zamanla o derece ileri gider ki bir general astsubay okulları için; “Öyle hale geldi ki, şakirt olmayanlar astsubay okullarına neredeyse alınmıyor.”[46] ifadelerini kullanmıştır
Gülen, askeri okullarda öğrenim gören öğrencilerin kendilerini gizlemeleri için gerekli uyarıları yapmakta; gerektiğinde içki şişelerine meyve suyu koyarak içmelerini tavsiye etmektedir. Askeri okul öğrencilerini bire bir eğitmekte, olduklarından farklı görünmelerini tembihlemekte, gerekirse küpe takarak sınavlara gitmeleri talimatını vermektedir.[47]
Örgüt seçtiği öğrencileri özellikle örgüt dershanelerine ve örgüte ait resmi yurtlarda barındırmamıştır. Bu öğrenciler başka dershaneler kayıt ettirilmiş, yine o dershanelere yerleştirilen örgüt mensubu öğretmenlerce takip ve kontrolleri yapılmıştır.[48] Öğrenci ile görüşmeler örgüt tarafından oluşturulan gizli ve özel mekanlarda yapılmış, öğrenci askeri okula yerleştirildikten sonra da bağlı olduğu ‘abi’ dışında kimseyle görüşmesine müsaade edilmemiştir. Örgüt abisi ile görüşmeleri ise daha çok dikkat çekmeyen kenar mahallelerde, daha önceden yüz yüze belirlenen zaman dilimleri içerisinde gerçekleşmiştir. Örgüt, bu öğrencilerle telefon benzeri iletişim araçlarıyla irtibata geçilmesine müsaade etmemiştir. Askeri öğrencilerle ilgilenen örgüt mensupları kod isimler kullanmış, yine öğrenciler de bu ‘abileri’ kod isimleriyle tanımıştır. Okul döneminde örgüt abisinin değiştirilmesi durumunda, bu değişiklik taraflara daha önceden haber verilmeden yapılmakta ve duygusal bir yaklaşımla bu kişilerin irtibatta kalması engellenmektedir.
Örgüt, silahlı kuvvetlerde zemin kazandıkça kendilerinden olmayanları sistemli bir şekilde sistemin dışına itmiştir. Askeri okullarda öğrenim gören ancak örgüte mesafeli olan çocuklar psikolojik olarak yıpratılarak, okullardan ayrılmaya mecbur edilmiştir. Örgütün tüm baskılarına direnen öğrencilere ise, ‘ayrılın, ayrılmazsan atacağız’ tehditlerinde bulunmuşlardır. Yapılan bu baskının temelinde Gülen’in talimatı yatmaktadır; ona göre askeri okullardaki tüm öğrenciler kendi örgütünün mensupları olmalıdır. Hatta örgütüne askeri okullar için;“Yüzde doksan dokuzu kabul etmem. Yüzde yüz isterim. Hepsi şakirt değilse başarılıyız demeyin. Çalışmalarınızı bu şekilde yoğunlaştırın.”[49] talimatını vermiştir. Örgüt mensubu subaylar, askeri okullardan atmak istedikleri öğrencilerin disiplin notunu kırmakta, bu öğrencilere hakaret ederek pes etmeye zorlamaktadır. Hatta fiziki şiddete maruz kalan öğrenciler de bulunmaktadır. Sınav zamanları yasak olmasına rağmen geceleri bile bu öğrencilere ağır eğitimler yaptırılmıştır. Öğrenciler diğer öğrencilerden ayrı mangalara alınarak ağır eğitimlerden geçirilmiş, hatta aç ve susuz bırakılmıştır. Zamanla bitkin duruma gelen öğrenciler dayanıksızlık gerekçesiyle okuldan atılmıştır.[50] Örgütün yapısını anlayıp ışık evlerine gitmeyen ve hücre abileriyle görüşmeyen tüm öğrenciler değişik ithamlarla bu okullardan atılmıştır.[51] Bu sürece direnen ve okulu bitirmeye muvaffak olan öğrenciler ise, örgüt mensubu askeri doktorların raporları ile mesleğe başlamadan görevlerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır.[52]
Ankara Çatı İddianamesinde yer alan Jandarma Raporu da Fetullah Gülen grubunun, 1971 sıkıyönetim devresinden sonra faaliyetlerini orta ve yükseköğretim gençliğine kaydırarak kadro çalışmasına ağırlık verdiği, silahlı kuvvetler, polis teşkilatı, adliye, üniversiteler, din eğitimi yapan okullar ve diğer devlet dairelerinde kadrolaştığı, sekiz yıllık kesintisiz temel eğitimden Fetullah Gülen grubunun okullarının etkilenmediği, örgütün kaynağı belli olmayan yurtdışı destek ile yatırım yapıp büyüdüğü yönünde tespitlere yer vermiştir.
Ankara Çatı İddianamesinde ifadesi yer alan KADİR Kod adlı 8 sıralı gizli tanık: “Jandarma astsubay hazırlama okulunda örgütün propaganda aracı Sızıntı Dergilerinin masalar üzerinde gezdiğini, bazı öğrencilerin cemaat evlerine gittiğini yıllar sonra öğrendiğini, 1993 yılında bir astsubayın arayıp gruba katılma davetinde bulunduğunu, bazı askeri personeli tanıdığını, tanıdığı bu kişilerin cemaatten olduğunu, akademi kurmaylık sorularının çalınıp cemaat subaylarına verildiğini, cemaatten bazı kurmay subayların balyoz davasında bilirkişi seçilip görev aldığını anlatmıştır” ifadelerine yer vererek kurmaylık sorularının bile örgüt tarafından çalındığını belirtmiştir. Yine İddianamede yer alan Tanık Mehmet Ali Karcı 05.12.2014 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadede; jandarma astsubaylık sorularının örgüt tarafından adaylara verildiğini ve ezberletildiğini belirtmektedir.
Komisyonun 24 Kasım 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Jandarma İstihbarat Eski Başkanı Emekli Tümgeneral İbrahim Aydın; “…eğer birileri planlı olarak Türk ordusuna -ki netice odur, görülen bir şey- sızmayı planladı, burada örgütlenmeyi planladı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye'deki rolünü bilerek burada bir yapılanmaya gittiyse bunu muhtemelen 1984-1985’ten sonra bu yapı için ifade ediyorum -benim şahsi kanaatim bu- oradan sonradır girişler harp okuluna” ifadelerine yer vererek örgütün 1984 yılından beri askeri okullarda yapılandığını belirtmiştir.
Komisyonun 18 Ekim 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Genelkurmay İkinci Başkanı Ümit Dündar da; “…bu darbe girişimine katılanların tamamı eğitimi ve bu yöndeki eğitimi Türk Silahlı Kuvvetlerine katılmadan almış kişiler. Herhalde açık kaynaklardan da takip ediyorsunuz, ortaokul çağında yetişmiş, askerî liseye sokulmuş, askerî lise esnasında abileri tarafından devamlı cumartesi pazarları takip edilmiş ve yetiştirilmeye devam edilmiş, harp okuluna gelmiş bir başka abisi almış orada eğitime devam etmiş, buradan nereye tayin olduysa ve Silahlı Kuvvetlerden hangi yere tayin olduysa mutlaka orada yeni bir abiye teslim olup eğitime devam ettiği, doktrine devam ettiği bir sistem kurulmuş…” ifadelerine yer vererek örgütün askeri okullarda nasıl bir gizlilik içerisinde yapılandığını ortaya koymuştur.
Darbelerin veya darbe girişimlerinin arka planında darbeleri destekleyen grup ve oluşumlar her zaman olmuştur. Genelkurmay İstihbarat Eski Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, kendisi ile yapılan söyleşilerin ürünü olan Kozmik Oda adlı röportaj kitabında askerin tek başına darbe yapmadığını; sivil toplum kuruluşları, TÜSİAD, medya ve dış destekle birlikte darbe yaptığını dile getirmiştir. Pekin, aynı kitapta 28 Şubat'ın Demirel tarafından tasarlandığını, TÜSİAD, Aydın Doğan-Dinç Bilgin medyası ve yabancı servislerin katkısıyla askerler üzerinden uygulandığını ifade etmiştir. [53]
15 Temmuz Darbe Girişimini gerçekleştiren FETÖ’nün medya, finans ve iş dünyasında çok sayıda doğrudan ya da dolaylı bağlantılı şirketleri bulunmaktaydı. FETÖ ile mücadelenin 15 Temmuz 2016 tarihi öncesinde başlamış olması, bu örgütün medya, finans ve iş dünyası tarafının 17-25 Aralık 2013 süreci öncesine göre kıyasla daha zayıf olmasını beraberinde getirmiş ve darbe girişiminin başarısız olmasını sağlayan etmenler arasında yer almıştır.
FETÖ’nün finans ve iş dünyasında boy göstermesi için iktisatta yer alan “yatay büyüme teorisi” açıklayıcı olacaktır. Yatay büyüme, bir işletmenin ürettiği mal veya hizmetin, ara mallarını veya parçalarını da üretmek üzere genişlemesidir.
Ankara Çatı İddianamesi Mali Yapılanma Bölümü'nde ifade edildiği üzere[54]; FETÖ örgütlenmesine eğitim sektörü ile başlamış, okullar ve yurtlar ile teşkilatlanmış, okulların sevk ve idaresi için şirketler kurmuştur. Akabinde kitap satış büroları, okullara yönelik kıyafet mağazaları, kargo şirketi kurulmuştur. Hangi alanda alıma ihtiyaç duyulmuşsa o alanda faaliyet gösteren şirketler kurularak örgüt kurumsal ve ticari yapılanmasını genişletmiştir. Örgüt mensuplarının eğitim, tekstil, basın, taşımacılık, gıda, sağlık, ticaret gibi sektörlerdeki şirketlerini finanse etmek için örgüt Asya Katılım Bankası'nı kurmuştur. 90'lı yıllarla birlikte FETÖ’nün yurtdışına eğitim sektörü ile açılması ile birlikte, sistemli ve programlı bir genişleme dönemi başlamıştır.
