Kapadokya - Kayseri gezisinden izlenimler
Onlarca özgür yılkı atının koşuşunu, büyülü atmosferiyle Peri Bacaları'nı, kayakseverlerin uğrak yeri Erciyes'i gördüm, Anadolu'ya haksızlık ettiğimi görüp geri döndüm...
HABERTURK.COM | AHMET HAMDİ GİRGİN
Kendi paramı kazanmaya başladığımdan beri zaman bulabildikçe yurt dışına çıkıp başka kültürleri, başka insanları, başka toprakları görmeye çalıştım. Çocukluğumda ailem sayesinde
Geçtiğimiz günlerde Kayseri ve Kapadokya'yı ziyaret etme şansı buldum ve Anadolu'ya haksızlık ettiğimi gördüm, o yüzden yazının başlığı: Özür dilerim Anadolu.
Başta Coşkun Aral olmak üzere çok değerli isimlerle yol arkadaşlığı yaptım, Kayseri’de fotoğrafçılık adına önemli işler yapan Nuri Çorbacıoğlu’nun rehberliğinde unutulmaz bir tecrübe yaşadım. Özgürce koşan onlarca yılkı atını görmek, balonla doğa harikası Peri Pacaları’nın üstünde uçmak, Erciyes’in eteğinde kızılderili çadırlarını andıran kamışların oluşturduğu görüntüler heyecan vericiydi.Hafifliğiyle dikkat çeken CanonEOS 6D Mark'ı deneme fırsatı bulduk, bol bol fotoğraf çektik. Dolu dolu geçen gezinin sonunda Anadolu'yla ilgili günah çıkarmaya karar verdim, gezi planlarımda Anadolu'ya daha fazla yer ayırmam gerektiğini anladım.
1. GÜN
Atatürk Havaalanı’ndan Kayseri’ye uçuş yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Kayseri Havaalanı’ndan merkezde kalacağımız otele de yarım saat gibi bir sürede varıyoruz. İlk durağımız Yılkı atlarını fotoğraflamak üzere Hörmetçi Sazlığı. Kayseri merkezinden sazlığa 20-25 dakikada gidebiliyorsunuz.
https://www.instagram.com/p/Be-d_uDH3xI/?taken-by=ahagirginYılkı atlarını bilen bilir ama Nuri Bilge Ceylan’ın muhteşem eseri ‘Kış Uykusu’nda beyazperdeye taşınan atlar, film sayesinde geniş kitlelerce tanındı. Filmin ardından burası fotoğrafçıların uğrak yeri haline geldi. Yılkı yerleşim yerlerine yakın alanlarda vahşi olarak yaşamlarını sürdürülen atlara verilen isim.
2. GÜN
Her güzel şeyin bir de zor yanı var, dünyanın en güzel yerlerinden birine gitmek için sabah 5.30’da otelden çıkıp 1 saatlik yolculuk edip Kapadokya’ya ulaşıyoruz. Burası, 60 milyon yıl önce bölgedeki dağlardan püsküren lavların milyonlarca yıl boyunca rüzgar ve yağmurla etkileşip değişimiyle oluşmuş. Kapadokya, ‘güzel atlar ülkesi’ anlamına geliyor. Bölgenin tarihi milattan önce 3000’lere kadar dayanıyor. Hititler ve Asurlular’dan başlıyor, sonra Hristiyanlar peri bacalarını mağara haline getirip burada yaşıyorlar. Selçuklular, Osmanlılar derken günümüze kadar geliyor.
Eşi, benzeri bulunmayan bu bölgede kendinizi başka bir gezegene ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Gün doğumundan bir süre önce onlarca balon gökyüzüne havalanıyor. Korkmanıza gerek yok, daha önce gerçekleşen kazalardan sonra uçuşlar artık Sivil Havacılık’ın kontrolünde daha güvenli bir şekilde gerçekleştiriliyor. Hava şartları uygun değilse zaten uçuşlar gerçekleştirilmiyor. Bu deneyimi yaşamanın bedeli kişi başı 175 euro. Gelmeden önce yaptığım araştırmalarda daha uygun fiyatlar olduğunu da görmüştüm ancak görevli, ‘Daha pahalıya uçuranlar da var’ diyor. Bu ücreti ödemek istemezseniz yerden de balonların uçuşunu izleyebilirsiniz. Yaklaşık 1 saat boyunca Peri Bacaları’nın üstünde fotoğraf çekiyoruz. Balonun içinde dertlerimi, günlük uğraşlarımı unutup sessizlik, dinginlik ve huzur hissediyorum.
Kapadokya’da yılın yaklaşık 300 günü uçuş yapılabiliyor, özellikle Asyalı turistler akın akın bölgeye geliyor. Burası, daha önce gittiğim yerlerle kıyaslanamayacak kadar heyecan verici, herkesin görmesi gereken bir yer. Uçuş sabahın erken saatlerinde olduğu için hava zaten soğuk oluyor ancak yukarılara çıkıldıkça haliyle hava bir hayli soğuk oluyor, kalın giyinmenizi öneririm.
