Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Hülya Koçyiğit parasızlıktan hastanede rehin kaldı - Magazin haberleri

        Hülya Koçyiğit...

        Yeşilçam sinemasına damgasını vurmuş, 200'den fazla filmle; Türk sinemasının en çok filmde rol alan, 'Dört Yapraklı Yonca'nın üyesi...

        Sinemada 'Dört Yapraklı Yonca' Nedir?

         Bütün kadınları canlandırdılar
        Bütün kadınları canlandırdılar Haberi Görüntüle

        Hülya Koçyiğit, sanat hayatının 60'ıncı yılını kutluyor.

        "Kutluyor" dediğime bakmayın.

        Kendi içinde kutluyor.

        Ne yazık ki sinema sektöründe özel yılların, bir etkinlikle kutlanması, sinemaya, topluma olan katkılarının altı çizilerek onore edilmeleri yönünde bir anlayış, bir kültür yok.

        Tıpkı daha önceki meslektaşları gibi Hülya Koçyiğit'in özel yılı da es geçildi.

        Ki 'Altın Yıl'dan 10 yıl fazla olan bir kariyerden söz ediyoruz.

        Hülya Koçyiğit ile 60'ıncı sanat yılına özel bir anlam yükleyeceğini düşünerek Türk sinemasının 'Bay Sinema'sı Türker İnanoğlu adına Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın İstanbul Kültür Yolu Festivali kapsamında açılan, 'Bay Sinema - Türker İnanoğlu Sergisi'nde bir röportaj yaptık.

        Aralık sonuna kadar Atlas Sinema Müzesi'nde açık kalacak sergiyi gezdikten sonra merak ettiklerimi yönelttim.

        REKLAM

        • 'Bay Sinema - Türker İnanoğlu Sergisi'ni gezerken neler hissettiniz?

        Çok uzun yıllar, çok sağlam kurulmuş, sinema sayesinde başlayan dostluğumuz, gözlerimin önünden geçti. Birlikte üretmişiz, birlikte heyecan duymuşuz, birlikte risklere girmişiz, birlikte film üretimi için özveride bulunmuşuz. Gözümün önünden bütün bunlar geldi - geçti.

        • Türk sinemasının 110'uncu yılındayız. Sizin de 60'ıncı sanat yılınız. 110 yılın içinde 60 yıldır var olmak nasıl bir duygu?

        Olağanüstü bir duygu... Büyük bir gurur. Gerçekten iyi ki bu mesleği bilerek, severek ve doğru ellerde öğrenerek yapmışım. Gurur duyuyorum.

        Hülya Koçyiğit - Ayhan Işık

        • Siz aynı zamanda Türk sinemasının yurt dışında ödül alan ilk kadın oyuncususunuz. Altın Portakal Film Festivali’nde en çok ödül kazanan kadın oyuncu da sizsiniz. Bütün bunlar size neler hissettiriyor?

        Ben mesleğimi; "Popüler olayım, para kazanayım, herkes tarafından tanınayım" tarzında görmedim. Ben; "Ne kadar iyi bir oyuncu, rolünün hakkını vermiş, çok doğru senaryolar, çok doğru roller seçmiş" denilmesini tercih ettim. Ve biraz şans, biraz da seçimlerim doğruymuş ki sadece izleyicilerin değil, aynı zamanda sinema otoritelerinin de takdirini kazandım. Aldığım o ödüllerin her biri birbirinden değerli. Çünkü o rolü canlandırırken, o filmi izlediğim zaman; önce benim kendimi takdir etmem gerekiyordu. Beklenti içine girdiğim o filmlerden ödül almış olmak çok büyük bir haz, büyük bir keyif. Bende her bir ödülün yeri apayrı.

        REKLAM

        • İlk filminiz ‘Susuz Yaz’, Berlin Film Festivali’nde 'Altın Ayı' kazanmış ve Türk sinemasında Oscar adayı olan ilk film; hayatınızda birçok ilk var.