"FETÖ/PDY ilk etapta büyümeyi hedeflemiştir. Bu amaca yönelik olarak “himmet” adı altında toplanan paralar, örgüt mensuplarına ve örgüte ait okul, yurt, dershane, basın-yayın kuruluşları, vakıf ve kitapevleri açmak için kaynak olarak kullanılmıştır. Himmet miktarı artıp bol para girişi başladıktan sonra ise örgütün hedeflerine yönelik her türlü gider buradan karşılanmıştır." [55]
FETÖ/PDY, Türkiye'deki ve yurt dışındaki eğitim faaliyetlerinin kaynak ihtiyaçlarını öne sürerek toplumun her kesiminden örgüt gücünü kullanarak “himmet” toplamış, himmet olarak topladığı para karşılığı hiçbir mal ve hizmet üretmemiş, şirketlerine ve finans kurumlarına haksız zenginleşme yoluyla ekonomik kaynak sağlamıştır.[56]
FETÖ’nün sistematik bir biçimde, alışveriş yapılan ve yemek yenilen mekânlardan alınan ürünlerin ve yenilen yemeklerde kullanılan malzemelerin caiz olmasına dikkat edilmesi gerektiğini belirttiği, Örgütün bu hususlarda üyelerine hassasiyet kazandırmasındaki asıl amacın, örgüt tabanının ticari bir güç ve Pazar payı olmasından maddi gelir sağlamak istemesi olduğu, kendisine hedef olarak belirlediği, maddi durumu güçlü ve zengin kişileri örgüt bünyesine katabilmek için bu şahıslarla irtibata geçilmesinden sonra örgüt tabanına örgütün bünyesine katılan veya maddi destek sağlayan firmaların ürünlerinin caiz olduğu, rakip olan firmaların ürünlerinin caiz olmadığı bilgilerinin empoze edildiği, dolayısıyla örgütün, sahip olduğu taban kitlesini bir pazar gücü olarak kullanarak maddi gelir ve bağış hedeflediği[57] öğrenilmiştir.
Necip HABLEMİTOĞLU, 2002 yılında katledilmesi nedeniyle tamamlayamadığı “Köstebek” isimli araştırma kitabında Gülen hareketinin örgütlenmesini ele almış olup, HABLEMİTOĞLU’nun vefatından sonra 2003 yılında bitirilememiş haliyle yayınlanan kitapta, yapılanmanın “en az 25 milyar dolarlık bir malvarlığına sahip bulunduğu”[58] iddia edilmektedir. Ankara Çatı İddianamesinde ise FETÖ’nün, “Türkiye’de ve dünyada toplam 150 milyar dolar” ekonomik değeri bulunan banka, üniversiteler, okullar, yurtlar, dershaneler, medya kuruluşları, matbaalar, yayınevleri, kargo şirketleri ve diğer ticari şirketler, holdingleri bünyesinde barındıran kompleks bir yapıdan oluştuğu belirtilmiştir.
FETÖ’nün, kuruluşundan güçlenmesine kadar en büyük mali kaynağı, üyeleri ve sempatizanlarından “himmet” adı altında toplamış olduğu paralar olup, Örgütün günümüzde oldukça karmaşık hale gelmiş olan mali yapılanmasının temeli de “himmet toplantıları”dır.
Fetullahçı Terör örgütünün devletin kontrolündeki yasal mali yapıya sızma amaçları;
şeklinde sıralanmaktadır.
FETÖ/PDY; on binlerce sayıda kurum/kuruluşları aracılığıyla mali açıdan da ülke içerisinde paralel bir ekonomi yaratmıştır.[59]
FETÖ/PDY, kamu kurumlarındaki kadrolaşmasını tamamladıktan sonra elinde bulundurduğu yaptırım gücü ile Örgüte himmet vermeyi reddeden iş adamlarını olağan dışı denetimler, gerçeğe aykırı raporlar, adli veya idari soruşturmalar ile cezalandırmıştır. Örgüt; adliye ve emniyet içerisinde yer alan mensupları aracılığıyla haklarında soruşturma bulunan iş adamlarından bu soruşturmaların kapatılması vaadine karşılık himmet talep etmiştir. Gayrimeşru işlerden gelir elde eden kişiler, “himmet” adı altında adeta haraca bağlanmıştır. Birçok işadamı ticaretini sürdürebilmek için FETÖ’ye para vermesi gerektiğine inanır hale gelmiş ve himmet konusunda eli açık olan işadamları örgüt tarafından kamu ihaleleri ve diğer imtiyazlarla ödüllendirilmiştir.[60]
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Futbolda Şike Kumpası'na ilişkin düzenlediği İddianameye göre[61]; Örgütün, yasal ekonomik sisteme sokulması yönünde sıkıntı çektiği gelirler, “himmet” paraları olup örgüt bu sorunu aşmak üzere topladığı parayı, kendisine bağlılığı konusunda şüphe duymadığı ve mutemet tayin ettiği iş adamları üzerinden aşmakta, bu yolla maddi durumu yerinde olan iş adamları himmet paralarını kendilerine aitmiş gibi bankaya yatırabilmekte, daha sonra kredi borcuna karşılık ödemede kullanılarak ya da şirket kârı olarak gösterilerek sisteme sokulmaktadır.
Genel Olarak
Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca Komisyona sunulan 22.12.2016 tarih ve 92283605-000-E.19334 sayılı yazıya göre, örgüte finansman sağlayan şirketler sınıflandırılmış e bu şirketlerin tespit edilen özelliklerine yer verilmiştir. Buna göre, Örgütün finans ve iş dünyasında boy gösteren şirketleri 3 başlıkta sınıflandırılabilmektedir:
Örgüt Şirketleri; örgüt geliriyle kurulup işletilen, örgütün sermayesini kullanarak büyüyen ve örgüte doğrudan devamlı aktif maddi destek sağlayan şirketlerdir. “Bankasya, Kaynak Holding”, örgüt şirketlerine verilebilecek örneklerdir.
Bağlantılı Şirketler; örgüt emrinde hareket etmekle birlikte, bir kısmı örgütün sermayesiyle kurulmuş, bir kısmı kuruluş sermayesi örgüte ait olmamakla birlikte örgüt kontrolüne girmiş, bir kısmı da sonradan örgüte maddi kaynak ve destek sağlamış şirketlerdir. Koza İpek Holding, örgütle bağlantılı şirketlere verilebilecek örneklerdendir.
Finansman Sağlayan Diğer Şirketler; örgüt şirketleri veya bağlantılı şirketler gibi doğrudan ilişkisi henüz tespit edilmemekle birlikte, örgüte maddi kaynak ve destek sağlayan şirketlerdir. “Akfa Holding, Boydak Holding ve Naksan Holding” örgüte maddi destek sağlayan şirketlere verilebilecek örneklerdir.
Savcılık Makamlarınca yürütülen Soruşturmalar kapsamında FETÖ ile iltisaklı Şirketler ile ilgili yürütülen çalışmalarda, FETÖ (Örgüt) ile bağlantılı şirketlerin tespit edilebilen bazı özellikleri şu şekildedir:
Kaynak Holding
FETÖ’nün mali yapılanmasına ilişkin olarak birçok soruşturma açılmış, Ankara Çatı İddianamesinde olduğu gibi henüz yeni yeni kovuşturma aşamasına geçilen bazı iddianamelerde Kaynak Holding’in merkezi konumuna işaret edilmiş olup, henüz hukuki süreç tamamlanmamıştır.
"Kaynak Holding, merkezi İstanbul olmakla birlikte Türkiye’nin hemen her yerine yayılmış çok sayıda şirketi, bunlara bağlı yüzlerce şubesi ve binlerce çalışanıyla faaliyet göstermiştir. Kaynak Holding, örgütün yurt dışı ve yurt içindeki faaliyetlerini finanse etmek üzere kurulmuş bir şirketler topluluğudur. Örgüt yöneticileri ekonomik kaynakları burada toplayıp el altında bulundurarak diledikleri zaman kullanmışlardır. Örgütü yönetenlerin ve örgütün idaresindeki şirketlerin malvarlığının ne olduğu belli değildir. Bu örgütün malvarlığını gizlemek için kullandığı bir yöntemdir. Kaynak Holding bünyesinde N-T ve Alfa Mağazaları, Kaynak Kağıt, Sürat Kargo, Sürat Eğitim gibi 100’e yakın sayıda şirket yer almaktadır. "[63]
Savcılık Makamlarınca yürütülen Soruşturmalar kapsamında Kaynak Holding ile ilgili yürütülen çalışmalarda,
Koza-İpek Holding
FETÖ’nün mali yapılanmasına ilişkin olarak açılmış soruşturmalarda ve Ankara Çatı İddianamesinde olduğu gibi kovuşturma aşamasına geçilen bazı iddianamelerde, Hamdi Akın İPEK ve ailesinin hâkim ortak olduğu Koza-İpek Holding’in merkezi konumuna işaret edilmiş olup henüz hukuki süreç tamamlanmamıştır.
Himmet olarak toplanan paraların nereye kullanılacağına örgütün mali işlerinden sorumlu “imam”ı karar vermektedir. İhtiyaç fazlası eldeki para ise, Bank Asya, Kaynak Holding, İpek-Koza gibi örgüt kontrolündeki sermaye şirketlerinde örgüt emrine sokulmaktadır.
FETÖ'PDY'nin topladığı para, eğer Koza-İpek Holding'e aktarılacaksa “altın”a dönüştürülmektedir. Örgüt parça parça altın satın almakta, sonra şirket sermayesine altın mal olarak aktarılmaktadır. Şirket, altını yer altından maden ocağından çıkarmış gibi külçe altına çevirmektedir. Zarar edip iflas etmek üzere bir durumdayken, Koza-İpek Şirketleri 2004 yılı sonrasında birden kara geçip her yıl büyümüştür. Grubun her yıl hızla büyümesinin ve artan öz kaynaklarının mantıklı bir açıklaması yoktur. Şirketlere her yıl kaynağı tespit edilmeyen para girişi yapılmıştır. Bu para girişinin kaynağı sonradan Örgütün topladığı paranın şirketlere aktarılması olarak tespit edilmiştir. Koza-İpek Grubu içindeki bütün şirketler, kaynağı açıklanamayan yüksek kârlar elde ettiklerini beyan etmişlerdir. Her yıl büyüme ve sermayenin katlanması esas alındığında, belirsiz bir kaynaktan şirketlerin beslendiği anlaşılmaktadır. Bu kaynak, örgütün topladığı paralardır.[64]
Koza-İpek Holding, örgütün ekonomik alanda benzerleri arasında fazlasıyla dikkat çeken ve akabinde de bu dikkatlerin şüpheye dönüştüğü, en tartışmalı ve spekülatif ekonomik gücü olmuştur. Yakın zamana kadar asıl faaliyeti olan kâğıtçılık ve davetiye basımı işleri üzerine çalışan ve ticari büyüklük itibariyle KOBİ olarak sınıflandırılabilecek orta ölçekli bir şirket olan Koza-İpek’in, 2003 yılında halka açıldığı zamanki değeri 20 milyon ABD doları olarak görünmektedir. Holding 2005 yılında Normandy Madencilik A.Ş.'in bütün hisselerini ABD Colorado merkezli Newmont Mining Corporation Şirketi'nden 44,5 milyon ABD doları fiyatla satın alarak Bergama’da siyanürle altın çıkarılan maden işletmesini bünyesine katmış ve altın sektörüne girmiştir. Böylelikle Koza Altın İşletmeleri A.Ş, kendisinden katbekat büyük ve çok daha köklü holdinglerin bile yapmadığını yapmış ve Türkiye'de faaliyet gösteren ve Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de altın çıkaran ve işleyen ilk Türk madencilik şirketi olmuştur. Bu durum en başta dikkat çekici olduğu gibi, sonraki yıllardaki gelişmeler de şüphe uyandırıcı niteliktedir: Koza-İpek Grubu inanılmaz bir hızla büyüyerek Kanaltürk ve Bugün TV gibi televizyon kanallarına, Bugün ve Millet isimli gazetelere, İpek Üniversitesi’ne vs. sahip olarak kendi medyası olan dev bir ticari gruba dönüşmüştür. Koza Altın İşletmeleri 2010 yılı Şubat ayında halka arz edilmiş olup, halka arz edildiğindeki piyasa değeri 2,2 milyar lira iken, 2012 yılı mayıs itibariyle ise yaklaşık 5 milyar liraya erişmiştir.
