Kadın cinayetleri nasıl bulacak? Hukukçular Habertürk'e konuştu
Türkiye'de kadına yönelik şiddet ve cinayetler her geçen gün korkutucu bir boyuta ulaşıyor. Konuyla ilgili yapılan hukuki düzenlemeler niçin bu toplumsal yaranın önüne geçemiyor? Habertürk'ten Emrah Doğru, konuyu hukukçulara sordu...
“İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ızdırap veren ya da verebilecek olan, cinsiyete dayalı bir eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma”
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nin birinci maddesinde, kadınlara yönelik şiddeti böyle tanımlıyor.
Araştırmalar, ataerkil toplum yapısına sahip olmayan ve cinsiyet eşitliğinde öncü haline gelmiş ülkelerde bile kadının şiddet mağduru olduğunu gösteriyor. Ataerkil bir yapılanmaya sahip olan Türkiye’de ise bu durum nasıl cereyan ediyor?
2020'DE 248 KADIN CİNAYETİ İŞLENDİ ONLARCA KIZ ÇOCUĞU ÖLDÜRÜLDÜ
2020 senesinde Ankara'nın Çubuk ilçesinde, internetten izlediği müstehcen videodaki kadına benzettiği 18 yaşındaki kızını öldüren Harun Yıldız. Üniversite sınavı için ağabeyinin evine gelen 20 yaşındaki kızını öldüren Mikail Konukoğlu. Henüz belirlenemeyen nedenle iş yerinin önünde eşi Zahide (42) ile kızları Kader (21) ve Hüsne Cengiz'i (20) av tüfeğiyle vuran ve sonrasında kendisi de intihar eden Fatih Cengiz. Uzaklaştırma kararına rağmen evine gittiği eski eşi Esma Polat (35) ve kızı Ekin Köse'yi (12) tabancayla vurduktan sonra, aynı silahı göğsüne dayayıp, ateşleyen Birol Köse. Bir süredir psikolojik sorunlar yaşaması sebebiyle eşi Nergüzel Kocabıyık (50) ve kızı Melike Kocabıyık'ı (22) bıçaklayarak öldüren baba Mustafa Kocabıyık ve daha birçok vahşet yıl boyunca manşetlerdeydi.
KADINLARIN ÇOĞU KENDİ EVİNDE ATEŞLİ SİLAHLARLA HAYATINI KAYBETTİ
Türkiye’de 2020’de vahşice işlenen evlat ve kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmedi. 2020 senesi boyunca 152 ölüm şüpheli olmakla birlikte 248 kadın cinayeti işlendi. Geçtiğimiz ekim ayı içerisinde 21 kadın vahşice katledildi ve 8 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Öldürülen 21 kadından 12’sinin neden öldürüldüğü tespit edilememekle birlikte, 9 kadın boşanmak istediği, diğerleri ise barışmayı, evlenmeyi ve ilişkiyi reddettiği için, kendi hayatları ve istekleri adına karar verdiklerinden dolayı öldürüldü. 12 kadının ise hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve toplumdaki tabuların ne kadar kural geçirmez olduğunu gözler önüne seriyor. Kadınların çoğunluğu ise kendi evlerinde ateşli silahla vurularak öldürüldüğü araştırmalarla desteklendi.
Habertürk'ten Emrah Doğru, konuyu uzmanlarına sordu. Prof. Dr. Ersan Şen, Avukat Ejder Demir, Avukat Özgecan Sırma ve Dr. Psikolog Rukiye Karaköse Türkiye’de işlenen baba vahşetini değerlendirdi.
