İstiklâl Marşı ilk kez bugün okundu
İstiklâl Marşı, kalabalık bir kitle önünde ilk kez 1 Mart 1921'de okundu. Yaşadığımız günlerin mimarlarını, kim olduğumuzu ve gücümüzü hatırlatıp gelecek günler için umut tazeleyen İstiklâl Marşı'nın sözlerini yazan Mehmet Akif Ersoy, nasıl bir yaşam sürdü? Hangi badireleri atlattı? Türkiye'nin milli şairi olmasını sağlayan İstiklâl Marşı'nın sözlerindeki duygulara hangi düşünce yapısıyla, hangi olaylar sonucunda sahip oldu? Hangi görevlerde bulundu? Başka hangi eserleri yazdı?
'Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' diye başladı.
'Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklâl!' diye bitirdi.
Mehmet Akif Ersoy...
Kalabalık bir kitleye ilk kez 1 Mart 1921'de TBMM'de okundu.
12 Mart 1921'de ise Türkiye'nin ulusal marşı ilan edildi.
Mehmet Akif Ersoy, 1921'de 10 kıtalık şiirinde, Kurtuluş Savaşı'nda bulunan Türkiye'ye geçmişindeki kahramanlıkları hatırlattı, mevcut durum içinde düşmandan kurtulmanın yollarının neler olduğunu dile getirdi.
Cephede savaşanlara da cephe gerisindekilere de şevk verdi.
Milli bayramlarda, devlet törenlerinde, okullarda, spor müsabakalarında, milli günlerde, milli açılışlarda, milli törenlerde, milli kutlamalarda hep bir ağızdan seslendirdiğimiz İstiklâl Marşı, 99 yıldır yaşadığımız günlerin mimarlarını, kim olduğumuzu ve gücümüzü hatırlatıp gelecek günler için umut tazeliyor.
Hatırlatmaya ve umutlarımızı tazelemeye devam da edecek.
İstiklâl Marşı, 1930'da Osman Zeki Üngör tarafından bestelendi.
Orkestrasyonu ise 1932'de Ermeni asıllı Edgar Manas tarafından yapıldı.
Yıl 1873...
Günlerden 20 Aralık.
Sarıgüzel Mahallesi. Karagümrük - Fatih / İstanbul adresindeki evde o gün Buhara göçmeni Emine Şerif Hanım ile Arnavut kökenli Kosova göçmeni imam Mehmet Tahir Efendi'nin hayatları yeniden anlamlanırken geleceğe dair umutları derinlik kazandı.
Sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunduktan sonra tekrar sağ kulağına 'Bana bu evladı ihsan eden Allah'a hamd eder, minnet ve şükranlarımı sunarım' denilerek adı ilk kez telaffuz edildi.
Mehmet Ragif...
O Mehmet Ragif ki, 48 yaşındayken Kurtuluş Savaşı'nda 7 düvele karşı mücadele eden bir milletin 'Korkmuyoruz, bayrağımız her daim dalgalanacak' şeklindeki duygularının milli tercümanı olacaktı.
Mehmet Ragif, Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne kayıt olduğunda 4 yıl, 4 ay, 4 günlüktü. 7 yaşındayken aynı okulun ilköğretim bölümüne geçerken babası Mehmet Tahir Efendi'den Arapça öğrenmeye başladı.
Orta öğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi'nde başlayan Mehmet Ragif, dil konusundaki başarısıyla dikkatleri üzerine çekti. Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca'da hep okul birincisi olurken Türkçe öğretmeni olan dönemin aydınlarından Hersekli Hoca Kadri Efendi'den hürriyetperverlik konusunda ziyadesiyle etkilendi.
Ortaokulu bitiren Mehmet Ragif, bir sonraki öğrenimi konusunda annesiyle babasının arasında kaldı.
Emine Şerif Hanım, oğlunun medrese öğrenimi görmesini isterken, Mehmet Tahir Efendi'nin tercihi memur olmasından yanaydı.
Son söz babasınındı.
1885'te Mülkiye İdadisi'ne başladı.
Aynı okulun yüksek bölümüne devam ederken 1888'de babası Mehmet Tahir Efendi vefat etti.
Adı da o tarihten sonra değişti.
O zamanlar hicri takvim kullanılıyordu.
Mehmet Ragif, hicri takvime göre 1290'da doğdu.
Babası da 1290 anlamına gelen Arapça kökenli 'Ragif'i oğluna ikinci adı olarak verdi.
