Kars'a 25 saatlik rüya gibi yolculuk: Doğu Ekspresi
Biliyor musunuz "tren" tam "25 saat" sürdü. Yolun ardından ilk aklıma gelen bu oldu. "I have a dream" yani "bir rüyam var"... King bunu söyleyeli yarım asır geçmiş...
Şimdi soru ve itirazları duyar gibiyim: “Kardeşim konuya bodoslama girmeyesin... Ne yolu, ne rüyası, beri gel, şunu hallice anlat. Ki söz konusu mevzu nedir anlaşılabilsin!” HT Cumartesi'den Ali Esad Göksel'in haberi...
Tamamdır, o zaman baştan alacağız.
Tez elden yola düşmeye meyyal birisiyim. Kim bilir şefaat yerine seyahat mi demişim? Her ne zaman birileri “Haydi Türkiyem ileri” dese... İkiletmem, vatan ile bütünleşmiş ruh halim hareketlenir...
Hazır bavulumu sırtlanır, emir ve görüşe hazır beklerim. Hareket ne zaman ve nereden? Bu iki soru ile bir de şunu merak ederim?
Yolculuk ne kadar sürecek?
Tamam mı? Başka soru sormam. Uzun süren yollara karşı, nasıl söylesem, oldum olası bir muhalefetim vardır. Diyelim ki 10-12 saati aşıyor... Hemen araya girer sorarım “Bir ara durak verilse, olsa, çaresi var mı ola?” Genellikle bir yolu bulunur: Çünkü dert umumidir.
Hiçbir kimse menzile selsefil ulaşma azminde değildir. En nihayetinde ister iş, ister keyif olsun... Herkes şunu ister görülecek yer, yapılacak iş için... Aklımız başımızda, dikkatimiz tam olsun. Mademki şahsi çerçevemizi çizmiş bulunduk... O zaman geldi sıra meşum 25 saate. Nasıl oldu da bir tam günü aşan bir yola tav olduk? Öyle ya Atacama Çölü’ne giderken bile iki durak yapmışım...
Her şeyin başında “bir fotoğraf” var. Yemin ile o fotoğrafı gördüm. Hayatım değişti. İçime bir kurt düştü. Kenan var ya Gecce Kenan Erçetingöz! Geçen yıl bana bir fotoğraf yolladı. Sanıyorum beni çatlatmak için. Yani kuvvetle ve fevkalade muhtemel... “Malum şahıs” bir boşlukta oturuyor! Yer gök yok, belli değil. Ufuk çizgisi yok olmuş. Sakın ha yanlış anlaşılmaya. Fotoğraf üzerinde photoshop yok... Nereden mi bildim? Gayet basit. Nereden olacak? Hacet yok... Konuda kadın yok ki photoshop olsun. Kenan muazzam göbeğiyle orada nazır...
Hemen telefona sarıldım, döküldü... Yani tam bir adam çatlatma seansı. Zevkten sekiz köşe, tane tane sıralamasın mı... Orası Çıldır Gölü imiş. Buz tutmuş. Ve bu fotoğraf, şu tesadüfe bakasınız hele, bizim muhterem tam gölün ortasında puro içerken çekilmeye... Yani pes vallahi! Ve de etrafta tek bir canlı yok. Bizimki orada purosunu yakmış, oturmuş... Paparazziler de boş duracak değiller hani. Yakalamış ve affetmemişler. Doğru matbaaya... Bugün gibi hatırımda fotoğrafa baktığım.
“Burası neresi dedin?”
“Kars’taki göl Çıldır!”
“Tamamdır, ne zaman gideriz?”
Gevrek bir kahkaha: “Daha bu sabah geldim.” “Artık seneye... İnşallah.”
Alman eğitimimin verdiği bir disiplinim vardır. Fikr-i takip. Yani konunun peşini bırakmama. Aradan geçen bir yıl içinde, düzenli aralarla... Ve ama biteviye bu konuşuldu. Kars’a gidilecek. Kaz yenilecek...
O kadar ki, Gecce’den çıkıyoruz. Tebrik ettim ve sordum, unutmayasın...