“KADINI BİREY OLARAK KABUL ETMEME TABUSU TOPLUMUMUZDA MEVCUT”
PROF. DR. ERSAN ŞEN: İstatistiki bilgilere göre bu bir artışsa, bunun en önemli tetikleyici faktörleri; iktisadi sorunlar ve karantina sürecinin ortaya koyduğu özellikle iktisadi ve sosyal alandaki rahatsızlıklar insanları psikolojik olarak etkilemiş olabilir. Özellikle erkek egemen anlayışıyla toplumda erkeklerin kadınlarla olan münasebetini sadece sevgililik ya da nişanlılık olarak almayalım, bu bir iş ilişkisi de olabilir. Kadına karşı farklı davranma, etik ilkesini ihlal edecek şekilde davranma, 'sen bilmezsin ben bilirim' şeklinde tutum sergileme, hayatının bütün alanlarına karışma ve karşısındaki kadını birey olarak kabul etmeme tabusu maalesef toplumumuzda mevcut. Bu bizim genlerimize de işlemiş gözüküyor. Coğrafyamız, toplumumuz, sosyolojik faktörler vb. dolayısıyla biz eğitim öğrenim, ev, sosyal yaşantı ve buna uygun hukuk kuralları, toplumsal istek, kararlılık, günü birlik kınamalar ve eleştirilerle değil, Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesini ve pozitif ayrımcılığa bağlı bütün kanunları alma yolunda ve yönünde adımlar atamazsak, toplumu bu bakış açısından kurtarıp, ataerkil aile yapısını değiştiremezsek havanda su dövmeye devam ederiz. Dolayısıyla benim gördüğüm pandemi sürecinde iktisadi sorunlar ve buna bağlı boşanmalar, ardından gelen velayet sorunları ya da kadının başka bir erkekle ilişkiye girmesi, evlenmesi kaynaklı erkeğin devam eden dayatması.
“BU SORUN EĞİTİM VE SOSYOLOJİK YAPIMIZLA İLGİLİDİR”
Nişanlılık veya erkek kadın ilişkileri sırasında yaşanan bazı sorunlar; 'ben senin kocanım ya da sevgilinim benim istediğim gibi hareket edeceksin asla seni paylaşamam' gibi artırılabilecek eşitliğe aykırı ve kadını birey olarak görmekten uzak bu anlayış... Özellikle eğitim öğretimin düşüklüğü, sosyolojik yapı ve sorunlarla ilintili. Hukuk kurallarının kadın erkek eşitliğini sağlayacak biçimde yansıtılmaması sebebiyle bu sorunlarla biz dünyanın ve ülkenin artan sorunlarıyla birlikte her gün daha da kadına ve çocuğa dönük şiddet ve tehdit gibi meselelerle uğraşmaya devam ediyoruz. Dünyada da bunun örnekleri vardır ama biz kadın ve erkek eşitliğini toplumumuzda sağlamak için Anayasa'nın 10. maddesi ikinci fıkrasındaki pozitif ayrımcılığın idari kanunlara yansıtacak çalışmaları bugüne kadar başaramadık.
