Oscar'a aday olan en iyi 15 aksiyon filmi
Akademi, aksiyon filmlerini pek sevmez ama bu yıl en iyi film dalındaki 10 Oscar adayı arasında türün üç örneği birden var. Biz de bu vesileyle en iyi film Oscar'ına aday gösterilmiş aksiyonlar arasından bir seçki oluşturduk. Habertürk film eleştirmeni Mehmet Açar'ın yazısı.
VATAN KURTARAN ASLAN (1938)
(The Adventures of Robin Hood)
Tarihi serüven filmlerine yeni bir hava getirdi. Aksiyon duygusuyla sonraki birçok filme örnek oldu. Özellikle Robin Hood rolündeki Errol Flynn’in akrobatik kılıç dövüşleri, film endüstrisi için ilham vericiydi. Kral Arslan Yürekli Richard’ın Haçlı Seferleri için İngiltere’yi terk ettiği dönemde Prens John’un zulmüne karşı direnen Robin Hood’un serüvenlerini anlatan film, gösterime girdiğinde çok olumlu eleştiriler aldı. Michael Curtiz’in yönettiği film, bugün bir aksiyon sineması klasiği olarak kabul ediliyor. 4 dalda aday olduğu Oscar’larda müzik, kurgu ve sanat yönetimi dallarında ödül kazandı.
KANUNUN KUVVETİ (1971)
(The French Connection)
Robin Moore’un 1969’da yayımlanan romanından uyarlanan film, Gene Hackman ve Roy Scheider’ın canlandırdığı New York’lu iki narkotik polisinin Fransa bağlantılı bir uyuşturucu çetesini çökertmeye çalışmalarını anlatır. Gerçek olaylardan esinlenen hikâye, yönetmen William Friedkin tarafından gerçekçi bir tarzla sinemaya uyarlanır. 44’ncü Akademi Ödülleri’ne 8 dalda aday olan ‘Kanunun Kuvveti’, film, yönetmen, uyarlama senaryo, erkek oyuncu (Hackman), yardımcı erkek oyuncu (Scheider) ve kurgu dallarında Oscar kazanır. Kalabalık caddelerde hızla ilerleyen otomobilin üst yoldan giden banliyö trenini yakalamaya çalışması, kendi döneminin en iyi otomobil takip sahnelerinden biridir. Friedkin’in babadan kalma eski usul özel efektlerle çektiği sahne, yeni kuşaklara ne ifade eder kestirmek zor ama o yıllarda seyircilerin nefesini keser.
YILDIZ SAVAŞLARI (1977)
(Star Wars)
Efsanenin başladığı film, bizi hikâyenin içine hızla çekerek “çok uzak bir galaksi”de, yönetmen George Lucas'ın hayal dünyasında yolculuğa çıkarır. Her şey hem çok yeni hem de çok tanıdıktır... Kökleri 1930'lu yıllara kadar giden uzay operaları, westernleri hatırlatan sahnelerle buluşur. Her şey bir yana, popüler kültür tarihine adını yazan karakterlerle tanışırız: İsyancı Prenses Leia, bir komedi ikilisini andıran R2-D2 ve C-3PO, hemen özdeşleştiğimiz ‘adamımız’ Luke Skywalker, bilge Obi-Wan, serseri ama iyi kalpli Han Solo ve kankası Chewbecca... Ölüm Yıldızı'nı yok etmek için dar alanlarda uçan pilotların çağdaş aksiyon sinemasına esin kaynağı olduğunu belirtelim. 6 Oscar birden kazanmıştı.
KUTSAL HAZİNE AVCILARI (1981)
(Raiders of the Lost Ark)
Harrison Ford’un canlandırdığı Amerikalı arkeolog Indiana Jones, 1936 yılında geçen filmde Nazilerin peşine düştüğü eski çağlardan kalma bir sandığı herkesten önce bulup ABD’ye getirmeye çalışır. George Lucas’ın Philip Kaufman’la birlikte yazdığı hikâyeyi Lawrence Kasdan senaryolaştırmış, yönetmenliğini Steven Spielberg yapmıştı. ‘Kutsal Hazine Avcıları’ ile Spielberg, eski seriyal maceraları yeniden canlandırmış, çağdaş aksiyon sinemasının hızını, ruhunu ve ironisini önceden şekillendirmişti. Mizah duygusuyla aksiyondan beslenen saf eğlencenin güzelliğini taşıyan film, 8 dalda Oscar’a aday olmuş; sanat yönetimi, ses, kurgu ve özel efekt kategorilerinde ödül kazanmıştı.