Hazine Müsteşarlığı tarafından “Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’nin yurtiçinde cevherden ürettiği kıymetli madenleri, İstanbul Altın Borsası’nda alım satımını yapmaksızın ihraç ettiği iddialarıyla ilgili anılan Şirketin söz konusu işlemlerinin Kambiyo Mevzuatı çerçevesinde incelenmesi” konusunda Komisyona sunulan 15.11.2016 tarih ve 15421219-111.02.02-E.31784 sayılı cevabi yazı ekindeki 05.09.2008 tarihli İnceleme Raporu’nda[65] “Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’nin, 2001-2006 döneminde ürettiği dore külçe altın madenini, Darphane tarafından ayar tespiti konusunda kendilerine herhangi bir yetki verilmeyen kuruluşlarda analiz ettirdikten sonra, söz konusu dore külçelerin Darphane’ce ayarı tespit edilmeden ve Borsada işlem görmeden yurtdışına ihracını gerçekleştirdiği, Şirketin 2001-2006 döneminde ürettiği toplam yaklaşık 46 ton dore külçe altından toplam yaklaşık 11,7 ton dore külçeyi İstanbul Altın Borsası’nda sattığı geri kalan yaklaşık 34 ton dore külçeyi Borsa’da işlem yapmaksızın ihraç ettiği” belirtilmektedir.
Söz konusu Raporun düzenlendiği 2008 yılı itibariyle net olarak ifade edilmese de söz konusu Raporun anlatmak istediği husus, Koza Altın İşletmeleri A.Ş. tarafından üretilen altın miktarı ile İstanbul Altın Borsası’na bildirilen ve alım satım yapılan dore külçe miktarında tutarsızlıklar bulunduğu, bu tutarsızlığın da fiziki olarak çıkarttığı altın miktarından daha fazlasını çıkardığını iddia ederek söz konusu altın bedellerini bilançosuna gelir kaydettiğidir.
Bu çerçevede, bugünün bakış açısıyla net olarak anlaşılan husus, FETÖ tarafından elde edilen himmet v.b. gelirlerin çıkarılmış altın geliri olarak Koza Altın İşletmeleri A.Ş. bilançosuna aktarıldığıdır. Bu durum, İpek-Koza Holding ile FETÖ’nün bağlantısını ve İpek-Koza Holding’in malvarlıklarının FETÖ’nün malvarlığı olduğunu ortaya koymakta, günümüzde uygulanan kayyum tayin etme / elkoyma / olası müsadere tedbirlerine esas teşkil etmektedir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/119687 sayılı Soruşturmasında, FETÖ’nün topladığı himmetin örgüt emrindeki şirketlere sermaye olarak aktarılması araştırılmış, Hamdi Akın İpek tarafından yönetilen Koza-İpek Holding bünyesindeki şirketlerin on yıllık döneminde örgüt tarafından işlenen suçlarla büyüdüğü iddiaları incelenmiştir. Soruşturma kapsamında düzenlenen MASAK Raporunda[66]; “Koza-İpek Holding ve bağlı şirketlerinin, toplanan himmet paralarını altın olarak yer altından çıkarmış gibi gösterip şirket geliri halinde sisteme soktuğu, Eti Madenlerinin çok ucuza özelleştirilip Koza-İpek tarafından satın alındığı, Kanaltürk Televizyonunun sahibinin örgüt tarafından soruşturma ve dava ile sıkıştırılıp kanalın Koza-İpek Grubuna satışının sağlandığı, şüpheli Hamdi Akın İpek'in yönettiği şirketler grubu üzerinden yurtdışına kaynağı belli olmayan para gönderildiği, “şirinler yöntemi”[67] ile örgütün parasının yurt dışına aktarıldığı, şüpheli Akın İpek’in halka açık şirketlerin gelirlerini bağış gösterip örgüte aktardığı, Bugün ve Yaşam televizyonu adıyla kurulan televizyonlar ile gazetelerin örgütün dışından destekçi basın yayın organları olduğu, tamamen örgüt tarafından yönetilip yayın yaptıkları, örgütün parasını şirketlerinin geliri gibi yedinde tutan şüpheli H. Akın İpek’in kurduğu üniversiteyi de bu örgüte tahsis ederek onların bir birim yöneticisi olarak faaliyet yürüttüğü” iddia edilmiştir.
Koza-İpek Grubu’nun örgütün para ve himmet sirkülasyonu (toplama-aklama-dağıtma) fonksiyonunu ifa eden bir yapılanma/sistem olduğu değerlendirilmektedir.
Asya Katılım Bankası A.Ş.
FETÖ’nün mali yapılanmasına ilişkin olarak açılmış soruşturmalarda ve Ankara Çatı İddianamesinde olduğu gibi kovuşturma aşamasına geçilen bazı iddianamelerde, Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi’nin Türkiye'de finans sektöründe Fetullahçı Terör Örgütünün sermaye şirketlerini desteklemek üzere kurulan banka olduğu belirtilmekte olup, henüz hukuki süreç tamamlanmamıştır.
Ankara Çatı İddianamesinde "Asya Katılım Bankası'nın Fetullah Gülen ve Örgütünün bir kuruluşu olduğu, başka hiçbir bankanın kuruluşunda yer alıp görüntü vermeyen Fetullah Gülen’in ilk kuruluşta mutlu bir eda ile tebrikleri kabul edip gelenleri ağırladığı, banka ile ilgisini hiç kesmediği, kâğıt üstünde başkaları pay sahibi olsa bile fiili olarak bankanın sahibi ve yöneticisinin Fetullah Gülen olduğu, onun tayin ettiği kişilerin bankayı yönettiği, örgütün finans merkezi olan Asya Katılım Bankasının örgüte ait diğer şirket ve holdingler ile organik ilişkisi bulunduğu, Kaynak Holding ve bünyesindeki şirketlerin banka ile ortaklık ilişkisi bulunduğu, TUSKON içerisinde yer alan şirketlerin banka ile finans ilişkisini aşan faaliyetleri olduğu, Asya Katılım Bankası'nın FETÖ’nün bir finans kuruluşu olduğunun ispatı gerektirmeyen kesin bir bilgi olduğunun açıkça anlaşıldığı" ifade edilmektedir. [68]
Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı tarafından “FETÖ’nün elde ettiği suç gelirlerinin aklanması” ile ilgili olarak düzenlenen Raporda[69], “Asya Katılım Bankasının örgütün bir kurumu olduğu, örgütsel amaç ve hedefler için kullanıldığı, çok sayıda farklı hesaba suç gelirlerinin yatırılıp sisteme sokulduğu, yüksek miktarda örgüt emrindeki kuruluşlara kredi kullandırıldığı, kredilerin suç geliri olan himmet ve bağışlarla ödendiği tespitlerine yer verilmiş; Asya Katılım Bankası A.Ş.’nin örgüte ait İspanya'da Colegios De Educaion, Letonya'da Rimsriga İnternational Meridian School, Fransa'da Association Educactive, İskoçya'da Axis Educational Trust, Irak Erbil'de Fezalar Educational Company, Almanya'da Gesellschaft Für Freie Schulen Und. Bil. Rh. - Ma. Gemein. Gmbh, Belçika'da Het Hart Voor Lucerna Vzw, ABD'de Milkway Education (Pioneer Academy), Lehiggh Dialogue Center, North American Univercity (Texas Gulf Foundation), Brooklyn Amity School, Litvanya'da Vims International Meridion School, İngiltere'de Wisdon School, Kanada Toronto'da Canadian Turkish Friendship Community, Danimarka'da Horisont Fonden isimli kuruluşlara vergi kimlik numarası alıp kredi verdiği, kredi geri ödemelerinin genellikle üçüncü kişilerce kasadan nakit yatan yüksek tutar paralarla ödendiği, ödemeyi yapan kişilerin kuruluşlarla ortaklık veya yönetim ilişkisi bulunmadığı, Bankanın geri ödemeyi kimin yapacağına dair bilgi sahibi olmadan kredi kullandırdığı ve toplumun belli bir kesiminin yapacağı bağış karşılığı kredi taksitinin geri ödeneceğini beklediği, Bu kuruluşlara Bankanın toplam 115.136.829,07-TL kredi kullandırıp finansman desteği sağladığı, Bankanın mali durumu hakkında hiçbir kanaat oluşturmayan bir firmaya dört yılı ödemesiz, on dokuz yıl vadeli kredi kullandırması gibi örneklerin bankacılık teamüllerine aykırılık teşkil ettiği” yönünde pek çok bilgi ve iddia yer almaktadır.
FETÖ’nün mali yapılanmasında önemli unsurlardan biri de, örgütün beşeri kaynağının da en önemli temelini oluşturan eğitim kurumlarıdır. MASAK tarafından Komisyona sunulan 22.12.2016 tarih ve 92283605-000-E.19334 sayılı yazıya göre göre; FETÖ’nün söz konusu eğitim kurumlarının elde ettiği gelirler genel olarak şu üç başlık altında toplanabilir:
Diğer yandan FETÖ ile iltisaklı eğitim kurumlarının önemli özelliklerinden birisi, bu kurumlarda çalışma kaydı bulunan kişilerin, kimi zaman çalıştıkları kurumları, kimi zamansa ikamet ettikleri şehir ve ülkeleri değiştirmek suretiyle “rotasyon” benzeri bir uygulama içerisinde yer almalarıdır.