“BU ÜLKEYE EMNİYET TEDBİRİ TUTUKLAMASI GELMELİ"
Siyasilerin seçim kazanma yönünde en önemli özelliklerinden birisi de bu konudur. Bugüne kadar AK Partinin seçim kazanmasındaki en önemli dayanaklardan birisi kadınlardır. Diğer siyasi partiler de bunu görüp kadını öne çıkarmıştır. Çünkü kadın davasına daha çok sahip çıkıyor. Geçen gün muhalefet partisi liderlerinden Kemal Kılıçdaroğlu artı yönde konuşarak “kadın kotası getirilmesini istiyoruz belediyelere” dedi. Ben bunu savunuyorum. Erkek egemen toplum anlayışını kırıp kadınlara eşya gözüyle bakan, 'benim arkamdan gelir, sözümün üstüne söz söyleyemez, iktisadi bağımsızlığı olamaz vs.' Bunu eğitim öğretimle sosyolojik yapımızla kıramazsak, bunun için kanun koruyucular önder olmazsa günlük bazı çözümlerle biz bu sorunları halının altına süpürmeye devam edersek bu cinayetler daha da artar. Çünkü erkek egemen toplumda erkek kadına şiddet uygulamayı kendine hak görüyor ve işin ilginç tarafı tutuklansa dahi uzaklaştırılsa dahi hala aynı davranışı sergilemeye devam ediyor. Emniyet tedbir tutuklaması bu ülkeye gelmeli. Korunacak kadının ve çocuğun hayatı daha önemli. Adam diyor ki 'öldüreceğim, asacağım, daha işim bitmedi'. Bu bakımdan ceza muhakemesi kanununun 100. ve 101. Kanununda değişiklik yapılması lazım. Emniyet tedbir tutuklaması; yeni suç işleme, tehdit ettiği kadını öldürme, suç işlemeyi alışkanlık haline getirme. Böyle insanları sokakta dolaştırmamamız gerek. Dolaşsa bile ayağında takip edici kelepçe olmalı. Soluğunun ensesinde olması gerekiyor. Biz hukuk ve sosyal bir devlet olarak kadını ve çocuğu korumalıyız. İktisadi sorunları çözmeliyiz. Bu sorunların önüne geçmek için kırık tencere metodu denilen yani en ufak suçta gereğini yapıp cezalandırmak ve gereken tüm tedbirleri almamız gerekiyor.
"AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASI GELMELİ"
Bu sorun sosyolojik temellidir ve devam ettikçe iktisadi sorunlarla birlikte artar. Milletvekillerinin ve belediye başkanlarının kaçı kadın? Neden iktisadi anlamda kadını yüceltmiyoruz, kadın erkek eşitliğini çocukların ve canlıların korunması gerektiği yönünde planlı adımlar atılmalı. Kadına şiddet konusunda müebbet hapis cezası getirilmelidir. Ağırlaştırılmış cezalar getirilmelidir. 'Tehdit etti, kapıma geldi' ve benzeri dinlemeksizin gözünün yaşına bakmadan düzelinceye kadar tedbir tutuklaması yapacaksın. Suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş adamları ise sokağa bırakmayacaksın. Dolayısıyla sorun var mı var ve bu sorun bizim temelimizde, genlerimizde var. Bu sorunu çözme işi bizi yönetenlerin. İstanbul Sözleşmesi'ni tartışmaya açarak, kadın erkek eşitliğini ortadan kaldırarak ataerkil yapı beslenmemeli. Bu durumun önüne sıfır tolerans ile geçilir. Mutlaka emniyet tedbir tutuklaması kanuna girmelidir. Kadın erkek algısını kaldırıp insan algısını getirmeliyiz. Eşya değil birey algısını benimseyip içselleştirmeliyiz. Dünyanın değişik yerlerinde farklı saiklerle kadın ve çocukların şiddet mağduru oldukları görülmektedir. Bu soruna karşı devletler, toplumlar ve bireyler; aynı samimiyet ve kararlılıkla, 'eşit insan' kavramı üzerinden ortak duruş sergilemeli ve 'sıfır tolerans' ile hareket edilmelidir.
“TOPLUMSAL İNŞA SÜRECİNDEKİ ERKEK FİGÜRÜNÜN TANIMI ŞİDDETİ DESTEKLER”
AV. EJDER DEMİR: “Kadına karşı şiddet, günümüzün en önemli sorunlarından birisi. Ulusal ve uluslararası ölçekte birçok inceleme yapılarak sorunun kökenleri araştırılmıştır. Fiziksel şiddetin temeline inildiğinde ise ilk karşılaşılan husus, bu suçun faillerinin eşler ya da sevgililer olduğudur. Zorlanmadan kadınlara ulaşıp zarar verme potansiyeli bu açıdan dikkat çekmektedir. Suçun işlenmesindeki faktörlere bakıldığında 2 grupta incelenebilir. İlki bireysel faktörler olup; psikolojik nedenler, kalıtım gibi sebepler mevcuttur. İkincisi olan toplumsal faktörler açısından ise; cinsiyet eşitsizliği, toplumsal inşa sürecinde belirli figürlerin dayatılması ve içselleştirilmesi örnek verilebilir. Cinsiyet eşitsizliği açısından incelenecek olursa, kadınların eğitime, sosyal hayata ve mevcut ekonomik kaynaklardan yararlanma imkânı erkeklere oranla kısıtlı olduğu durumlarda kadınlar arka planda kalmaktadır. Bu durum erkeğin kendini üstün görmesi ve eşinin kendisine muhtaç olduğu düşüncesini oluşturmaktadır. Toplumsal inşa sürecindeki erkek figürünün tanımlanma biçimi de bu durumu desteklemektedir.