KAÇAK (1993)
(The Fugitive)
Chicago’lu tanınmış cerrah Dr. Richard Kimble (Harrison Ford), takma kollu bir adam tarafından öldürülen eşinin yasını dahi tutamadan polis tarafından cinayetin faili olarak yakalanır. Bütün deliller aleyhinedir ve takma kollu adamın varlığına kendisi dışında kimse inanmaz. Kimble, tesadüf eseri kaçma fırsatı bulduğunda eşinin katilini bulmak için harekete geçer… Fazla zamanı yoktur ve daha kötüsü, tilki gibi kurnaz Samuel Gerard (Tommy Lee Jones) adında federal memurun liderliğinde bir sürü insan onu aramaktadır. Dr. Kimble, bütün bu süreçte doktorluğunu kendisi için bir avantaja çevirirken ettiği Hipokrat Yemini’ne sadık kalarak hayat kurtarmak için elinden geleni de yapar… Andrew Davis’in yönettiği, saat gibi tıkır tıkır işleyen bu aksiyon gerilim, 1970’li yıllarda TRT ekranlarında da gösterilen aynı adlı diziden sinemaya uyarlandı. 7 dalda Oscar adayıydı. Sadece yardımcı erkek oyuncu kategorisinde Tommy Lee Jones’a ödül getirdi.
KAPLAN VE EJDERHA (2000)
(Wo hu cang long - Crouching Tiger, Hidden Dragon)
Feodalizm döneminde Eski Çin’de geçen ve dövüşçülerin yerçekimine meydan okuduğu ‘wuxia’ filmleri tarzındaki ‘Kaplan ve Ejderha’, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptıktan sonra gösterime girdiği yılın en çok hasılat yapan filmlerinden biri olmuş, 10 dalda aday olduğu Akademi ödüllerinde 4 Oscar birden kazanmıştı. Ang Lee’nin yönettiği filmin öyküsü, yıllar boyunca ustasının katilini bulamadıktan sonra emekli olup köşesine çekilmek isteyen Li Mu Bai (Chow Yun-Fat) ve onun efsane kılıcı ‘Yeşil Kader’in çevresinde şekillenir. Li Mu Bai, yıllarca duygularını açıklayamadığı Yu Shu Lien (Michelle Yeoh) ile karşılaştığı günlerde, kılıcın peşine düşen genç savaşçı Jen’i (Zhang Ziyi) durdurmak zorunda olduğunu anlar. Gücün karanlık tarafına çekilen Jen, inanılmaz dövüş yeteneklerine sahiptir.
GLADYATÖR (2000)
(Gladiator)
Bu seçkide en iyi film Oscar’ını alan iki aksiyondan biri… Russell Crowe MS 180 yılında geçen filmde Romalı general Maximus Decimus Meridius olarak çıkar karşımıza… İmparator Marcus Aurelius’un ihtiraslı ve sorunlu oğlu Commodus (Joaquin Phoenix), babasını öldürerek tahtı ele geçirirken Maximus’un arkasından iş çevirerek her şeyini elinden alır. Film köle haline gelen Maximus’un gladyatör olarak verdiği yaşam mücadelesini ve peşinden Commodus’tan intikam almak için gösterdiği çabaları anlatır. Ridley Scott’un yönettiği ‘Gladyatör’, dönemi yansıtan özel efektleri, arenada geçen çarpıcı sahneleri ve içerdiği intikam hikâyesiyle o yılın en çok iş yapan filmlerinden biri olmakla kalmamış, 5 Oscar birden kazanmıştı.