Ayrıca bazı eğitim kurumu çalışanlarının ilerleyen yıllarda örgütle iltisaklı şirketlerde ortak veya yönetici düzeyinde yer aldıkları da gözlemlenmiştir. Özellikle 1995-2000 dönemi önemli eğitim kurumlarında çalışanların (Altunizade FEM; Yamanlar Koleji) günümüzde Örgütün ve şirketlerinin üst düzey yöneticisi oldukları tespit edilmiştir.
Bazı illerdeki eğitim kurumlarında çalışma kaydı bulunan ve yaş aralığı 20-25 olan şahıslar aracılığıyla mali profilleriyle uyumsuz olarak yüksek meblağlarda bloke çek tahsilat işlemleri gerçekleştirildiği, bazı durumlarda söz konusu şahısların yapılan bu tahsilat işlemlerinden haberlerinin dahi olmadığı Savcılık Makamlarınca yürütülen Soruşturmalar kapsamında tespit edilmektedir.
Örgütün okul veya dershane olarak faaliyet gösteren Eğitim Kurumları olarak faaliyet gösteren Şirketlerde, eşit paya sahip çok sayıda ortak bulunduğu, söz konusu ortakların asıl faaliyet alanıyla ilgisiz ortaklar olduğu, ortakların farklı illerde Savcılıklarca yürütülen FETÖ soruşturmalarının şüphelileri oldukları, 17/25 Aralık sonrası ortaklıkların bağlantısız/ilgisiz şahıslara devri konusunda genel bir faaliyet gözlemlendiği, bu süreçte Şirketlerin unvan değişikliklerine de gittikleri tespit edilmiştir.
Şirketlerden Örgüt tarafından kurulan vakıf üniversitelerine ve kamu kurumlarına geçişin sıklıkla görüldüğü, Şirket muhasebecilerinin eğitim kurumlarından ayrılarak YMM/SMMM ofisleri kurdukları, muhasebecilerin kiralık kasa kullanımı ile olağanüstü ziyaret sayılarının Soruşturmalarda ele alındığı anlaşılmıştır.
FETÖ’nün finansmanına katkı sağlama açısından şahıslardan ve iş adamlarından bağış ve himmet toplanması hususunda başta dernek ve vakıflar olmak üzere genel olarak Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) önem arz ettiği gözlemlenmiştir.
FETÖ’nün “himmet” toplama işini organize eden “Mütevelli Heyeti” mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta, kimin hangi sivil toplum kuruluşuna üye olacağı sohbet “abi”si tarafından belirlenmektedir. Örgüt, bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı, iş hayatında topyekûn söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi amaçlamıştır.[70]
MASAK tarafından Komisyona sunulan 22.12.2016 tarih ve 92283605-000-E.19334 sayılı yazı ile FETÖ’nün mali yapılanmasının sivil toplum kuruluşlarındaki ayağına ilişkin olarak Savcılık Makamlarınca yürütülen Soruşturmalar kapsamında elde edilen veriler ve açık kaynak araştırmaları neticesinde gözlemlenen hususlar; vakıflar ve dernekler başlıkları altında ifade edilmektedir:
Vakıflar
FETÖ mali yapılanması açısından vakıflar genel olarak;
olarak ikiye ayrılmaktadır.
Savcılık makamlarınca yürütülen soruşturmalar kapsamında elde edilen bulgulara göre söz konusu vakıfların, örgütün mali yapılanmasında;
görülmektedir.
Nitekim olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamelerle; milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen terör örgütlerine veya milli güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı belirlenen 15 vakıf yüksek öğretim kurumunun kapatıldığı anlaşılmıştır.
Dernekler
FETÖ mali yapılanması açısından derneklerin;
şeklinde ön plana çıktığı gözlemlenmiştir.
Olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamelerle; milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen terör örgütlerine veya milli güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı belirlenen 1.326 dernek ile bunların iktisadi işletmelerinin kapatıldığı anlaşılmıştır.
Bu derneklerin örgütün mali yapılanmasında şu şekillerde kullanıldığı görülmektedir;
Gözlemlenmiştir.
İşadamları dernekleri, FETÖ mali yapılanmasının en önemli ayaklarından biridir.
Örgüt tarafından, kendisine bağlı iş adamlarını bir araya getirmek ve TÜSİAD ve MÜSİAD dışında bir çatı altında toplamak ve ayrı bir güç olarak ortaya çıkmak amacıyla 2005 yılında Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) kurulmuştur. TUSKON, kendisine bağlı yedi (7) federasyon ve bunlara bağlı iki yüz on bir (211) üye dernekle faaliyet göstermiştir. Üye iş adamı ve girişimci sayısı 2014 yılı itibarıyla 55.000 civarındadır. TUSKON bünyesinde yer alan 55.000 şirketin çok büyük bir bölümü örgütün devasa ekonomik gücünü oluşturmaktadır.
Savcılık Makamlarınca yürütülen soruşturmalar kapsamında; iş adamlarından himmet adı altında paraların alındığı, ayrıca iş adamlarının il veya bölge bazlı kurulan işadamı derneklerine üye yapılarak aidat toplandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Ankara Çatı İddianamesine göre FETÖ’ye bağlı Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) bünyesindeki iş adamlarından, gelir durumlarına göre her yıl düzenli olarak alınan paralar, himmet geliri olarak nitelendirilmiştir. Bu paralar, il büyüklükleri ve ekonomik gelişmelere göre, tutarsal olarak farklılık göstermektedir.
Hayır sahiplerinden toplanan zekat, sadaka, fitre ve kurban bedelleri bir havuzda biriktirilmekte fakat para, hayır amacı dışında ticari şirketlere, holdinglere, bankaya aktarılmakta, şirketin veya kişinin kendi parası gibi sisteme sokulmaktadır. Örgütün kuruluşları TUSKON ve Genç İşadamları Dernekleri üyesi kişiler üzerinden bu paralar sisteme sokulup örgütün finans kaynağını oluşturmaktadır.
TUSKON ve Genç İşadamları Dernekleri üyesi olan, bağlantılı ve finansal destek sağlayan şirketlerin genel özellikleri şu şekildedir;
Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca Komisyona sunulan 22.12.2016 tarih ve 92283605-000-E.19334 sayılı yazıya göre; Savcılık Makamlarınca yürütülen Soruşturmalar kapsamında adı geçen gerçek kişilerin tespit edilebilen bazı özellikleri şu şekildedir:
Gözlemlenmiştir.
Medya, örgütün faaliyetlerinde hayati bir rol oynamıştır. Örgüt medyası, örgüt içi iletişim, propaganda, örgütsel dayanışma, ayrıca, örgütün örtük amaçlarının gizlenerek kamuoyuna yumuşak ve makbul bir görüntü verme fonksiyonlarını yerine getirmek üzere kullanılmıştır. Örgütün geniş halk kitlelerine ulaşması ve faaliyetlerini genel olarak kabul görecek bir görüntü altında pazarlayarak kitlelerin sempatisini kazanma stratejisi medya organları üzerinden yürütülmüştür. Örgüt medyası gazeteciliğin genel prensiplerine uygun bir gazetecilik faaliyeti yürütmemiş, gazetecilik adı altında örgütün propagandasını yapmış, örgütün operasyonlarına psikolojik harekat desteği vermiş ve örgütün terör yüzünü gizleyici bir fonksiyon icra etmiştir.[71] Zaman Gazetesi’nin 28 Şubat sürecinde hükümete karşı askeri vesayetçilere destek veren yayınları, örgüt güdümündeki Taraf Gazetesi’nin orduya yönelik kumpasların altyapısını temin etmeye yönelik psikolojik harekat mahiyetindeki yayınları, Samanyolu Televizyonu’nun örgütün adeta resmi yayın organı olarak her olayda algı operasyonu mahiyetinde yayınlar yapması dikkate alındığında, örgütün ele geçirdiği medya imkanlarını örgütsel taktik ve stratejiler olarak benimsenen manipülasyon, fırsatçılık ve komploculuk çalışmalarını yürütmek üzere örgütsel hedefler doğrultusunda kullandığı ortaya çıkmaktadır.
Zaman Gazetesi
FETÖ’nün yayın hayatına soktuğu ilk örgüt gazetesi Zaman Gazetesidir. 3 Kasım 1986 tarihinde Ankara’da Fehmi Koru yönetiminde yayın hayatına başlayan Zaman, 1987’de Gülen örgütünün kontrolüne geçerek İstanbul’da yayın hayatına devam etmiştir.
Zaman Gazetesi, Türkiye ile birlikte 11 ülkede basılmış ve 35 ülkede dağıtılmıştır. İnternette yayınlanmaya başlayan ilk Türkçe gazetedir. Gazete satış adedi 2001 yılında 200 binlerde iken, 2006 yılında ortalama 630 binlere 2012 yılında günlük ortalama 1 milyonun üzerine çıkarak Türkiye’nin en çok okunan gazetesi olmuş; 2013 ve 2014 yıllarından itibaren gazete okunma oranlarında büyük düşüş yaşanmıştır.
Gazete, 35 ülkede 10 farklı dilde, 2 farklı alfabede yayınlanmış ve 10 ülkede basılmıştır.
4 Mart 2016 tarihinde devlet tarafından el konularak kayyuma devredilen Zaman gazetesinden kayyım kararıyla çıkarılan editör, gazeteci ve yazarların bir kısmı 6 Mart 2016'da Yarına Bakış, 20 Nisan 2016’da ise Yeni Hayat isminde iki ulusal gazete çıkarmışlardır.
Zaman, Yarına Bakış ve Yeni Hayat gazeteleri, 27 Temmuz 2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 668 Sayılı KHK ile kapatılmıştır.