“ERKEK KENDİSİNİ KADINDAN DAHA GÜÇLÜ GÖRDÜĞÜNDEN KENDİ ADALETİNİ SAĞMALAYA ÇALIŞIR”
Erkeklerin evin maddi ihtiyaçlarını karşılaması, ailenin namusunu koruması, buna karşılık kadınların; evin temizliği, çocukların bakımı gibi işleri görmesi bu inşanın sonucudur. Bu inşa sürecinde toplumun erkeğe verdiği görevleri yerine getirmeyen bireyler toplum tarafından dışlanmaktadır. Örneğin işsiz bir erkek ayıplanmakta ya da sadece kadının çalışması da dahil-eksik görülmektedir. Bir diğer önemli yer tutan cinayet sebebi bu inşa sürecine paralel olarak namus cinayetleridir. Bu cinayetlerin sebeplerini faydacı teoriye bağlayanlar, cezalar yeterince yüksek olursa rasyonel bireyler menfaat dengesi yapıp öldürme eylemini gerçekleştirmeyecektir. Ancak öngörüleri eksik ve hatalı çıkmıştır. Şu an hemen hemen tüm ülkelerde cinayetin cezası müebbet olup hatta ülkemizde eşe karşı işlendiğinde ceza daha da ağırlaştırılmaktadır. Nitekim Türk Ceza Kanunu’nun 82.maddesinin 1/d bendine göre, “kasten öldürme suçunun altsoy, üstsoy, eş veya kardeşe karşı işlenmesi durumunda” fail, suçun nitelikli hali ile cezalandırılarak, verilecek cezada artırım yapılmaktadır. Yani ceza kanununda, baba, altsoyu olan çocuğuna karşı veya eşine karşı öldürme fiilini gerçekleştirdiğinde, herhangi bir kişiye karşı işleyeceği fiile oranla daha fazla cezalandırılacaktır. Ancak buna rağmen ülkemizde her geçen gün aile içi şiddet, çocuk ve kadın cinayetleri artmaktadır. Bunun nedenlerinden birisi de ceza kanunumuzda ve ülkemizde adeta örf- adet haline gelmiş olan, ‘‘töre saikiyle öldürme’’ toplumumuzda daha yaygın bilinen adıyla “töre cinayeti/ kan davası nedeniyle öldürme’’dir. Uzun yıllardan beri erkeğin kendisini kadından daha güçlü görmesi, namus gibi nedenlerden dolayı kız çocukları infaz edilmekte, adeta kendi adaletlerini kendileri sağlamaya çalışmaktadırlar. Oysaki aynı maddenin K bendinde töre saikiyle öldürme de cezada artırım yapılmasını gerektiren nitelikli bir haldir ancak yine de suçun işlenmesinin önüne geçmemektedir. Töre saikiyle işlenen suçların işlenmesinin altında yatan neden de aile ve toplum baskısı, cinayeti işlemezse küçük görülüp, dışlanacağı, namus gibi nedenlerden gerçekleşmesidir.