YÜZÜKLERİN EFENDİSİ (2001-2003)
(The Lord of the Rings)
2001 yılında ‘Yüzük Kardeşliği’ ile başlayan, ‘İki Kule’ (2002) ve ‘Kral’ın Dönüşü’ (2003) ile tamamlanan ‘Yüzüklerin Efendisi’ni bir üçleme ya da seriden ziyade üç bölümlük tek bir film olarak kabul etmekten yanayım. J.R.R Tolkien’in fantezi türünün klasikleri arasına kabul edilen 3 ciltlik romanı, Orta Dünya’da farklı ırklar ve halkların ortak düşmana karşı verdiği savaşı anlatır. Peter Jackson’ın yönettiği film Tolkien’in dünyasını sinemaya uyarlama konusunda çok başarılı bir deneme... Üç filmin de kendine özgü bir havası var. Sözgelimi, ilk film ‘Yüzük Kardeşliği’nde, yuva duygusu ve yolculuk öne çıkar. İkinci film, ‘İki Kule’, ara bölüm olmanın bazı dezavantajlarından kurtulamazken; 11 Oscar kazanan üçüncü film ‘Kralın Dönüşü’, görkemli savaş sahnelerinin de katkısıyla destan duygusunun hakkını verir. 13 dalda aday olan ilk film 4, 6 dalda aday olan ikinci film ise 2 Oscar kazanır.
MÜNİH (2005)
(Munich)
1972 Münih Olimpiyat Oyunları sırasında İsrailli sporcuların ölümüyle sonuçlanan terör eyleminin ardından İsrail, Filistinli eylemcileri cezalandırmak için özel bir tim kurar. Hedef, sorumluları tek tek yakalayıp öldürmektir. Spielberg, şiddete şiddetle tepki vermenin yarattığı kısırdöngüyü elinden geldiği kadar tarafsız bir sinemayla anlatmaya çalışır. Şiddet sarmalından çıkamayan karakterleri ve gerilim sahneleriyle karamsar bir dönem filmi. Spielberg ilk bölümde 1972 Münih Olimpiyatları’nı, o yıllardaki amatör ruhu, koşulların mütevazılığını ve eylemin yol açtığı trajik sonuçları anlatmayı da ihmal etmez.
AVATAR (2009)
James Cameron’ın kariyerinin son döneminde kendini adadığı ve yeni filmlerini peş peşe çektiği seriyi başlatan ‘Avatar’, gişelerde gösterdiği büyük başarının yanı sıra eleştirmenlerin de beğendiği bir filmdi. 3D tekniğine yaptığı artistik katkılar bir yana, öncelikle sömürgecilik eleştirisiyle öne çıkıyordu. ‘Avatar’, sömürgeci zihniyetin verimli toprakların üstünde yaşayanları önce düşman haline getirip, sonra yok ettiğini anlatmıyordu sadece... Sanayi Devrimi’nden bu yana gezegenimizin ekolojik dengelerini altüst eden zihniyeti de eleştiriyordu. Pandora gezegeni ise elbirliğiyle yok ettiğimiz güzel ve yeşil bir dünyayı temsil ediyordu. 9 dalda aday olmuş, görüntü, sanat yönetimi ve özel efektler kategorilerinde de 3 Oscar kazandı.
BAŞLANGIÇ (2010)
(Inception)
Yönetmen Christopher Nolan, insan zihnini çağdaş bir aksiyon filminin temel malzemesi haline getirirken rüyalarda dolaşan bir adamın trajedisiyle bir soygun öyküsünü birleştiriyor. İlk katmanda, hafif ve harika bir soygun filmi duruyor. İkincide, Cobb’un (Leonardo DiCaprio) ailevi ve kişisel sorunlarını işleyen bir psikolojik dram... Cobb, Yunan tragedyalarındaki gibi affedilmeyecek suçlar işlemiş bir kahraman... Üçüncü katmanda ise Nolan, rüyaları alıp onları unutulmaz bir sinema deneyimine dönüştürüyor. Film bazı sahneleri itibarıyla sinema, mimari ve resim sanatı arasındaki akrabalığı işleyen bir çağdaş sanat gösterisi gibi... Gösterinin teması ‘yıkım ve şiddet’. Esin kaynakları Salvador Dali başta olmak üzere gerçeküstü resim, Escher tabloları ve modernist şehir mimarisi... Bu üçüncü katmanda Nolan, rüyalar aracılığıyla bağ kuruyor seyirciyle. Bu filmde yıkılan ve çöken sadece rüyalar değil, gerçeklik zemini de kaybediliyor. Nolan, gerçeklikten koparak, sanal dünyalara sığınan günümüz insanına dair bir şeyler söylemek istiyor sanki... 8 dalda aday olduğu Oscar’larda 4 ödül kazandı.