Ne var ki Ragif yaygın bir isim değildi.
Arkadaşları, kendisine Mehmet Ragif diye değil başka bir isimle hitap ediyordu.
Mehmet Akif...
Felaketler birbirini takip etti.
Babasız kalan aile, 1889'da meydana gelen büyük Fatih yangınında evlerini de kaybedince sefalete sürüklendi.
İmdatlarına Mehmet Tahir Efendi'nin öğrencisi Mustafa Sıtkı yetişerek kül olan evlerinin bulunduğu arsaya küçük bir ev yaptırdı.
Artık bir evleri vardı ama annesi Emine Şerif Hanım ile kız kardeşi Nuriye'nin geçimini sağlamalıydı.
Mehmet Akif, Mülkiye İdadisi'ni bırakarak o dönemlerde memurluk hakkı kazanılmasında büyük paya sahip olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne kaydoldu.
Mehmet Akif o yıllarda;
* Bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa'dan pozitif bilim sevgisi kazandı.
* Spora büyük ilgi duydu. Mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi. Güreş, yüzücülük, uzun yürüyüş, koşu ve gülle atma yarışlarına katıldı.
* Ziraat ve Baytar Mektebi'nden birincilikle mezun oldu.
* 6 ay içinde Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu
Mehmet Akif'in amacı okulu birincilikle bitirmek değildir.
Tek amacı bir an önce mezun olarak eli para tutan bir adam olarak annesiyle kız kardeşine rahat bir hayat sunmaktır.
Ta ki bir öğretmeninden aldığı bilgiye kadar.
O bilgi, okulu Ermeni bir öğrencinin birincilikle bitireceği üzerinedir.
Hırs yapan Mehmet Akif, günlerce ders çalışıp son sınavlarda en yüksek notları alarak birincilikle mezun oldu.
Mezuniyetinden sonra Mehmet Âkif, Fransızcasını geliştirdi. Hazine-i Fünun Dergisi'nde 1893 ve 1894'te birer gazeli, 1895'te ise Mektep Dergisi'nde 'Kur'an'a Hitab' adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı.
Mehmet Akif, okulu bitirdikten hemen sonra günümüzdeki karşılığı Tarım ve Orman Bakanlığı olan Orman ve Vaadin ve Ziraat Nezareti'nde veteriner müfettiş yardımcısı olarak memurluğa başladı.
20 yıllık görevi sırasında Anadolu, Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan'da bulunan Mehmet Akif, gezileri sırasında gerek yöre halkıyla temas kurmasından gerekse uzun yolculuklarda daha fazla okuma - yazma imkanı bulmasından dolayı edebiyatla daha iç içe olma şansına sahip oldu.
İslamcılığın, halkçılığın ve milliyetçiliğin bir havanda dövülerek ortaya çıkmış hali Mehmet Akif'ti.
Mehmet Akif'e göre medeniyetin gerçek kaynağı Müslüman Doğu'dur. Ona üstünlüğünü kaybettiren ise asırlardır süren cehalet, yozlaşma, sabırsızlık, tembellik ve kendine güvensizliktir.
Mehmet Akif için edebiyat, halkın manevi ve ahlaki eğitiminde etkisi en büyük müessesedir. Her edebiyat mahallidir ve halka hitap eder.
Kısacası, sanat; sanat için değil, sanat; halk içindir.
Mehmet Akif 'in en önemli amacı, halk için halkın hayatını anlatan edebi eserler yazma üzerineydi.
İlham gelmesine inanmayan Mehmet Akif'in alamet-i farikası güçlü bir gözlem yetisine sahip olmasıydı.
Eserlerini gözlemlerinden elde ettikleriyle meydana getirdi.
Öyle olduğunu da şu cümleleriyle anlattı; 'Hayır, hayalle yoktur benim alışverişim, İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim'
Gözlem gücü de memurluk görevi sırasında Anadolu, Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan'da bulunarak halkla iç içe zaman geçirmesiyle gelişti.
Edebiyat öğretmenliğiyle birlikte de gözlem gücünü kullanma yetisi olgunluk dönemine ulaştı.
Mehmet Akif, memurluk görevi nedeniyle İstanbul dışında olmadığı zamanlar 1906'da Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kompozisyon, 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde Türkçe derslerini vermek üzere edebiyat öğretmenliği yaptı.
Mehmet Akif, 1898'de Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım ile evlendi.
Mehmet Akif ile İsmet Hanım'ın 5 çocuğu dünyaya geldi.