“GÜNÜMÜZDE İNSANLAR ARTIK DAHA TAHAMMÜLSÜZ. KENDİ ÇOCUĞU OLSA BİLE”
Çocuğa karşı işlenen cinayetin bir diğer nedeni ise erkeğin/ babanın eşinden intikam almak amacıyla çocuğunu öldürmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer erkek, eşiyle boşanmışsa veya boşanma aşamasına gelmişse bunu kendisine yediremeyip eşiyle beraber çocuğunu da öldürebilmektedir. Günümüzde insanlar artık daha tahammülsüz, birbirlerine karşı sevgisiz hale gelmiştir. Bu kişi, kendi çocuğu olsa bile bir tahammülsüzlük hali vardır. Bu doğrultuda söylenebilir ki; şiddetin ve cinayetin bireyler tarafından meşru bir zemine oturtulduğu, bu sebeple cezanın büyüklüğünün pek bir önemi olmadığı saptanmıştır. Şiddet kültürü kuramına göre; kişilerin içinde bulunduğu mikro iktidar çevreleri şiddeti onaylamaları durumunda mensup olan kişiler de şiddet eyleminde bulunmaktan kaçınmamaktadır. Bir diğer kuram olan sosyal öğrenme kuramına göre; çocuğun şiddeti meşrulaştırması daha küçük toplum birimi olarak ailede başlar. Yapılan araştırmalarda şiddete meyilli erkeklerin annelerinin de aile içi şiddet gördüğüdür. Bireyler şiddet eylemini geçmiş deneyimlerinden öğrenmekte ve devam ettirmektedir.
“BİRKAÇ YIL YATAR ÇIKARIM DÜŞÜNCESİYLE HAREKET EDİLMEKTE”
Sosyal bir varlık olan insanın içinde var olduğu toplumsal yaşamın düzeninin sağlanması ve sürdürülebilmesi için birtakım kuralların varlığı zorunludur. Bu kurallar toplum düzeninde din, ahlak, görgü, gelenek ve hukuk kuralları olarak tezahür etmektedir. Kişinin bulunduğu ruh hali, sosyoekonomik durumu, yetişmiş olduğu toplum yapısı gibi nedenlerden dolayı suç olduğunu bildiği halde öldürme fiilini işlemekte, hatta bunun en yakını olan kişiye karşı işlenmiş olması da bir fark yaratmamaktadır.
“DAHA AĞIR YAPTIRIMLAR UYGULANMALI VE CEZADA İNDİRİM YAPILMAMALIDIR”
Dolayısıyla ceza kanununun amacı olan cezaların caydırıcı olması, bireyin topluma yeniden kazandırılması amacına da ulaşılamamaktadır. Öncelikle yapılması gereken cinayetlerin sebeplerine inip bu sorunları çözmek, ardından buna ek olarak ceza tedbirleriyle bu çözümleri desteklemek olmalıdır. Özellikle faile ceza verilirken suçun kanuni tanımında yer alan suçun alt sınırından hüküm verilmesi, cezada takdiri indirim nedenleri uygulanması, bazı hallerde ceza verilmemesi veya kısa bir süre sonra failin tahliye edilmesi gibi nedenlerden dolayı da ‘birkaç yıl yatar çıkarım’' düşüncesi ile hareket edilmektedir. Bu durum suçun eşe veya çocuğa karşı işlenmesi halinde de söz konusudur. ‘‘Haksız tahrik’’ gibi cezasızlık veya cezada indirim yapılmasını gerektiren diğer sebeplerin varlığı halinde de ya hiç ceza verilmemekte ya da daha az bir ceza verilmesi de suçun işlenme oranını arttırmaktadır. Bu sebeple daha ağır yaptırımlar uygulanmalı, cezada indirim yapılmamalıdır.