Balon güvenli bir şekilde indirildiktensonra aşağıda görevliler içecek ikramı yapıyor, ayrıca herkese üstünde ismi yazan uçuş sertifikaları veriliyor.
Balon turunu tamamladıktan sonra Avanos’ta yer alan Güray Müze’yi ziyaret ediyoruz. Kapadokya denince akla gelenlerin başında çömlekçilik geliyor. Yer altında bulunan müzede Tunç ve Demir çağlarından Osmanlı Dönemi’ne kadar yapılmış çok sayıda çömlek ve seramik eser bulunuyor. Binlerce yıl önce yaşayan insanların ortaya çıkardığı eserlerde gözlemleyebileceğiniz yaratıcılık gerçekten etkileyici. Kapadokya’ya bir gün tekrar döneceğimden emin olarak ayrılıyorum.
Buradan bir başka doğa harikası Sultan Sazlığı’na geçiyoruz. Özellikle kuş gözlemcilerinin sık sık ziyaret ettiği sazlık büyük bir alana yayılmış durumda. Fotoğraf tutkunları için çok uygunbir ortam. Sazlıkta yer alan 2.5 kilometre uzunluğundaki ahşap yol kuş gözlemi için kullanılıyor. Sazlığın yaklaşık 300 kuş türüne ev sahipliği yaptığını öğreniyoruz.
Sazlıklar bölge halkı için ciddi bir gelir kaynağı durumunda. Geldiğimiz bölümde erkek işçiler, sazlıkları kesiyor. Kış aylarında buzlanan alanda evine ekmek götürmek için tehlikeli bir iş yapıyorlar. Birçok işçi çocukluğundan itibaren burada çalışmaya başlayıp hayatını sürdürüyor. Deste haline getirilen kamışlar ertesi gün gideceğimiz Sindelhöyük’teki toplama alanlarına götürülüyor. Sağlıklı ve dayanıklı olan sazlıklar burada ABD ve Avrupa’ya ihraç ediliyor, bungalovların çatılarının yapımında kullanılıyor.
3. GÜN
Kısa ama dolu dolu geçen seyahatimizin son gününe uyanıyoruz. Erciyes’in eteklerinde yer alan Çarıklı mezrasında az sayıda insan yaşıyor ve hayatlarını küçükbaş hayvancılıkla sürdürüyorlar. Ortam adeta film çekimi için kurulmuş bir plato gibi. Sanki dünya büyük bir felakete uğramış da dağın başında medeniyetten uzak bir bölgede yalnız kalmışız gibi hissediyorum.
Fotoğrafçılar burayı sık sık ziyaret ediyor. Mezrada yaşayan çocuklar bu duruma alışmış, bizimle sohbet edip bize model gibi poz veriyorlar. Hayata yeni gözlerini açmış kuzular, annelerinin yanından ayrılmıyor; sürüler besleniyor; biz de onları fotoğraflıyoruz.
Dün gittiğimiz Sultan Sazlığı’nın diğer kısmında kamış işçilerinin çalıştığı yere rotamızı kırıyoruz. Sindelhöyük’te yer alan çalışma alanında kadın işçiler emek veriyor, kamışları balyalayıp yurt dışına göndermeye hazır hale getiriyorlar. Bir işçi günde ortalama 200 balya yapıp yaklaşık 50 TL kazanıyor. Balyaların birleştirilmesiyle her yerde kızılderili evlerine benzer yapılar oluşuyor.
Ve gezimizdeki son durağımıza geliyoruz: Erciyes Kayak Merkezi. Burada beklemediğim bir manzarayla karşılaşıyorum, belediyenin tesislerinde her kesimden yüzlerce insan karın keyfini çıkarıyor. Türkiye’de yaşamasam ‘Bu ülke kayak sporunda zirvededir’ diye düşünürdüm ancak maalasef gerçekler böyle değil. İnsanlar burayı daha çok piknik gibi bir haftasonu aktivitesi olarak görüyor. Bölgede iyi eğitimcilerle, insanların hevesi birleştirilirse kayakta çok başarılı sporcular çıkarmamız işten bile değil.
Yetkililer buranın Türkiye’deki en güvenli kayak alanı olduğunu söylüyor. 34 farklı kayak pisti var, 25 kişilik pist ekibi güvenliği sağlıyor. Teleferik hattıyla tepeye çıkabiliyorsunuz. 13 tane teleferik, 3 adet de yürüyüş bandı hizmet veriyor. Belediyenin tesisleri dışında otellerin de kendi kayak alanları bulunuyor. Kayakseverler için İstanbul’dan 1,5 saatlik uçak ve 1 saatlik araba yolculuğu yaparak buraya ulaşmak mümkün. Ekipman kiralayıp, karların üstünde keyifi bir gün geçirebiliyorsunuz.
Erciyes’i de gördükten sonra havaalanına dönüp İstanbul’a dönüyoruz. Her geziden sonra değiştiğimi, geliştiğimi hissederim, bu 3 gün de bana Anadolu’ya hak ettiği değeri göstermem gerektiğini öğretiyor.