        Benim için de bir ilk... Türk sineması için de benim için de ilk uluslararası ödül dolayısıyla, onun yeri apayrı. Ne mutlu bize ki daha sonra sinema ilerledi ve ilerledikçe daha çok filmlerimiz yurt dışındaki festivallerde yer almaya başladı. O filmlerin birçoğu da bize iftihar edeceğimiz ödüller getirdi. ‘Susuz Yaz’, her şeyin başlangıcı.

        • Sinema sektörü, özel yıllara neden bir kutlama ya da organizasyon düzenlemiyor? Siz ve birçok meslektaşınız bir etkinlikle neden onurlandırılmıyor? Üzülmüyor musunuz?

        Güzel bir şey geldi aklına... Çünkü Hollywood ya da batı sineması dediğimiz sinema sektörleri, sanatçılarını yaşatmak için birçok organizasyon yapıyor. Evet, çağdaş, güncel popüler oyuncular her zaman ön planda ama gönül ister ki; mesleğe hakkını vererek hizmet etmiş, sadece oyuncu değil, yönetmen, senarist, kameramanlar da unutulmasın. Bir film bir kişiyle yapılmıyor, bu bir ekip işi ve herkesin emeği çok değerli. Nitekim ben, TRT 2’de yaptığım programda bunu hatırlatmaya çalışıyorum. Onlar; bizim kültür ve sanat hayatımıza katkıda bulunmuş insanlar ve yerleri çok çok kıymetli. Çünkü arkalarından gelen birçok sanatçıya rol model olmuşlar. Dolayısıyla anılmaları gerekir. Biz sektör olarak; ne yazık ki mesleğimizle ilgili, mesleğimizin haysiyetiyle ilgili, mesleğimizin yeriyle ilgili çok fazla aktif değiliz.

        Tarık Tarcan - Hülya Koçyiğit

        Hülya Koçyiğit'in de sinema kariyeri, Türkan Şoray da olduğu gibi bir set ziyaretiyle başladı. Aslında tiyatro eğitimi alıyordu, belki de ileriki zamanlarda zaten başlayacaktı. Kız kardeşi Nilüfer Koçyiğit'in rol aldığı filmin setini ziyaret ettiğinde Metin Erksan tarafından keşfedilerek sinema kariyeri erken başladı. Hem de olabilecek en iyi başlangıçla...

        Feryal Koçyiğit - Hülya Koçyiğit - Nilüfer Koçyiğit

        REKLAM

        • Kariyerinizi başlatan ‘Susuz Yaz’ için nasıl teklif aldınız?

        Küçük kız kardeşim Nilüfer, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın oyunlarında sahneye çıkıyordu. Metin Erksan da oyunu seyretmiş, kardeşimi görmüş ve bir filmde onunla çalışmak istemişti. 'Çocuk Hırsızları'nın çekimleri sırasında ben de setlerini ziyarete gitmiştim. O sıralarda Ankara Devlet Konservatuvarı’nda tiyatro eğitimi görmekteydim. Tanıştıktan sonra Metin Erksan bana ve anneme, ‘Susuz Yaz’ adlı bir senaryoya çalıştığından, gerçek hayatta var olmuş bir hikâye olduğundan, Necati Cumalı’nın kitabından senaryolaştırdığından ve çok iddialı bir film olacağından söz ediyordu. Annem devreye girerek “Benim büyük kızım da oyuncu olacak, tiyatro eğitimi görüyor” dedi. Metin Erksan da “Fotoğraflarını çektirelim” dedi ve beni bir fotoğraf stüdyosuna yolladı. Orada başıma eşarp takıldı ve bir iki fotoğrafım çekildi. Daha sonra Metin Erksan, aileme; “Bahar gelini Hülya oynayabilir” dedi. Bu, meslek olarak oyunculuğu seçmiş ve bunun eğitimini alan bir genç kız için olağanüstü bir şanstı. Çünkü Metin Erksan, Türk sinemasının en önemli, dâhi diye baktığımız, çok değerli entelektüel bir yönetmeniydi. Bu da benim şansım herhalde. Bu iddialı filmin, Berlin Film Festivali’nde 'Altın Ayı' kazanmasıyla benim sinema yolculuğum başladı.