“KARŞILAŞTIĞIMIZ NAMUS CİNAYETLERİNİN ÖNÜNE GEÇMEK ADINA BU KONUDA DÜNLEME YAPILMASI BÜYÜK ROL OYNAYACAK”
AV. ÖZGECAN SIRMA: Şiddet eylemlerinden en çok etkilenen grubun kadınlar ve çocukların oluşturduğu gerek ulusal gerekse uluslararası çalışma ve araştırmalarla ortaya konmuş toplumsal bir gerçektir. Bu aşamada aile içi şiddet durumunda kanunlarımızın koruyuculuğu ve cezada nitelikli hal düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır. Aile ve aile bireylerini koruyucu hükümler yasamızda açıkça yer almaktadır. Günümüz sorunu şiddet sonucu çıkan ceza hallerini detaylıca açıklamak gerekirse 5237 Sayılı TCK kasten yaralama suçunu 86/1 maddesinde 'Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” olarak düzenlemiştir. Nitekim kasten yaralama suçu üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi halinde şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Yine TCK madde 81’de düzenlenen kasten öldürme suçuna göre 'Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır' hükmü haizdir. Kasten öldürme suçunun üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi halinde kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca önemle belirtmek isterim ki her ne kadar eşini kasten öldüren kişilerde “töre” gibi bahaneler gösterilerek cezalarında hafifletme beklentisi olsa da TCK kasten öldürme suçunun töre saikiyle işlenmesi halinde cezayı artırarak kişinin ağırlaştırılmış müebbet cezası ile cezalandırılacağı hükmünü düzenlemiştir. Ancak ne yazık ki töre cinayetleri terimi namus adına işlenen cinayetleri kapsamakta yetersiz kalmaktadır. Kanun töre cinayetini açıkça nitelikli hal olarak değerlendirmekte iken kişinin namus anlayışı sebebiyle işlediği cinayette indirim yolunu açık bırakmaktadır. Töre saiki ile işlenen cinayetlerde TCK 29. Maddesinde yer alan haksız tahrik hükümleri uygulanmaz. Ne yazık ki Yargıtay eşlerden birisi sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ederse kendi rızası ile biri ile ilişkiye girerse ve diğer eş onu öldürürse namus cinayeti söz konusu olduğu için fail haksız tahrik indiriminden yararlanır. Töre saiki teriminin namus cinayetlerini de kapsaması gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Ülkemizde yoğun olarak karşılaştığımız namus sebebiyle cinayetin önüne geçmek adına bu konuda düzenleme yapılması ailenin ve kadının korunmasında önemli rol oynamaktadır”.
“HAYATINA SON VERME HAKKINI KENDİNDE GÖRÜYOR”
Dr. PSİKOLOG RUKİYE KARAKÖSE: Bunun bireysel psikopatolojik alt yapıyla beraber maalesef kültür tarafından kışkırtılan ya da en azından göz yumulan tarafları da var. Evladını kendi mülkü gibi görüp onun hayatı, seçimleri ve geleceği hakkında mutlak ve son söz söyleyeceği olmak isteyen ebeveynler, çocuk onun onaylamayacağı seçimler yaptığında onun hayatına son verme hakkını da kendinde görüyor. Bu şiddet kültürü ve sahiplik algısı maalesef şiddet içerikli dizilerle, filmlerle, atasözleri içerisine yerleşmiş bazı söylemlerle pekiştiriliyor. Bizim toplumumuzda ağırlıklı olarak gördüğümüz denetim odaklı korku kültürü çocuk yetiştirme sistemimizi de belirliyor. Hiçbir şekilde itiraz kabul etmeyen ve yok etme hakkını dahi kendinde gören bu patolojik ebeveynlik algısı, bireylerdeki kişilik bozuklukları ve dürtü kontrol bozuklukları ile birleşince ortaya bu acı sonuçlar çıkıyor. Bunun önüne ancak uzun vadeli ve psikososyal, adli, ekonomik vb. alanlarda alınacak çok yönlü tedbirler ile geçilebilir. Multidisipliner çalışılmayı gerektiren hassas bir meseledir".