Zaman Gazetesi Reklamlarında Darbe Konulu Mesaj ve Subliminal Mesajlar
Zaman gazetesi, 7 Şubat 2012 MİT krizi sonrasında 5 Kasım 2012’de yayınladığı reklam filmiyle kardeşlik çağrısı yapmıştır. 2013 yılında Hükümetin dershanelerin kaldırılması hakkında bir kanun tasarısı hazırladığını açıklaması üzerine Zaman gazetesi, AK Parti Hükümeti’ni bu kararından vazgeçirmek için bir kampanya başlatmıştır. Bu kampanya çerçevesinde hazırlanarak 5 Kasım 2013 tarihinde yayınlanan “Zaman Kardeşlik zamanı” reklam filminde gizlenen subliminal mesaj üzerinde durmak gerekmektedir. Görünüşte barış, kardeşlik mesajı veren ve “Bir ihtimâl daha var” cümlesinin arkasından “Bu dünya kimseye kalmaz, zaman kardeşlik zamanı” melodisiyle biten reklam dikkatli incelendiğinde, haksız ve saldırgan olan tarafı temsil eden kişinin kavga esnasındaki görüntüsü ile dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o günlerde ısrarla basında yer verilen sinirli bir anına ait fotoğrafın benzerliği dikkat çekicidir.
Aynı günlerde billboardlar için hazırlanan reklamda, bir asker ve bir sivil Zaman gazetesini birlikte tutmaktadır. Askerin tuttuğu sayfada “Bir ihtimal daha var”, sivil vatandaşın tuttuğu sayfada ise “Ne gerek var kavgaya” yazmaktadır. Bu sayfayı tutan kişinin Fetullah Gülen’e benzerliği dikkat çekicidir.
22 Ekim 2014 tarihli, “Basın yazmazsa kim yazar” cümlesiyle başlayan “Zaman Özgürlük Zamanı” reklam filminde ise Türkiye bir felâketler ülkesi olarak gösterilmektedir.
1 Eylül 2015 tarihinde Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, cemaate ait Kanaltürk televizyonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında “Ya adam gibi gider veya gitmek zorunda kalır.” ifadesini kullanmıştır.
5 Ekim 2015 tarihli “Sükûtun Çığlığı” isimli reklam filminde, gri tonlu bir kentin kuşbakışı görüntüleri verilirken sirenler çalmaktadır. Arkasından, gülen bir bebek görülmektedir. Bu reklamın 15 Temmuz darbesinden 9 ay 10 gün önce, yani bir bebeğin anne karnında bekleme süresi kadar evvel yayınlanması, reklam filminin bir doğum sancısına işaret ettiği yorumunun yapılmasına sebep olmuştur.
Diğer Gazeteler
FETÖ’nün muhtelif yıllarda yayın hayatına başlayan ve KHK ile kapatılan diğer gazeteleri şunlardır:
Today’s Zaman: 16 Ocak 2007 günü ilk baskısı yayın hayatına giren gazete, İngilizce olarak Zaman gazetesi bünyesinde basılmıştır. Pazar günleri Sunday's Zaman adıyla yayımlanmıştır.
Millet: 29 Ekim 2014’de yayına başlayan ulusal günlük gazetedir. 28 Ekim 2015'te yönetimine kayyım atanmasından sonra mizanpaj ve yazar kadrosu değişmiştir. 29 Şubat 2016'da yönetime atanan kayyumlar tarafından yayınına son verilmiştir.
Bugün: Bugün Gazetesi, işadamı Akın İpek’in 2005’de satın almasıyla cemaat medyasına dahil olmuştur. 26 Ekim 2015'te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebiyle Koza İpek Holding’e ait Bugün gazetesine de kayyum atanmıştır. Bugün Gazetesi 27 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan KHK ile kapatılmıştır.
Özgür Düşünce: Kayyum kararıyla Bugün Gazetesinden çıkarılan editör, gazeteci ve yazarların bir kısmı, 17 Kasım 2015'de Özgür Düşünce adında yeni bir ulusal gazetenin yayınına başlamıştır. Bu gazete, 20 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan KHK ile kapatılmıştır.
Meydan: Meydan gazetesi ilk olarak Milliyet Gazetesi'nin bünyesinde 11 Aralık 1990 tarihinde çıkmıştır. Meydan Gazetesi, 27 Temmuz’da çıkarılan KHK ile kapatılmıştır.
27 Temmuz 2016’daki KHK ile FETÖ ile irtibatlı ya da iltisaklı oldukları gerekçesiyle onlarca yerel gazete de kapatılmıştır.
Sızıntı: Şubat 1979’da aylık olarak yayın hayatına başlayan Sızıntı, Temmuz 2016’ya kadar aralıksız olarak yayın hayatına devam etmiştir.
Aksiyon: FETÖ’nün tirajı yüksek dergilerinden bir diğeri, 14 Aralık 1994’de yayın hayatına başlayan ve haftalık olarak çıkan Aksiyon dergisidir. Haber dergisi olan Aksiyon, OHAL yasası kapsamında kapatılmıştır.
Nokta: 1 Nisan 1982'de yayın hayatına başladıktan sonra birkaç kez el değiştiren dergi, 18 Mayıs 2015 tarihinden itibaren Gülen cemaatine yakın bir yayın çizgisi ortaya koymuştur.
Dialog Avrasya: 1998 yılında kurulan Diyalog Avrasya (da), Türkiye'de ve tüm Avrasya'da Türkçe ve Rusça yayınlanmıştır. Türkiye menşeli olan derginin da kısaltması, Rusçada "evet" anlamına gelmektedir. Dialog Avrasya Platformu’na ait bir yayın organıdır. Orta Asya hakkında yayın yapan diğer FETÖ dergileri, Akademik Araştırmalar ve Asya Pasifik dergileridir.
Gonca: İzmir merkezli ayda bir yayınlanan çocuk, aile ve kültür dergisidir. Derginin içerisinde çocuklara yönelik fıkra, hikâye, masal ve bilmeceler yer almıştır. Bisiklet Çocuk ve Gül Yaprağı da FETÖ’nün çocuklara yönelik çıkardığı dergilerdendir.
Yeni Ümit: 1988 tarihinde yayın hayatına başlayan Yeni Ümit dergisi, 3 aylık periyotlarla yayınlanmıştır. Dinî ilimler ve kültür dergisidir.
Ekolife: Azeri Türkçesi ve Rusça yayınlanan ekonomi dergisidir.
Yağmur: İki ayda bir yayınlanan edebiyat dergisidir
The Fountain: Sızıntı dergisinin İngilizce versiyonudur. 1993’de iki aylık olarak yayın hayatına girmiştir. Dinler arası diyalog, bilim, teknoloji, sanat, kültür konularına yer vermiş olan dergi, 2008’de üç aylık periyotla yayın hayatına devam etmiştir.
Zirve: ÖSS’ye hazırlık dergisidir.
FETÖ, sinemada kendini göstermeye 2009 yılında başlamıştır. Sırasıyla Kelebek (2009), Eşrefpaşalılar (2010), Allah’ın Sadık Kulu: Barla (2011), Selam (2013), Birleşen Gönüller ve Selam: Bahara Yolculuk (2015) filmleri gösterime girmiştir. Altı film için yaklaşık yedi milyon bilet satılmıştır. Türkiye’de film başına düşen ortalama izleyici 100 bin civarındayken, bu 6 filmin gişe ortalamasının 1 milyonu aşması dikkat çekicidir.
FETÖ’nün sinema filmlerinde temel hikâye, hizmet hareketidir. Genellikle uzak illere veya ülkelere giden öğretmen, doktor veya imam üzerinden sıla özlemi, gurbet vurgusu, hizmet aşkı ve cemaat olabilmenin önemi vurgulanmıştır. Ancak bazı filmlerde bu hikâyeler üzerinden subliminal mesajlar verilmiştir.
İlk film Kelebek’de, Mevlânâ’nın görüşlerinden etkilenmiş bir cemaatin yurt dışı faaliyetleri anlatılmıştır. Filmde, cemaat üyeleri Afganistan’da eğitim ve sağlık hizmetleri vermektedirler. Filmde Amerikancı ılımlı İslâm propagandası yapılmaktadır.
Eşrefpaşalılar’da ise hikâyenin kahramanı, idealist bir imamdır. Film boyunca “hoca” olarak anılır. Söz konusu “Hoca” camiye uğramayan mahalleliyi değiştirmeye çalışır. Filmdeki hocanın Fetullah Gülen’i temsil ettiğine dair ipuçları vardır.
Bir hizmet hikâyesinden yola çıkan “Selam” filminde, kilise, haç, Hristiyan cenâzesi görüntüleriyle diyalog mesajı verilmiştir. Bu sözler söylenirken haç ve hilâl yan yana gösterilmiştir.
“Selam: Bahara Yolculuk” filmi, hizmet için yurt dışına giden öğretmenleri konu almıştır.
“Allah’ın Sadık Kulu: Barla” filmi, Said-i Nursî’nin Barla’da geçen sürgün hayatını animasyon olarak anlatmıştır.
Türkiye’de özel televizyon kanalı, 1990’da kurulmuştur. FETÖ, 13 Ocak 1993 yılında Samanyolu TV’yi kurarak ilk özel televizyon yayınına başlamıştır. Zamanla yayınları, uydu üzerinden Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine, Avrupa ve Amerika’ya ulaşmıştır. Kültür ve din üzerine yayın yapan Mehtap TV, habercilik ve kültür üzerine yayın yapan Samanyolu Haber TV, İngilizce yayın yapan Ebru TV, çocuklar için Yumurcak TV ve genel bir içerik üzerine yayın yapan Samanyolu Avrupa TV, Samanyolu US de bu yayın grubuna âit diğer tv kanallarıdır.
Samanyolu grubunun Türksat ile 2024 yılına kadar anlaşması bulunmasına rağmen Samanyolu grubuna ait Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Mehtap TV, Yumurcak TV ve Dünya TV'nin de aralarında bulunduğu 13 televizyon ve radyo kanalının yayını, FETÖ propagandası yaptığı gerekçesiyle 15 Kasım 2015 tarihinde kesilmiştir. İnternet üzerinden yayına devam eden kanal, 30 Nisan 2016 gecesi yayın hayatına tamamen son vermiştir.
Türkiye’de sosyal medyanın 5. güç hâline gelmesiyle birlikte Örgüt, bu alanı boş bırakmamak için cemaat tabanına sürekli sosyal medya hesapları açması konusunda propaganda yapmaya başlamıştır.17-25 Aralık başarısız darbe girişiminden seneler önce açılan sosyal medya hesapları girişimden hemen sonra aktif hâle geçirilmiştir.
30 Ocak 2014’de, Fetullah Gülen’e ait olduğu iddiâ edilen ve “tweetleri ikiye katlayın” ifadesinin yer aldığı ses kayıtları Youtube’a yüklenmiştir.