        Ses Dergisi'nin düzenlediği 'Sinema Güzeli' yarışmasına Metin Erksan, Hülya Koçyiğit'i de yazdırdı. İlk elemeyi kazandı. İkinci eleme yetenek sınavı şeklinde Şile'de yapıldı. Yarışmada; mayo giyilmesi istendi. Fakat Hülya Koçyiğit, yetenek sınavı diye yanına mayo getirmemişti. Annesiyle birlikte mayo satan bir dükkan bulamayınca adayların arasından Ajda Pekkan; "Benim yanımda mayo var. Ben zaten bikini giyeceğim, mayomu sen giyebilirsin" dedi. Koçyiğit, böylece, Pekkan'ın mayosunu giyerek elemelere katıldı.

        • Yılda ortalama 10 film çekiyordunuz. O kadar çok film çektiniz ki özel hayatınıza nasıl zaman buldunuz?

        Ben, İstanbul doğumluyum. Kuzguncuk gibi deniz kenarında bir köyde büyüdüm. Yaklaşık 5 sene denize ayağımı bile sokamamıştım. Sadece bir film sahnesi gerektiği için bir yük gemisinden denize atlamıştım, o sayede denize girmiştim. Tabii bunlar bugün güldüğümüz şeyler ama gerçekten özel hayat diye bir şey yoktu. Yaşamımız tamamen işe odaklıydı ama birçok insan için çok erken sayılabilecek bir gün karşıma beni gerçekten sevdiğine inandığım Selim Soydan çıktı ve hayatımda aldığım en doğru karar da onun evlilik teklifini kabul etmek oldu. Özel hayat dediğimiz hayatı birlikte kurduk. Birlikte bir evlat sahibi olduk. O benim hem kişiliğime, hem mesleğime, yaptığım işe çok saygı duydu, çok destekledi çok takdir etti. Benim önümü açmak için film şirketi kurdu. Fenerbahçe’nin popüler bir futbolcusuydu, Milli takımın kaptanıydı. Her zaman sevdiği kadının destekçisi oldu. O nedenle, o da hayatımdaki “iyi ki”lerden biri. Ben mi şanslıydım yoksa şans mı gelip beni buldu ya da bu güzelliklere hazır bir insan mıydım da bu şansları kabul ettim, bilmiyorum.

        2008'de Altın Poratakal Film Festivali'nin davetlisi olarak Antalya'ya gelen Kevin Spacey ile bir röportaj yapmıştım. Türk oyuncuların rol aldığı film sayısını söyleyince; "Amma da atıyor ya da sayı saymasını bilmiyor" imalı bakıştan sonra şöyle demişti; "O halde Türkiye'nin en zenginleri oyuncular." Yeşilçam sinemasından birçok meslektaşı gibi Hülya Koçyiğit de çok para kazanmadı. Hatta, parasızlıktan hastanede rehin bile kaldı. Hülya Koçyiğit, 2018'de yaptığım röportajda hastanede rehin kalma olayını anlatmıştı. O bölümü, bu röportajın sonunda okuyabilirsiniz.

        REKLAM

        • Sizler çok para kazanmıyordunuz ama Türk sinemanın da temel taşlarıydınız. "Biz sinemanın temel taşlarıyız da para nerede?" diye hiç düşünmediniz mi?