“Dur” dedi ve Gültekin Güvensoy ile tanıştırdı. Az önce sahnede ödül alan Kar’s Oteli.
İKİNCİ PERDE
İkinci perde takip eden hafta başı açıldı. Ankara’dan trene bindik yola koyulduk. Bu mudur? Bu kadar mıdır? Hiç olur mu canım... Güvensoy var ya... Bizim Gültekin Bey. Kitabında yok yok. Bir sıkıntı mı var? Nema problema... Bir kere rahat, kendisi sürekli gülümsüyor. Beyanıdır: “Dert değil, çözeriz...” Doğu Ekspresi denilen treni söylüyorsunuz... Az nefeslenin. Ve üzülmeyin. Ama bilesiniz. Yer yok. Talep çok. Oysa her yer satılmış. An itibari ile üç dört ay sonraya yer veriliyor. İyi de Kenan, Sait ve ben perondayız. Bu iş nasıl olacak? Nedir bu faslın aslı? Mayıs seferindeki yerimizi görmeye mi geldik. Şükür, öyle değilmiş: “Özel Vagon” eklenmiş... Güvensoy’a yerimiz yok diyesilermiş. “Tamam” demiş “Mademki yer yok... Özel bir vagon ekleyesiniz. Ceremesi bana aittir.”
Peronda tam önümüzde duruyor. Pırıl pırıl... Erkek çocuk ne iş tutar, arada tren ile oynar... Ben ifrada kaçanlardanım. Vagonları boyamışlığım var. O kadar mı? Daha durun. İkinci kat inşa etmişliğim de var. Özel trenler, özel hatlar. Envai çeşit muzırluk...
Ama içine binmişliğim. Yok! Yani öğrenciliğimde, ortaokulda Sirkeci-Florya hattı... Bu da üzerinize afiyet tam bir faso fiso... Sirkeci İstasyonu’nun oryantalist cazibesi var. O kadar...
Yani ilk kez milli oluyorum. Milli üniformayı üzerine ilk çeken tek ben miyim? Yok canım. Bodrumlu Sait var ya. Meşhur Balıkçı. Perona gelmiş. Ve dahi kararsız... Fısıldayarak bana soruyor: “Sen hakikaten binecen mi?” Ezcümle son saniyede suç örgütü kurmaya teşebbüs. Hani desem ki: “Yok yahu vazgeçtim.” Anında koluma girecek... Ver elini “Yat limanı.” Benim dışımda hazirun birbirine aşina. Tez elden Balıkçı Sait’in sırtı sıvazlanıyor... Sanırsınız Bodrumlu gerdeğe girecek.
Kompartımanlara yerleşiliyor. Her şey düzenli. Tertemiz. Bizim vagonun hamisi Güvensoy ne yapsa beğenirsiniz. Kendi aşçı ve garsonunu da yanına almış...
Vagon’un koridorundaki gelgeç nasıl söylemeli. Abdi İpekçi Caddesi’ndeki “rush hour trafiği” gibi... Kapım çalınıyor. Hop kalkıyorum. Herhalde biletimi kontrole geldiler diye...
Ne gezer? Güvensoy’un garsonu başını uzatıyor. Sait Beyler’den efendim. Kendi sardığı yaprak dolmaları... Etli yaprak dolmaları anlatılamaz. Dokuz milimetre çapında... Uzunluk kırkbeş milimetre. Standart Brüksel Talimatnamesi.
Tam dolmalar tam olunuyor... Sait’in ölmüşlerinin ruhuna rahmet okunacak. Kapı çalınmada. Güvensoy’un garsonu: “Refika Hanım’ın eski usul kurabiyeleri.”
Sakın ha abartıyorum sanmayasınız. 25 saati böyle geçiyoruz. Yani tenzilat var, abartı yok... Bir de göbeğim var, en nihayetinde benimdir, okşuyorum...
Dışarıda dünyanın görüp göreceği en iyi resim öğretmeni... Siz oturuyorsunuz. O renkler akıp gidiyor. O nasıl bir uyum. Tabiat nefes kesici. Yaman bir öğretmen. Her an yeni bir şey var...