Twitter istatistikleri incelendiğinde PYD mensuplarının Twitter faaliyetlerini son derece önemsedikleri ve âdeta bir ibadet şuuruyla her akşam en az iki saatlerini bu işe ayırdıkları tespit edilmiştir. 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra özellikle yurt dışında açılan hesaplar üzerinden dünya kamuoyuna yönelik Türkiye aleyhtarı karalama kampanyaları sosyal medya üzerinden yoğun bir şekilde yürütülmüştür.
Demokratik siyaset, en genel anlamıyla toplumsal gücü; meşru yollarla paylaşma, idare etme ve kullanma alanı olarak tanımlanabilir. Demokratik rejimlerde bu alan, toplumsal talepleri karşılamak üzere farklı eğilimleri temsil ettiği varsayılan siyasi partiler aracılığıyla doldurulur. Dolayısıyla gizli yada açık her toplumsal proje, siyaset alanıyla doğrudan bağlantılı olmak zorundadır. İşte gizli ajandasıyla FETÖ de, amacına ulaşmak için bu meşru alanı sonuna kadar istismar etmiş bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır.
FETÖ'nün yapısı ve çalışma biçimi bilindik terör örgütlerinden çok farklı olup bilindik terör örgütlerinde etnik, mezhebi ya da ideolojik meşrulaştırma var iken FETÖ ise tanımlı bir ideolojik amaç etrafında kurulmuş ve genişlemiş bir yapı değildir. Dini cemaat kisvesi altında eğitim ve hayır çalışmaları gibi meşru araçları kullanarak kendini yapılandırmış bir örgüttür. Tüm bunları yaparken de devletin meşru güç mekanizmalarını ele geçirmek adına kritik yerlerde kendini çok iyi gizleyebilmiştir. Katı hiyerarşik bir yapıda örgütlenmiş olmalarına rağmen hedeflerini, dünya görüşlerini siyasallaştırmaktan özenle kaçınmış ve adeta bir parazit gibi başka bünyelere yerleşerek önce oraları sömürmüş. İşlerine gelmediği noktada ise yerleştiği bünyeyi ifsat etmiş, kumpaslarla hedef haline getirmiştir[72].
Hiçbir zaman siyasal bir harekete dönüşmeyen, hatta siyasetten uzak duruyormuş gibi davranan FETÖ’nün, başından itibaren kadro ve güç devşirmek için bütün siyasi partilerle ama özellikle iktidar partileriyle yakın temas içerisinde olmaya özen gösterdiği görülmektedir.[73]
Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrası oluşan yeni siyasi ortamın, FETÖ elebaşının sıradan bir vaizlikten çıkıp zaman içerisinde, bürokrasi koridorlarında dolaşan devletin en üst makamları tarafından protokollerde en ön saflarda yer verilen bir kanaat önderine dönüşmesine zemin hazırladığı anlaşılmaktadır.[74] Bu çerçevede siyaset ve siyasilerle doğrudan ilk temasın Turgut Özal’lı yıllarda gerçekleştiği söylenebilir. FETÖ bu yıllarda bir taraftan iktidar partilerine kendi bağlılarını yerleştirirken diğer taraftan okullaşma stratejisiyle eğitim üzerinden siyasiler nazarında itibar kazanmış ve seküler görünümlü bir amaçla genel halk kitlelerini etkilemeye çalışmıştır. FETÖ elebaşı amacına ulaştığı sürece her siyasi görüşten politikacıya yakın durmuş, ancak kullanılamaz ve kullanılamayacak olanları da en ağır ifadelerle mahkum edip sonlarını dilemekten kaçınmamıştır. Turgut Özal’ı kalp ameliyatı olduğu ABD’de ziyaret edip dua eden FETÖ elebaşı Özal’ın Mesut Yılmaz’ı başbakan olarak tercih etmesiyle emniyet ve diğer bürokrasilerdeki kadrolaşmalarının sekteye uğraması üzerine 1991 yılında Sızıntı dergisinde şu ibretlik yazıyı yazarak Özal’a beddua etmekten çekinmemiştir:
“Şimdi istersen uyu; çünkü bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametin olacaktır! Evet, yakın bir gelecekte sen, sırtında bir kambur gibi târihî mesuliyetlerin, derdest edilip[75] tarihleşeceğin gayyaya götürülürken, senin ihmaline, senin iğfaline, senin hıyanetine uğramış, bütün ihmalzedelerin, bütün iğfalzedelerin, bütün hıyanetzedelerin kahredici bakışları, çıldırtan çığlıkları ve arş-ı adaleti ihtizaza getiren tazallümleriyle, ölüp ölüp dirilecek ve ‘keşke, ben de toprak olsaydım’ deyip inleyeceksin!..”[76]
Öte yandan Turgut Özal’ın FETÖ elebaşının ve örgütünün gerçek amacını vefatından hemen önce fark ettiği anlaşılmaktadır. Bu konudaki görüşlerini yakın bir gazeteci arkadaşına aktaran Özal, FETÖ elebaşını şöyle anlatır:
“Uzun yıllardır tanırım, ilk Planlama’dayken görüşmüştük. Sonrasında da çok istedi ama birkaç zaruri görüşme dışında randevu vermedim. Houston’da ‘geçmiş olsun’ ziyaretime gelmişti, görüştük. Bende bıraktığı intiba kendisinden soğumama hatta çekinmeme sebep oldu. Çünkü büyük bir ihtirasa sahip olduğu anlaşılıyor. Ona Türkiye yetmiyor, dünyayı istiyor… Yalanı da rahat söylediğini fark ettim. Bunu güvendiğim müntesiplerinden birine örnek vererek anlattığımda, “Onun yalanı bile güzeldir” demesi beni daha da ürküttü. Zira bu zat etrafındakilere hulul ediyor ve neredeyse onları esir alıyor. Son görüşmemizde yüzüme iltifatlar yağdırırken gıyabımda olmadık şeyler söylediği ve yazdığı kulağıma geliyor. Benim bildiğim İslam alimleri böyle davranmıyor…”[77]
Özal’ın Çankaya’ya çıkması, Süleyman Demirel’in başbakan olması üzerine, FETÖ, bir taraftan ANAP’la bağlarını korumuş diğer taraftan da iktidar partisi DYP’ye destek vermiştir. Özal’ın beklenmedik ölümü üzerine Süleyman Demirel’in Çankaya’ya çıkması, DYP’nin ve hükümetin başına Tansu Çiller’in gelmesiyle birlikte Fethullah Gülen cemaati DYP içinde önemli mevziler ve mevkiler elde etmiştir. 1990’lı yıllardaki koalisyon hükümetlerinin oluşturduğu siyasi istikrarsızlık FETÖ’nün hem merkez sağ siyasi partiler içindeki etkinliğini ve liderleri nazarındaki meşruiyetini devam ettirmiştir. Bu süreçte Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan boşluğu ve fırsatları örgüt değerlendirmeye çalışmış siyasiler de bu çabaları fazlasıyla desteklemiştir. ABD’nin “ılımlı islam” projesi ile Rusya etkisindeki bir bölgede etkin olma arzusuyla bu örgütü kullanma ya da kullanılır kılma çabalarını da dikkate almak gerekmektedir. Nitekim FETÖ’den ayrılan bazı etkili kişilerin ifadeleri de bu etki ve ilgiyi doğrulamaktadır.[78]
FETÖ-siyaset ilişkisinde örgütün siyasete açıktan ve doğrudan ilk müdahalesi diyebileceğimiz süreç REFAH-YOL hükümetiyle başlamıştır. Öteden beri Necmettin Erbakan ve Milli Görüş hareketiyle kan uyuşmazlığı olduğu bilinen FETÖ ve elebaşı bu hükümeti elindeki yazılı ve görsel medya gücüyle yıpratmaktan çekinmemiş, vesayetçi odaklarla bu iktidara karşı güç birliği yapmaktan kaçınmamıştır. Türkiye siyasi tarihinde “28 Şubat” olarak bilinen ve sonunda meşru siyasi iktidarın post modern bir darbeyle yıkılmasıyla sonuçlanan bu dönem FETÖ’nün siyasette ilk kez operasyon yaptığı bir dönemdir[79].
Bu yapı sadece merkez sağ partilerle değil merkez sol partilerle de işbirliği yapmıştır. Bunun en çarpıcı örneği ANASOL-D hükümeti dönemidir. 1999-2002 arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan 56’ncı ve 57’nci hükümetler döneminde Başbakan Ecevit’le yakın ilişkiler kuran Örgütün o dönemdeki seçimlerde Bülent Ecevit’i desteklediği iddia edilmiştir. Nitekim Bülent Ecevit FETÖ elebaşıyla olan ilişkisini gizlememiş, onu diğer dini cemaatler ve liderleri arasında farklı bir yere koyup desteklediğini de saklamamıştır. 1998’in Mart ayında gerçekleştirilen MGK'da, Fethullah Gülen'in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen komutanlara dönemin Başbakan Yardımcısı Bülen Ecevit karşı çıkmış ve “Siz, Gülen'in geçmişinden yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Kendisini tanısanız bunları söylemezdiniz. İnsanlar değişip gelişebilir” demek suretiyle FETÖ elebaşını savunmuştur.[80] Yine dönemin Ankara Emniyet Müdürlüğünün FETÖ'nün emniyet yapılanmasını deşifreye dönük çalışması engellenmiştir ki dönemin Ankara Emniyet müdürü Cevdet Saral, Komisyona verdiği ifadede “Ben Gülen hareketiyle ilgili çalışma yapmak istediğimde, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz bana ‘Sakın ha Ecevit böyle bir çalışma yaptığını duyarsa hükümeti yıkar’ dedi. Çalışma yapmadım, durdurdum” demiştir.[81]
Hatta Bülent Ecevit'in FETÖ elebaşının ABD’ye gitmesinde de “hayati bir rol” üstlendiği FETÖ örgütü üyesi firari gazeteci Faruk Mercan tarafından aktarılmıştır.[82] Ecevit’e karşı duyduğu bu minnet duygusundan olsa gerek FETÖ elebaşı da “Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı... Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı... Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü’ye ortanın solu dedirtti... Okullara çok sahip çıktı... İşin büyüklüğünü sezmişti... Önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle itti... Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım…” demiştir.[83]
12 Eylül darbesinin yarattığı toplumsal ve siyasal travma ve ardından oluşan siyasi ortam FETÖ için siyasete sızma açısından son derece uygun bir zemin oluşturmuştur. Bu zemin özellikle 1991-2002 yılları arasındaki koalisyon iktidarları zamanında güçlenmiştir. Zira bu dönem hem siyasi hem de ekonomik açıdan Türkiye siyasi tarihinin en istikrarsız dönemlerinden biri olarak görülmüştür. İşte FETÖ bu istikrarsızlıktan azami oranda ve her açıdan faydalanmak suretiyle devletin bütün kademelerine ve siyasal alanın tüm aktörlerine sızmanın eşsiz bir imkanını elde etmiştir.