*Cemile
* Feride
* Suad
* Emin
* Tahir
II. Abdülhamid, 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı'nı bahane ederek meclisi dağıtınca bütün anayasal haklar askıya alındı.
Mehmet Akif, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilan edilmesine kadar süren II. Abdülhamid'in istibdâd rejiminin şiddetli bir muhalifiydi.
Muhalifliği nedeniyle dönemin rasathane müdürü Fatin Hoca'nın da yönlendirmesiyle 11 arkadaşıyla birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu.
* İstibdâd: Baskı
Üyelik yemini şöyleydi;
'Cemiyetin bütün emirlerine, kayıtsız şartsız itaat edeceğim.'
Mehmet Akif, bu cümlelerle yemin etmeyi reddederek 'Cemiyetin sadece iyi ve doğru olan emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğim' şeklinde yemin etti.
Ardından da İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Şehzadebaşı İlmiye Mahfeli'nde Arap Edebiyatı dersleri verdi.
II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi Mehmet Akif'in yazılarının ve şiirlerinin geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.
II. Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra Sırat-ı Müstakim adlı derginin başyazarı oldu.
Derginin ilk sayısında Fatih Camii şiiri yayımlandı.
Sırat-ı Müstakim'in adı 8 Mart 1912'den itibaren Sebil'ür-Reşad olarak değişti.
Mehmet Akif, hemen hemen bütün şiirlerini bu iki dergide yazdı.
O şiirlerinden biri de II. Abdülhamid'i eleştirdiği 'İstibdâd' oldu.
Günümüz Türkçesiyle şiirin ilk dizesi şöyle;
Mehmet Akif, bir yandan öğretmenlik diğer yandan yayımcılık yaparken İstanbul'daki camilerde vaaz vermeye de başladı.
Vaazlarının teması, Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği'ydi.
1913'te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı taşıyan neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalışan Mehmet Akif, 2 Şubat 1913'te Bayezid Camii'nde, 7 Şubat 1913'te ise Fatih Camii'nde yaptığı konuşmalarında vatanseverlik çağrısında bulundu.
Mehmet Akif'in yazıları ve şiirleri önce Umur-i Baytariye'den, ardından da Darülfünun müderrisliğinden kovulmasına neden oldu.
Sadece Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam edebildi.
Ne var ki Mehmet Akif gibi aydın ve vatanperver biri evde oturacak / oturtulacak değildi.
Evde oturtulmayacak kadar kıymetli biri olduğunun farkında olanlardan biri de Enver Paşa'ydı.
Enver Paşa'nın kurduğu, İslam Birliği oluşturma amacındaki Teşkilat-ı Mahsusa'dan aldığı teklif üzerine Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi ile birlikte Almanya'ya giden Mehmet Akif, İngilizlerle birlikte Osmanlı Devleti'ne karşı savaşırken Almanlara esir düşen Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu.
Kamptaki Müslümanları Osmanlı Devleti'ne karşı savaşmanın yanlış olduğu konusunda aydınlatmaya çalıştı.
Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik Arapça beyannameler yazdı. O beyannameler, uçaklarla cephelere atıldı.
Almanya dönüşünde bildiği en iyi iş için bir kez daha kağıdı kalemi eline aldı.
Gözlemlerini 'Berlin Hatıraları' adlı şiire dönüştürdü.
Mehmet Akif ile Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi'nin incelemelerde bulunduğu kamplar...
* Teşkîlât-ı Mahsusa:
İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilat. Türkçü İslamcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içinde, yurt dışında, karşı - istihbarat ve propaganda çalışmaları yaptı.
Teşkilat-ı Mahsusa, Mehmet Akif'e Almanya'dan döner dönmez yeni bir görev verdi.
Yeni görev yeri; Arabistan.
Görevinin içeriği; Arapları Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtan İngiliz propagandasıyla mücadele etmek için karşı propaganda yapmak.
Arabistan'daki görevi sırasında haberini aldığı Çanakkale Zaferi'nin coşkusuyla 'Çanakkale Destanı'nı yazdı.
Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Akif, Necid Çölleri'nden Medine'ye adlı şiirinde bu seyahatini anlattı.
Lübnan'da yaşayan Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa'nın davetiyle 1918'de bir kez daha bu ülkeye giden Mehmet Akif, Lübnan'dayken Şeyhülislamlığa bağlı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti başkatipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışırken bir yandan da Said Halim Paşa'nın 'İslamlaşmak' adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdi.
Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Mustafa Kemal Paşa'nın Kurtuluş Savaşı'nı başlatmasıyla direnişe geçilmişti.
Bu harekete katılmak isteyen Mehmet Akif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920'de Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi.
Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbelerine devam etti.
Mehmet Akif, milli mücadelenin önemini camilerde verdiği hutbelerle anlatmakla yetinmedi.
Çıkardığı Sebil'ür-Reşad'da yazdığı yazılarla halkın milli mücadele tarafında olması için uğraştı.
Zira o günlerde halk topyekün bir halde milli mücadele taraftarı değildi.
Hatta ortada bir milli mücadele olduğunu bilmeyenler azımsanmayacak kadar fazlaydı.
Çoğu kişi için o günlerde Mustafa Kemal Paşa, bir kaçaktı ve Osmanlı Devleti'ne karşıydı.
Mehmet Akif, gerek verdiği vaazlarda gerekse yazdığı yazılarda Kurtuluş Savaşı'nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dâr-ül-Hikmet Ül-İslâmiye Cemiyeti'ndeki görevlerinden azledildi.
Artık İstanbul'da rahat etme olanağı kalmayan Mehmet Akif, oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti.
Mustafa Kemal Paşa'dan Sebil'ür-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için davet alan Mehmet Akif, TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920'de Ankara'ya vardı.
Bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı.
Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Akif'in milletvekili olmasını istiyordu.
Haziran'daki seçimde Burdur'dan, temmuzdaki seçimdeyse Biga'dan milletvekili seçildi. Burdur milletvekilliğini tercih eden Mehmet Akif, 1920 - 1923 arasındaki 1'inci TBMM'de iki yıl görev yaptı.
Mehmet Akif'in asli görevi şuydu; halkı Milli Mücadele konusunda bilinçlendirmek.
Tıpkı milletvekili olmadan önce yaptığı gibi.
Bu amaçla önce Konya Ayaklanması'nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya'ya gitti. Çok çaba gösterse de ayaklanmayı engelleyemedi.
Akabinde Kastamonu'ya giderek Nasrullah Camii'nde verdiği vaaz metin haline getirilip Diyarbakır'da basıldı. Sonra da tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.
Bu sıralarda Sebil'ür-Reşad'ı birlikte çıkardığı Eşref Edip, derginin klişesini de alıp Mehmet Akif ile buluşmak üzere İstanbul'dan ayrılıp Kastamonu'ya gitti.
Sebil'ür-Reşad'ın 464 ve 466'ncı sayılarını Kastamonu'da yayımladılar. 464'üncü sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya dağıtıldı. 467'nci sayıdan itibaren ise yayıma Ankara'da devam edildi.
Sebil'ür-Reşad'ın etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hakimiyetindeki Türk halklarını etkilemesinden korkan Rusya, derginin ülke sınırları içine girmesini yasakladı.
Sebil'ür-Reşad, Rusya için sakıncalı bir dergi haline geldi.
Ankara'da gündem Yunan Ordusu'nun ilerleyişiydi.
Yunanlıların Ankara'ya girme riskine karşı TBMM'nin Kayseri'ye taşınması hazırlıklarına başlandı.
Mehmet Akif, taşınmaya şiddetle karşı çıktı.
Taşınmanın moral bozacağını, bunun sonucunda dağılma yaşanacağını düşünen Mehmet Akif, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi.
Teklifi tartışılıp kabul edildi.
TBMM, Kayseri'ye taşınsaydı acaba neler olurdu?
Belki de Milli Mücadele dağılıma uğrayacak Cumhuriyet'in kurulmasına uzanan yola hiç girilemeyecekti.
İSTİKLÂL MARŞI'NI YARIŞMAYA NEDEN SOKMADI?
Kuvay-ı Milliye ile sivil halk gerek cephede gerekse işgal edilen köylerde, kasabalarda ve şehirlerde savaşıyordu.
Asker sayısı, teçhizat, yiyecek sınırlıydı.
7 düvele karşı verilen mücadele göz önünde bulundurulduğunda yok gibiydi.
Ama milletin bağımsızlığa olan inancı çoktu.
Ve o inancı kelimelere döküp, yazdıklarıyla milli mücadele şevki, güzel günler için umut verecek vatansever şair de çoktu.
Bu amaçla Ulusal Marş Yarışması düzenlendi.
Dikkat çekici nokta, Mehmet Akif'in şiir göndermeyerek yarışmayı görmezden gelmesiydi.
Çünkü ödül, 500 ₺'ydi.