        Çıkış yolu, bakış açısı, beklenti para değildi. Parayla hiçbir zaman işim olmadı. İnanıyorum ki çalışınca ve emek verince, para arkasından gelir. Ben; "Para kazanayım" diye bu işi seçmedim, onun için de parayla pek işim olmadı. Dediğin çok doğru, gerçekten çok uzun yıllar bu işleri kazanç olarak da çok amatörce yaptık. Bizi tatmin eden şey, insanların ilgisi ve sevgisiydi. Öylesine büyük bir ilgi, öylesine tadına doyulmaz bir sevgiyle karşılaştık ki... Sadece sevgi de değil, takdirle de kucaklandık. Dolayısıyla benim için sinemanın manevi hazzı her zaman çok daha yüksek oldu. En zorlandığım zaman Gülşah Film'i kurduğumuz zamandı. Selim; “Sen istediğin senaryolarda oyna, istediğin filmlerde oyna, istediğin rolleri canlandır” dediği yıllar, sinemanın içinden çıkamadığı, bocaladığı yıllardı. Sinema salonlarında erotik filmlerin gösterildiği, ailelerin sinema salonlarına pek gitmediği dönemlerdi. Televizyonun, videonun daha yaygın olduğu yıllardı. Dönüp baktık, para yok, bir birikim yok, bu filmleri neyle yapacağız? Evet, bir işim var ama para yok. Bizim işimiz de para olmadan yapılmıyor. Böyle bir dönemde bir karar almam söz konusu olmuştu. Dünyada da birçok örneği olduğu gibi bizde de sinema sanatçılarının sahnede şarkı söylemesi gibi bir durum vardı ve bu teklifler çok fazla yoğunlaşmıştı. Bunu yapabilecek bir donanıma sahiptim. Bale eğitimi ve tiyatro eğitimi almış bir kişi olarak solfeji de notayı da biliyordum, intibak etmem çok da zor değildi. Türk sanat müziği zaten evimizin baş tacıydı. Annemin çok güzel bir sesi vardı, çok güzel şarkılar söylerdi. Yani kulak dolgunluğum da vardı fakat alaturka musiki dersleri almam gerekti ve bu teklifi kabul ettim. Bu, istediğim filmleri yapabilmek için bana bir ekonomik güç sağladı. O da benim için doğru bir seçimdi.

        Hülya Koçyiğit - Turgut Özal - Yusuf Sezgin

        Hülya Koçyiğit, sinemadan kazanamadığı parayı, şarkı söyleyerek kazanmaya başlamıştı ki dönemin başbakanı Turgut Özal'ın teklifiyle sahne kariyerine son vermek zorunda kaldı.

        • Oyuncuların sahne hayatı darbeden dolayı mı bitti? O döneme mi denk geldi?

        Hayır, benimki daha farklı oldu. Zaten genellikle halk konserleri türünde sahneye çıkıyordum. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, başbakanlığı döneminde benim milletvekili olmamı, seçimlere girmemi istedi. Çünkü sinemayı bir görsel eğlence olarak düşünmediğimi, bir eğitim aracı olarak gördüğümü ve bu konuda özellikle de Türk kadınının toplumdaki yeriyle ilgili çok fazla dertli olduğumu fark ettiği için “Gelin, bana çalışma arkadaşı olun. Bu işler mecliste halledilir. Dolayısıyla sizi davet ediyorum” dedi. Ben de paldır - küldür seçimlere girdim. Kazanamadım ama bir karar vermem gerekiyordu. Sinema oyunculuğuna devam edebilirdim ama sahnede şarkı söylemek daha farklı bir alan olduğu için o işi orada durdurdum.

        REKLAM

        • Siyasette şansınızı bir daha neden denemediniz?

        Benim seçimim değildi. İdealim, hayalim, yapmaya çalıştığım ve yapmam gerektiğine inandığım bir iş değildi. Ben her vatandaş gibi elbette ki siyasetle ilgileniyordum. Benim ülkem, benim insanlarım, özellikle kadınlar, benim derdimdi. Dolayısıyla ben kendi işimi yaparak da görevimi yerine getiririm diye düşünerek sinemaya devam ettim.