Dolayısıyla 3 Kasım 2002 seçimleriyle tek başına iktidar olma fırsatını yakalayan AK Parti hükümeti iktidara geldiğinde o dönemin üst düzey bürokratlarından olan Cevdet Saral’ın ifadesiyle önünde FETÖ’den oluşan hazır bir kadro bulmuştur. 2009 yılına gelindiğinde örgütün Türkiye siyasetindeki boşluklardan faydalanan oportünist yapısını sarsacak kırılma anları yaşanmıştır. Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AK Parti’nin siyasal meşruiyetini artıracak seçim ve referandum başarıları ve uluslarası alandaki saygınlığı örgütün devlet içindeki hareket alanını sınırlamaya ve kısıtlamaya başlamıştır. AK Parti’nin yurt içi ve dışındaki itibarını sarsmak için muhalif yapılarla işbirliği içine girmesi üzerine ipler kopmuş ve şiddeti gittikçe artan bir çatışmaya dönüşmüştür. FETÖ bundan sonra doğrudan Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapmaya başlamış, AK Parti’yi “şeriatçı” bir parti Erdoğan’ı da “islamcı” bir siyasetçi olarak göstererek Batı’nın islamofobik yönlerini okşayarak karşıt propaganda yapmaya başlamıştır.[84] Bunun karşısında dershanelerin kapatılması hamlesi gelmiştir. Buna rağmen 2011 genel seçimlerinde AK Parti’nin FETÖ kontenjanından milletvekili adaylarını meclise taşıdığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra örgüte karşı açılan mücadele safhasında Tayyip Erdoğan’ın ailesi ve yakınındakiler doğrudan hedef alınmıştır. FETÖ’nün yargıdaki mensupları eliyle gerçekleştirilen 17-25 Aralık yargı darbesi girişimiyle ipler tamamen kopmuş ve bu tarihten itibaren FETÖ ve PDY bir terör örgütü olarak tanımlanmıştır.
Bu gelişmeler rağmen FETÖ’nün Türkiye siyaseti üzerindeki manipülasyonları bitmemiş, uluslararası boyutta da Türkiye’yi zor durumda bırakacak çeşitli hamlelere girişmiş ve bu süreç, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar devam etmiştir.
Fetullahçı Terör Örgütü, toplum içerisinde ve devlet kurumları nezdinde yayılıp büyüyebilmek için yıllarca hayırsever bir görünüm altında faaliyet göstermiştir. Örgüt bu faaliyetleri yürütürken vakıf, dernek, sendika gibi sivil toplum kuruluşlarını örgüt hedefleri doğrultusunda etkin bir şekilde kullanmıştır.
FETÖ lideri, Erzurum’da bulunduğu 1962-1963 yıllarında, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer almış ve dernekte aktif olarak görev yapmıştır. Sivil toplum alanında etkin olan Fetullahçı Terör Örgütü’nün, “1966 ile 2014 yılları arasında küçük cami derneğinden, dernekler zincirine döndüğü” ifade edilmektedir.[85]
Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra mevcut sivil toplum kuruluşlarını da ele geçirmeyi amaçlamış, ele geçiremediği sivil toplum kuruluşunun alternatifini kurmuş ve rakiplerini sindirip yok etme yöntemini takip etmiştir. Bununla birlikte, kendi kurduğu vakıf ve derneklerin isimlerinde “Türk ve Türkiye” ifadelerini de sıkça kullanıp resmi bir sıfat takınarak muhataplarını ve toplumu yanıltmıştır.[86]
Örgütün hemen herkes tarafından bilinen yüzlerce eğitim kurumunun yanı sıra (dershaneler, okullar, üniversiteler vb.), sivil toplum kuruluşları (dernekler, vakıflar, sendikalar vb.), ekonomik kuruluşlar (İpek-Koza, Kaynak Holding, Bank Asya vb.), medya organları (gazeteler, dergiler, televizyon kanalları, radyolar, internet siteleri vb.) ve sağlık kuruluşları (Şifa, Sema Hastaneleri, üniversite hastaneleri vb.) legal yapı içerisinde yer almaktadır. Bunlar yapının görünen yüzüdürler.[87] Örgütün legal faaliyetlerinin en önemli işlevlerinden birisi de yapının illegal kısmını perdelemektir.
Örgüt “toplumda görünen yapısı olan dernek, vakıf, okul ve şirketlerin üye ve yöneticileri eliyle örgüte eleman toplama ve finans sağlama faaliyetini yürütmüştür.” Zira bu durum Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığının, Fetullahçı Terör Örgütlenmesinin elde ettiği suç gelirlerinin aklanması ile ilgili 07.03.2016 gün ve 40226 sayılı raporunda; “...Sivil toplum kuruluşları, dernek ve vakıfların suç gelirlerini toplayıp aklaması” şeklinde yer almaktadır. Zaten, FETÖ yapılanmasında dernek ve vakıf görevlileri, okul, dershane, yurt, banka, gazete, resmi kurum görevlileri gibi “örgüte sadık grup” olarak tanımlanmaktadır. “Bunlar örgüt sohbetlerine katılan düzenli aidat ödeyen ve az çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.”[88]
Örgüt emrindeki ticari şirketler, dernekler, vakıflar ve diğer tüzel kişilerden bir kısmı örgütün sermayesiyle kurulmuş, bir kısmı kuruluş sermayesi örgüte ait olmamakla birlikte örgüt kontrolüne girmiş, bir kısmı da sonradan örgüte maddi kaynak ve destek sağlamıştır. Ticari şirketler, finans sağlamanın yanı sıra örgüte ait dernek ve vakıflarla gayri nizami ilişki içine girerek paravan vazifesi de görmüşlerdir. Örneğin Kaynak Holding ile ilgili yürütülen çalışmalarda, şirketin elde ettiği karı ortaklara dağıtmak yerine dernek, vakıf gibi hayır kurumlarına bağış olarak aktardığı, yurt dışındaki FETÖ okulları ve kuruluşlarına para gönderdiği tespit edilmiştir.[89]
1986 yılında, getirilen yasal düzenleme ile derneklerin de özel teşebbüs olarak okul açabilmesinin önü açılınca Fetullah Gülen’in İzmir/Bozyaka’da imamlık yaparken Kur’an kursu öğrencileri için 1977’de açtığı yurt, Yamanlar Koleji adıyla okula çevrilmiş ve yıllar sonra tüm dünyaya yayılacak okullar zincirinin de başlangıcı olmuştur. Fetullah Gülen’e bağlı vakıf ve şirketler 1992’den sonra Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kafkasya ve Balkan ülkelerinde kolejler açmış, daha sonra bu okullar Asya ve Afrika’ya ve neredeyse tüm dünyaya yayılmıştır.[90]
Örgüt, eğitim alanında özellikle de dershanecilik ile okul ilişkisi ve bütün bunların bir sivil hareket gibi örgütlenmesi ile birlikte esnaf ve iş dünyasının yardım organizasyonları konusundaki iyi güdülenmesi neticesinde tamamen toplumun yardımlaşma, dayanışma duygularını kullanarak da güçlenmiş, toplumun yardım bütçesini, yardım için ayırmış olduğu kaynakları kullanarak büyümüştür. Bu süreçte toplum tarafından benimsenen yardım modellerini de kendi bünyesine adapte etme ve başkasına hayat hakkı tanımama konusunda her türlü çabayı göstermiştir.
Komisyonun 22.12.2016 tarihli toplantısına katılarak Komisyona bilgi veren Türk Kızılayı Genel Başkanı Sayın Kerem Kınık, Deniz Feneri Derneği’nin ortaya çıkması ve belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra örgüt tarafından alternatifinin (Kimse Yok Mu Derneği) kurulması ve Deniz Feneri Derneği’nin yok edilmeye çalışılması hakkında detaylı bilgiler vermiştir.[91] Buna göre: 1996 yılında “Şehir ve Ramazan” isminde özgün bir televizyon programı yayına başlamış, kısa sürede toplum tarafından çok benimsenmiş ve bu program bir televizyon formatı olmaktan çıkarak dernek hüviyetine bürünmüş ve “Deniz Feneri Derneği” kurulmuştur. Bu dernek faaliyeti de yine ilgili televizyon desteğiyle ciddi bir operasyonel büyüklüğe ulaşmış, 400-500 bin civarında aileye düzenli yardım yapan, destek olan, sosyal ve toplumsal anlamda dönüştürücü bir fonksiyon icra etmeye başlamıştır. Bu, bireysel yardımların ötesinde yaygın insani yardım ve yoksullukla mücadele formatı Türkiye’nin yeni tanıştığı bir format olmuştur. Toplum tarafından çok rağbet gören bu yaygın insani yardım ve yoksullukla mücadele formatını FETÖ kendi yönetimindeki bir televizyon kanalını kullanarak hemen bünyesine adapte etmiş ve 2004 yılında “Kimse Yok Mu Derneği”ni kurmuştur. Bu derneğin Samanyolu televizyonunda aynı formatta başlayan bir televizyon programı üzerine inşa edilmesi ve aynı formatta yaygınlaştırılması ve basılı medyası ve kendi organizasyonel yapısı itibarıyla da çok hızlı yaygınlaştırılmasıyla Türkiye’nin en büyük 3 insani yardım kuruluşundan birisi hâline gelmesi çok kısa sürede gerçekleşmiştir. 2007 yılında da Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına haiz dernek hüviyetine bürünerek izin almadan yardım toplama statüsü kazanmış, bu süreden sonra daha da büyüyerek profesyonelleşmiştir.