Mehmet Akif, para ödüllü bir yarışmaya şiir göndermek istemedi.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif'in yakın arkadaşı Hasan Basri Bey'e ricada bulundu; 'Kendisinin şiir göndermesini arzuluyoruz.'
Mehmet Akif, yarışmaya katılmayı kabul etti.
Bunun üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çekti.
İstiklâl Marşı, 17 Şubat 1921'de Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı.
1 Mart 1921'de ise Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver) tarafından TBMM'de okundu.
Milletvekillerinin hangi şiiri seçecekleri belliydi ama yine de yarışmanın son başvuru günü beklendi.
Mehmet Akif'in şiiri 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi.
İstiklâl Marşı'nın geniş kitlelere yazılı olarak ilk kez ulaştığı gazetelerden biri de Kastamonu'da yayımlanan Açıksöz Gazetesi oldu.
Mehmet Akif, ödül olarak verilen 500 ₺'yi adı sonradan Kızılay olarak değiştirilen Hilal-i Ahmer bünyesinde kadın ve çocuklara iş öğreten, cepheye elbise diken Dar'ül Mesai Vakfı'na bağışladı.
1921'İN 500 ₺'Sİ GÜNÜMÜZÜN KAÇ ₺'Sİ?
1921'de milletvekili aylık ödeneği 200 ₺, memur maaşı ise 40 ₺ düzeyindeydi. Yani Mehmet Akif Ersoy'a ödenen 500 ₺ vekillerin 1 aylık kazancının 2.5 katıydı.
Bir başka hesapla 1921'de 500 ₺ ile 20 Reşat Altını alınabiliyordu.
Günümüzde Reşat Altını 2 bin 200 ₺.
Kısacısı; 1921'in 500 ₺'sinin günümüzdeki karşılığı 44 bin ₺.
İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Akif, 1922'de sağlık gerekçesiyle milletvekilliğinden istifa etti.
1923'ün Mart ayının son günlerinde ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldüğünün anlaşılması üzerine kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetti.
Bir süredir kendisini Mısır'a davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın davetine uyarak kış aylarını Mısır'da geçirmeye başladı.
Mehmet Akif, bu arada Kur'an-ı Kerim'in mealini hazırlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı ile anlaşma imzaladı.
Mehmet Akif, 1926 kışından sonra Mısır'dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an-ı Kerim'in Türkçe meali üzerindeki çalışmasını sürdürdü.
Türkiye'de Türkçe ezan, Türkçe ibadeti içeren ulusal din projesinin hayata geçirileceğini öğrenince çalışmasını sonlandırarak 1932'de Diyanet İşleri Başkanlığı ile olan sözleşmesini feshetti.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bunun üzerine Kur'an-ı Kerim'in Türkçe meali çalışması için bu görevi Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi.
Mehmet Akif, Mısır yıllarında Kahire'deki 'Câmiat-ül Mısriyye' adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdiği sıralarda siroz hastalığına yakalandı.
Hava değişikliğinin iyi geleceği düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra da Antakya'ya gitti.
17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü.
27 Aralık 1936'da Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybetti.
Edirnekapı Mezarlığı'ndaki kabri vefatından iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı.
1960'ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi.
MEHMET AKİF ERSOY'UN KİTAPLARI
Kitaplarının genel adı 'Safahat'tır.
Birinci kitabın dışında diğerlerinin ayrıca birer adı daha bulunmaktadır.
2011...
Mehmet Akif Ersoy'un ölümünün 75'inci ve İstiklâl Marşı'nın kabulünün 90'ıncı yılı olması nedeniyle Başbakanlık tarafından 'Mehmet Akif Ersoy Yılı' olarak ilan edildi.
Mehmet Akif Ersoy'un en belirgin özelliklerinden biri de sözünün eri olmasıdır.
Yapamayacakları için söz vermeyen Mehmet Akif Ersoy, söz verirse onu mutlaka yerine getirirdi.
Örneğin;
Veterinerlik Fakültesinde sınıf arkadaşı ve dostu Hasan Efendi ile çoluk çocuk sahibi olurlarsa kalan, ölenin çocuklarına bakacaktı.
Hasan Efendi, vefat eder.
Mehmet Akif Ersoy, Beylerbeyi'ndeki evinde eşi ve 5 çocuğuyla kıt kanaat geçiniyordu. Ersoy, Hasan Efendi'ye verdiği sözü tutarak dostunun yetim kalan 3 çocuğuna baktı.