        Hülya Koçyiğit, birçok oyuncunun sigortalanmasını, sonraki yıllarda da emekli olmasını sağlayan SODER'in ilk başkanı oldu.

        • Sonra SODER (Sinema Oyuncuları Derneği) kuruldu. Siz de başkanı oldunuz. Derneğin en büyük başarısı oyuncuların sigortalanmasıydı, değil mi?

        Gerçekten de çok sorunları olan bir mesleğimiz vardı ve mutlaka örgütlenmemiz gerekiyordu. Bu yolu da bize gösteren Turgut Özal’dı. Yapımcılar, kendi aralarında örgütlendiler, sinema oyuncuları kendi aralarında örgütlendiler ama bunlar birer dernek oldukları için yaptırım güçleri çok fazla yoktu ancak bir araya gelmek, birlikte sesimizi duyurmak için böyle bir örgüte ihtiyacımız vardı. Bu örgüt hâlâ devam ediyor ama bu örgüt meslek birliği örgütü olarak devam ediyor. Hâlâ sorunlarımız var ama bunları halletmenin yolu da elbette ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşüyor. Taleplerimizi daha yüksek sesle dile getirmemiz, üstelik birlikte dile getirmemiz gerekiyor.

        Bana çok sorulmuş sorulardan biridir; "Sen, onları tanıyorsun. Hiç mi tartışmamışlar, hiç mi birbirlerinin arkasından laf etmemişler?"

        • Siz, Türkan Şoray, Filiz Akın ve merhum Fatma Girik... Türk sinemasının 'Dört Yapraklı Yonca'sınız. Hiç birbiriniz hakkında kötü bir cümle sarf etmediniz. Hiç mi rekabet yaşamadınız, birbirinizi hiç kıskanmadınız mı?

        Çok ciddi rekabet yaşadık... Biz birbirimizin doğal rakibiyiz. Aynı piyasanın içerisindeyiz ve aynı izleyicilere hitap ediyoruz. Gel gör ki karakter icabı ben, benden önce sinemaya adım atmış ve halkın sevgisini kazanmış bu çok değerli, Fatma Girik, Türkan Şoray ve Filiz Akın’a hep saygı duydum. Hep kendimi onların arkasına aldım. Rekabet vardı ama kıskançlık, onun önünü kapatmak gibi şeyler aramızda hiç olmadı. Tam tersine, fırsat buldukça hep birbirimizi destekledik, birbirimize el uzattık. Mesleğimiz için birlikte heyecan duyarak çabaladık. Olması gereken de bu değil mi?

        Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Filiz Akın ve Fatma Girik... Baby Boomers, X Kuşağı, Y Kuşağı, Z Kuşağı ve Alpha Kuşağı tarafından tanınıyor, seviliyor, saygı duyuluyor. Bunun nedeni; işlerini severek yapmaları, mesleklerine, meslektaşlarına ve izleyicilerine saygı duymaları... Popülerlik peşinde koşanlara, sosyal medya takipçi sayılarıyla yapımlarının izlenme oranlarıyla arasında büyük çelişki olanlara duyurulur.

        Kartal Tibet - Hülya Koçyiğit

        • Öyle yaptığınız için günün sonunda Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Türkan Şoray ve Fatma Girik oldunuz. Az önce de gördük; 30'lu yaşlarında olan bir kadın geldi ve size saygı duruşunda bulundu. Keza genç bir kız da öyle... Kazanılan da bu değil midir?

        Gerçekten bana muhteşem bir duygu yaşatıyorlar. 60 sene diyoruz ama o filmler bugün hâlâ ekranlarda ve yeni nesiller böylece tanıyorlar. Onların beğenisini ve sevgisini kazanmak muhteşem keyifli bir duygu onun için Türk sinemasına teşekkür ediyorum.

        • Genç meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?