Örgüt bu süreçte, Kimse Yok Mu Derneği’ne daha fazla alan açılması için yurtdışı bağlantıları, emniyet ve yargıdaki elemanları vasıtasıyla birtakım operasyonlar da yürütmüştür. Bu operasyonlar özellikle bu derneğe alternatif olabilecek iki kuruma (İnsani Yardım Vakfı/İHH ve Deniz Feneri Derneği) yönelik olmuştur. Deniz Feneri Derneği’nin, özellikle Deniz Feneri Almanya ayağında 2008 yılında başlatılan ve sonrasında Alman istihbaratının yapmış olduğu çalışmalarla Türkiye’ye doğru yönlendirilen bir soruşturmayla önü ciddi bir şekilde kesilmiş, toplamış olduğu yardımları, bakmış olduğu 400 bin civarında aileye düzenli yaptığı katkıları neredeyse sıfırlanmıştır. Türkiye içerisinde açılan bu dava 2015 yılında tamamen beraatla sonuçlanmış, herhangi bir şekilde suç unsuru bulunamamış ancak o süreçte ülkemizdeki hayırseverlik, yardımseverlik duyguları çok büyük bir yara almıştır.
Türk Kızılayı Genel Başkanı Sayın Kerem Kınık, Komisyonun 22.12.2016 tarihli toplantısında, örgütün İHH ve Yeryüzü Doktorları Derneği’ne yönelik operasyonları hakkında da bilgiler paylaşmıştır.[92] İHH’nın Suriye’nin içerisindeki birtakım illegal unsurlarla illegal ilişkilerinin olduğu ve insani yardıma sığmayacak bazı sevkiyatların yapıldığı söylentilerinin yayıldığını, hatta bu konuyla ilgili Van Emniyet Müdürlüğünün talimatıyla Kilis’te yapılan bir operasyonda aslında farklı bir örgüte operasyon yapılırken İHH’nın depolarında bilinçli olarak bir arama yapıldığı ve sonrasında örgütün kontrolündeki medya organlarında tamamen İHH’nın logoları altında bu operasyonun sanki İHH’ya yapıldığı gibi bir algı verildiğini ve İHH hakkında ciddi bir itibarsızlaştırma çalışması yürütüldüğünü ifade etmiştir. Bununla birlikte, özellikle sağlık alanında insani yardım faaliyeti gösteren “Yeryüzü Doktorları Derneği”nin ciddi bir şekilde dünyada ve Türkiye’de ses getiren faaliyetler yürütmesiyle uluslararası itibar kazanması sonucu, bu konudaki alana da girmek üzere FETÖ’nün, “Yeryüzü Doktorları Derneği” logosuna çok benzeyen logolarla bir dernek kurduğunu, ismini de “Küresel Doktorlar Derneği” koyarak “Yeryüzü Doktorları Derneği”nin emeklerinin üzerine konmaya çalıştığını ifade etmiştir.
Örgüt emniyet, yargı ve medyadaki elemanları vasıtasıyla Lösemeli Çocuklar Vakfı, Mehmetçik Vakfı gibi önemli vakıflara da operasyonlar yaparak başkanlarının tutuklanması ve uzun süre hapis yatmalarını sağlamıştır. Sonuç itibarıyla, bu alanı da kendi menfaatleri doğrultusunda dizayn etmeye çalışan FETÖ, insanların yardım duygularını ve insani yardım organizasyonlarına olan güven duygularını zedeleyen bir ortam oluşturmuştur.
Türk Kızılayı Genel Başkanı Sayın Kerem Kınık’ın ifadesiyle: “Bu yapının şöyle bir özelliği daha vardı: Eğitim örgütlenmesi ve cemaat örgütlenmesi onun en geniş tabanını teşkil ediyordu. Bu örgütlenme ve insan kaynağından istediği tipte bir başka örgüt de çok kolay çıkarabiliyordu, yani bir insan aynı zamanda Kenya’daki bir okulun öğretmeniyken Kimse Yok Mu Derneği’nin Kenya temsilcisi ve/veya TUSKON İşadamları Derneği’nin de aynı zamanda temsilcisi olabiliyordu. Bu, aslında sahte bir algıyla onların uluslararası görünürlüğünü ve etkinliğini artıran bir operasyondu. Dolayısıyla Birleşmiş Milletlere, Kimse Yok Mu Derneği olarak müracaat ettiklerinde Ekonomik ve Sosyal Konsey ECOSOC’a çok hızlı bir şekilde kabul edildiler. Çünkü teorik olarak bakıldığında 100 küsur ülkede temsilciliği, çalışanı, gönüllüsü olan, bu kadar yapısı olan bir örgütlenme görüyorsunuz. Hem insan kaynağı olarak tek bir “network”e oturuyor hem de mali yapı itibarıyla da tek bir havuzları var.”[93]
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının raporuna göre, sivil toplum kuruluşlarında girift bir suç organizasyonu ve örgüt gücü bulunan FETÖ, Türkiye’nin 81 ilinde toplam 3 bin 257 dernek, vakıf ve şirket ile faaliyet yürütmüştür. Söz konusu sivil toplum kuruluşlarından en bilinenleri ise şunlardır:
Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON); kendisine bağlı 7 federasyon ve bunlara bağlı 211 üye dernekle FETÖ’nün en etkili ve yaygın sivil toplum kuruluşlarından birisidir. Üye iş adamı ve girişimci sayısı 2014 yılı itibarıyla 55.000 civarındadır. Söz konusu 55.000 üye arasında Boydak Holding, Koza-İpek Holding gibi çok büyük cirolara sahip işletmeler olduğu gibi ilçe merkezlerindeki küçük bir hırdavatçı ya da eczacı da vardır.
Kimse Yok mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği; 2004 yılında İstanbul merkezli olarak kurulmuş olup ihtiyaç sahiplerine yardım adı altında örgüte para toplanması hususunda kullanılmıştır.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV); 1994 yılında Fetullah Gülen öncülüğünde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne alternatif olarak kurulmuştur. Faaliyetlerini; Abant Platformu, Diyalog Avrasya Platformu, Kültürlerarası Platform, Kadın Platformu, Media Platform ve Araştırma Merkezi gibi platformlar vasıtasıyla yürütmüştür. Bunlardan her yıl Bolu’da düzenlenen ve ülkenin önde gelen siyasetçilerinin, bürokratlarının, ünlü basın ve medya temsilcilerinin, yazarların, sanatçılarının katıldığı Abant Platformu, kamuoyunu günlerce meşgul ederek ülke gündemini oluşturmaya yönelik faaliyetler yürütmüştür. Kapatılmadan önce her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği bazı organizasyonlar ise şunlardır:
Uluslararası Türkçe Derneği (Türkçeder); 2003 yılında kurulmuştur. Asıl faaliyeti Türkçe Olimpiyatlarını düzenlemektir.
Örgütün, 15 Temmuz öncesi sivil toplum kuruluşları eliyle elde ettiği başlıca gelir kalemleri şu şekildedir:
FETÖ’nün bu dernek ve vakıflar aracılığıyla yürüttüğü örgüt amaçlarına yönelik faaliyetler ise şu şekildedir:
İçişleri Bakanlığınca Komisyona gönderilen 29.11.2016 tarihli ve 24821456-708.05.E.4054 sayılı cevabi yazıya göre; 15 Temmuz’dan bugüne kadar Bakanlar Kurulunca kabul edilmiş Kanun Hükmünde Kararnameler ile “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı” belirlendiğinden kapatılan dernek sayısı 1.108’dir.
Benzer durum vakıflar için de söz konusudur. Valilik ve kaymakamlık bünyelerindeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları haricinde Türk Medeni Kanunu’na göre kurulmuş ve halen faal olan vakıf sayısı 3.982’dir. 15 Temmuz’dan bugüne kadar FETÖ’ye aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlendiğinden kapatılan vakıf sayısı ise 123’dür. Toplam vakıf sayısı içinde Fetullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunan vakıfların oranı %3 gibi gözükmekte ise de bu vakıflar da faaliyet ve bütçeleri açısından karşılaştırıldığında FETÖ’nün vakıflarının çok daha etkin olduğu ortaya çıkacaktır.
FETÖ bağlantısı nedeniyle 667 ile 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan 1.108 derneğin 69.750 asli, 176 onursal olmak üzere toplam 69.926 üyesi olduğu, 81 taşıt ve 178 arsa ve binası bulunduğu tespit edilmiştir.[94]
Türkiye’de hukukun sivil toplum kuruluşlarına tanıdığı özgürlüğü, kendi hedefleri doğrultusunda kötüye kullanan örgüt, memur ve işçi sendikalarına da el atmış, örneğin 15-31 Ocak 2014 tarihleri arasında ‘Pak Sendika’ adı altında 19 sendika birden kurulmuştur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Komisyona sunulan 16.12.2016 tarihli ve 17639301-102-E.26976 sayılı cevabi yazıya göre, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu çerçevesinde faaliyet gösteren “milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen” sendika ve konfederasyonların tespiti amacıyla 23.07.2016 tarihinde oluşturulan komisyonun kararıyla Pak Sendikalarının tamamı kapatılmıştır. Örgüt sendikalarının amiral gemisini ise Aktif Eğitimciler Sendikası (Aktif Eğitim-Sen) oluşturmuştur. İlk olarak 2012 yılında kurulup 9 ayda 35.000 üye sayısına ulaşan sendika 9 ay sonra kendisini feshetmişse de 22.11.2013 tarihinde tekrar kurulmuştur.
Paralel yapı sendikaların yanında konfederasyon yapılanmasına da gitmiştir: 21.02.2014 tarihinde kurulan ve bünyesinde Aktif Eğitim-Sen, Ufuk Tarım-Orman Sen, Ufuk Enerji Sen, Ufuk Sağlık Sen, Ufuk Büro Sen ve Ufuk Yerel Sen gibi sendikaların yer aldığı Cihan Sendikalar Konfederasyonu (Cihan-Sen) bunlardan birisidir.
FETÖ’nün birçok alanda federasyonlar kurduğunu da görmekteyiz. Alevi Bektaşi Federasyonu, Doğu Anadolu Sanayici ve İş Adamları Dernekler Federasyonu (DASİDEF) da bu kuruluşlar arasındadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünce Komisyona gönderilen 29.11.2016 tarihli ve 94189 sayılı cevabi yazıya göre FETÖ/PDY'ye ait olduğu tespit edilen ve 667 Sayılı KHK ile Kapatılan Vakıfların "Ana Faaliyetleri" Tablo-2’de gösterilmiştir.
FETÖ/PDY' ye ait olduğu tespit edilen ve 667 Sayılı KHK ile Kapatılan Vakıfların Malvarlıkları; Nakit Varlıkları- 10.604.643 TL, Emlak vergi değerleri- 648.208.676 TL, Menkul Kıymetleri- 36.821.429 TL, taşınmaz sayısı ise 1531 olarak belirlenmiştir. (Tablo-3)