Yeter ki siz görmek ve öğrenmek isteyesiniz. Nihayet askerliğimi yaptığım coğrafyadayız. Erzincan ve Erzurum. Ötesini hiç görmedim ki... Heyecan ve merak içindeyim: Kars İstasyonu ...
ÇEHOV BAK KAR VAR
Gece bu kadar mı güzeldir? Saat daha erken: On ya da on buçuk olmalı. İstasyon neredeyse şehrin kıyısında. Kar yağıyor. Yağıyor mu?
Arada şüpheyle bakıyorum. “Yoksa duruyor mu?” İri mi iri... Bazı anların donuşu vardır ya. Siyah beyaz fotoğraflara olan sadakatim berdevam. İşte bu şehre bu yakışıyor. Sessiz, sakin ve siyah beyaz...
Bambaşka bir âlemdeyiz. Mimarisi bizden uzaklarda. Baştan çıkartıcı... Kar’s Oteli’nin önündeyiz. Bir köşebaşı konağı. İki katlı. Yüksekçe katlar. Bir de subasmanı var... Toplam 8 odadan ibaret. Ben Digor Odası’na geçiyorum. Arka bahçeavluya bakıyor. Orhan Pamuk’un romanı hatırımda... Rüyamda romanı görmeye yatıyorum. İpek ve Kadife’yi. Olmuyor. Neye niyet neye kısmet: Anna Karenina karşımda! Konservatuvara gelmiş. Bir piyano resitaline. İri kar taneleri notalara eşlik etmede. Bir nazenin... Kırılgan bir eda ile bakmada.
Sabah erken kalkılıyor. Yolumuz Ani Harabeleri’ne... Ani benzersiz bir ders gibi! Kendisini önemli ve vazgeçilmez sanan herkese. Burası bir zamanlar parıltılı bir zenginlik yaşamış. Doğu ve Batı Ticareti’nin parası Ani Şehri’ne akmış. Namı o denli ortalıkta ki. Göz dikeni de çok olmuş. Şehir neredeyse her elli yılda bir el değiştirmiş.
UNESCO’nun insanlığın mimari mirası listesinde... Buna karşılık Ani henüz hak ettiği yerde değil. Böyle bir yer dünyanın her köşesinde menzil olur. An itibari ile çığırtkan rüzgârların elinde.
Açıkçası ben memnunum. Tam bana göre... Sanki bana aitmiş gibi dolaşıyorum. Tek başıma. Hayal kurarak... Bir de bir zamanların anıtlarını denetleyen rüzgârlar var. İnşa eden mimarların ruhları olabilir mi? Tasarımlarını terk edemeyen. Etraflarında dönüp dolanan... İnsan rüzgâra bakar mı? Bakıyor, meslektaşlarımı seçmeye uğraşıyorum...
Tekrar şehirdeyiz. Kars çok güzel olabilirmiş. Yine de geç değil. Son otuz yıldır yapılan binalar... Onları görmemiş olmayı istiyorum. Malum bu umumi derdimiz. İstanbul’da da aynı... Ne pahasına olursa olsun Kars’ın merkezini korumalıyız. Ermeni ve Ruslar’dan kalma binaları şık bir şekilde kullanmanın yolunu bulmalıyız. Örneğin konservatuvar olarak yapılmış bir bina var ise... İçinden dışarıda yağan geceye viyolonsel notaları sızmalı.
“Bir rüyam var” dediğim, fazla mı?
NE YEMEK YEMELİSİNİZ?
KARS KAZI: Oklava Lokantası’nın hazırladığı kazı Kar’s Oteli’nde yedim. Şehriye ve hoşafla çok başarılıydı.
HANGEL: Bu bir yaprak mantı. Kullandığınız yağa dikkat. Kars’a mahsus muazzam yağlar var. Üzerine kısık ağır ateşte kavrulmuş soğan serpilmiş. Bir başyapıt...
KAYMAK: Kar’s Oteli ve İlhan Koçulu’nun köyünde yediğim kaymağın tadını unutmam mümkün değil. Slow Food ve Terra Madre boşuna buraya dikkat kesilmedi.
KARS PEYNİRLERİ: Bunları önce tatmalı, sonra evinize taşımalısınız.