        Bir kere, her şeyden önce yaptıkları işin ehemmiyetini, önemini, değerini ve nedenini bilerek mesleklerine devam etsinler. Sürekli kendilerini geliştirmeyi ihmal etmesinler. Çünkü "Ben; bildim, oldum"diye bir şey yok. Kendilerini sürekli yenilemeleri gerekir. İçlerinden gerçekten hak edenler çok uzun ömürlü olacaklar. İnanıyorum ama birçoğu da sadece heves uğruna bu işi yapıyorlarsa, sadece hevesle yapılabilecek bir iş değil. Bunu da bilmeleri lâzım. İyi ki Türk sineması var. Bugün dönüp baktığımız zaman, çok kıymetli çok değerli, kültürel bir hazine olarak elimizde. Onun değerini bilelim. Sinema, yıllarca bizim kültürümüzün taşıyıcısı olmuş dolayısıyla çok kıymetli. Genç nesillerin daha çok Türk filmi izlemelerini tavsiye ederim. Kendilerini bütün dünya kültürlerine, sanatlarına ulaşabilecek kadar yakın bulsalar bile kendi öz kültürlerini, tarihlerini, kendi sanatlarını tanımaları için mutlaka daha çok Türk filmi izlesinler.

        REKLAM

        • Başka neler söylemek istersiniz?

        İyi ki Türk sineması var. Bugün dönüp baktığımız zaman, çok kıymetli çok değerli, kültürel bir hazine olarak elimizde. Onun değerini bilelim. Sinema, yıllarca bizim kültürümüzün taşıyıcısı olmuş dolayısıyla çok kıymetli. Genç nesillerin daha çok Türk filmi izlemelerini tavsiye ederim. Kendilerini bütün dünya kültürlerine, sanatlarına ulaşabilecek kadar yakın bulsalar bile kendi öz kültürlerini, tarihlerini, kendi sanatlarını tanımaları için mutlaka daha çok Türk filmi izlesinler.

        Hülya Koçyiğit, o günlerde neler yaşadıklarını, parayı nasıl bulduklarını Habertürk'e şöyle anlatmıştı;

        Yıl 1969...

        Nisan ayı. Karnım burnumda. Selim ile hayatımızın en heyecanlı zaman dilimi içerisindeyiz. Bebeğimizi kucağımıza almamıza az bir zaman kalmış.

        Bugünün teknolojisi o zamanlar yok tabi. Cinsiyetini bilemediğimiz yavrumuzun ismi hazır.

        Kız olursa Selim'in babaannesinin adı Gülşah, erkek olursa da çok erken yaşta kaybedip doyamadığım babamın adı Sedat ismini vereceğiz.

        Tabii ben erkek olmasını diliyorum içten içe. Babamın ismini yaşatacak bir evlat hayal ediyorum.

        İnandım da, dünyaya bir erkek çocuk getireceğim.

        Birimiz sinemada, birimiz futbolda Türkiye'nin en popüler, en sevilen isimlerindeniz.

        Hal böyle olunca nikâhımızda adım atılacak yer bırakmayan, ülkemin güzel insanlarıyla birlikte yaşıyoruz bu heyecanı.

        Herkes iyi temennilerini dile getirdiği mektubu ve kartpostalı ile birlikte bir sürü bebek hediyesi yolluyor.

        Bebekle ilgili akla gelebilecek A'dan Z'ye her şey...

        O zaman televizyon yok. TRT'den gelip Gülşah'ın ağlama sesini kaydettiler. Sonra da radyodan yayınladılar.

        Öyle sıcak ve samimi ve sanal olmayan bir ortamdayız.

        Nisan ayının 24'ünü gösterdiğinde takvim, sancılarım başlıyor.

        Aman Allah'ım büyük gün.

        Koştur koştur hastaneye ve gerekli tetkikler ardından artan sancılarımla doğuma...

        Heyecanım tavan, bebeğimiz geliyor ve doktorun sesiyle dehşete düşüyorum: "Nur topu gibi kızınız oldu."

        Ben şok üzerine şok geçiriyorum o an.

        İnanılmaz mucizevi bir şey yaşıyorum; bir bebek dünyaya getiriyoruz.

        Bizim bebeğimiz...

        İnanılmaz bir hayal kırıklığı yaşıyorum çünkü bebek erkek değil. Kendimi kaybediyorum ve "Ben erkek olmasını istiyordum" diye öyle bir ağlıyorum ki herkes

        hayretler içerisinde.

        Sonra kızımızı kucağıma verdiklerinde güzelliği karşısında kalakalıyorum.

        'Ben yaptım. Benim bebeğim. Bu bebeği ben yaptım...'

        Böyle egosantrik bir tavırla kendimi kaybediyorum.

        Ameliyathanedekiler bu duygu değişimi dolayısıyla şokta.

        Her şey anlık oluyor, ilk bebeğin verdiği buldumcuk olma durumu belki de bu.

        Daha güçlü ağlamaya başlayıp af diliyorum Allah'tan; 'Affet beni Allah'ım. Ne olur affet' diye...

        Çok küçük yaşta babasız kalan bir çocuğun hayal kırıklığını anlık da olsa yaşadığım içindi bu isyanım.

        Adını Gülşah koyduk evladımızın ve babamı gülümseyerek her anımızda yaşatmaya da devam ettik kızımızı büyütürken.

        Doğumdan bir müddet sonra sakinleşiyorum ve normal odaya alınıyorum ama Gülşah odada yok.

        9 ay beklemişsin ama o an artık daha fazla beklemek istemiyorsun, gözüm hep kapıda. ‘Ne oldu Hülya demin isyan ediyordun?' diye soruyorum kendime...

        Çok şükür ne bende ne de Gülşah'ta sağlık açısından bir sıkıntı çıktı.

        Ertesi gün taburcu olup, çekirdek aile olarak evimize gideceğimizi düşündükçe mutluluktan uçuyorum.

        25 Nisan oluyor ancak büyük bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıyoruz.

        Çıkış işlemini başlatamıyoruz çünkü hastane masraflarını karşılayacak kadar paramız çıkmıyor.

        Kalakaldık mı öylece hastanede.

        Bugünün bir futbolcu ya da oyuncu kazancı o günlerde geçerli değil tabii. Az kazanan, günübirlik kazancıyla geçinen bir aileyiz. Eee tabii bir de evlenmeden önce annemden kalan borçları da ödemeye çalışıyoruz.

        İnanılmaz şöhretlisin ama maddi gücün yetersiz.

        'Kol kırılır yen içinde kalır' durumundayız anlayacağınız.

        Selim’in alacakları var alamıyor, avans bekliyor; gelmiyor.

        Bir gün geçti yok, iki gün geçti yok.

        Ben de hastanenin konforuna bıraktım artık kendimi.

        Ailem yanımda, Selim antrenmanlara gidip geliyor.

        Bu arada para bulmaya çalışıyor ama yok.

        Selim’in o çaresizliği gözümün önünde.

        Ben de bir yandan ‘iyiyim merak etme’ mesajı vermeye çalışıyorum.

        Aslında içim içimi yiyor Gülşah’ı alıp eve gitmek için.

        Sağlıklı bir şekilde normal doğum gerçekleştirip uzun süre hastanede kalan nadir insanlardan olabilirim, bekleyişimiz 1 hafta kadar devam etti çünkü.

        Baktık olacak gibi değil artık, Selim babasına durumun gerçek yüzünü anlatıyor binbir mahcubiyetle.

        Kayın pederim rahmetli Arif Bey imdadımıza yetişiyor sağ olsun öğrenir öğrenmez. Uzun süre kaldığımız için iyice kabaran hastane masrafımızı ödüyor ve parasızlıktan mahsur kaldığımız hastaneden ancak öyle çıkıp evimize gidebiliyoruz.

         "Peki kim üretecek?"
        "Peki kim üretecek?" Haberi Görüntüle
        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