DİRİLİŞ (2015)
(The Revenant)
12 dalda aday gösterildiği Oscar’larda erkek oyuncu, yönetmen ve görüntü yönetmeni ödüllerini kazanan film, insanın vahşi doğada sarsılan ya da ayakta kalan değerler sistemini sorguluyor. Yüzbaşı Andrew Henry (Domhnall Gleeson) Batı’nın medeni yüzünü yansıtan biri. John Fitzgerald (Tom Hardy) ırkçılığı ve fırsatçılığıyla beyaz adamın karanlık yüzünü temsil ediyor. Ana karakterimiz Glass (Leonardo DiCaprio) ise açılıştaki av sahnesinde vurgulandığı gibi doğayla uyum içinde, artık onun bir parçasına dönüşmüş durumda. Filmdeki diğer beyazlara oranla sessiz bir karakter ama kendi ırkının açgözlülüğünden duyduğu rahatsızlığı hissetmemek mümkün değil. “Diriliş”i çarpıcı ve etkileyici kılan asıl özelliği anlatımı. Yönetmen Inarritu’nun başarısının sırrı; savaş, takip, dövüş gibi sahneleri, olayların göbeğindeki hareketli bir kamerayla uzun planlar halinde çekmek.
MAD MAX FURY ROAD (2015)
Max (Tom Hardy), çölün derinliklerinde “yalnız kovboy” misali takılırken Ölümsüz Joe'nun yönettiği yarı vahşi bir toplumun avcıları tarafından yakalanır. Daha sonra kendini, Ölümsüz Joe’nun haremiyle birlikte Yeşil Diyar’a kaçmaya çalışan Furiosa (Charlize Theron) ve onu takip edenler arasındaki kanlı bir kaçma kovalamacanın orta yerinde bulur. İktidardakiler, kadınları ve savaşçıları sömüren hastalıklı, çirkin, deforme erkeklerden oluşur. Fiziksel deformasyon ve hastalık, sembolik olarak hem iktidarı hem toplumu sarmış durumdadır. Toplum, dini fanatizm ve militarizmle ayakta tutulur. Furiosa’nın kaçırmaya çalıştığı genç, güzel ve sağlıklı kadınlar ise kıyametin orta yerinde insanlığın umudu ve geleceğini temsil ederler. Max’i etkileyen, kadınların iktidara baş kaldırma cesareti ve geleceğe duydukları inançtır. 6 Oscar kazanan filme asıl ruhunu veren ise görsel atmosfer ve bütün imgeler...
DUNKIRK (2017)
1940 yılında Alman ordusu, müttefikleri Fransa’da Manş Denizi kıyısındaki Dunkirk’te sıkıştırır. Sahile yığılan askerlerin, hava saldırıları sırasında kaçacak yeri yoktur. Askerleri almaya gelen gemiler, uçaklar ve denizaltıları için kolay hedeftir. Üstelik sahilde gemilerin yanaşacağı bir iskele de bulunmaz. İşte böyle bir ortamda sivil tekneler, askerleri kurtarmak için ateş altındaki Dunkirk’e doğru yola çıkar. Dunkirk Savaşı, İngiltere için büyük bir yenilgiyse, ‘Dunkirk tahliyesi’ 5 yıl sonra gelecek zaferin ilk adımıdır. Yönetmen Christopher Nolan, Dunkirk tahliyesine karadan, denizden ve havadan olmak üzere üç açıdan bakar. Dunkirk’te Alman ateşinden kurtularak sahile çıkan genç asker Tommy’nin yaşam mücadelesini, Alman uçaklarını püskürtmeye çalışan pilotların hava savaşını ve İngiltere’den kalkan bir teknenin yolculuğunu paralel olarak anlatır. 8 dalda Oscar’a aday olan film, 3 ödül kazanır.
BLACK PANTHER (2018)
Filmin hikâyesi günümüz dünyasındaki ırkçılık sorunlarına dair iki zıt tezin tartışması gibiydi... Black Panther T’Challa’nın (Chadwick Boseman) babası, “Sadece kendi ülkemizi koruyalım, gücümüzü gizleyelim” fikrini savunuyordu. T’Challa’ya meydan okuyan kuzeni (Michael B. Jordan) ise gücü intikam almak ve başka ülkeleri fethetmek için kullanmaktan yanaydı… 3 Oscar ödüllü filmin ABD’de eleştirmenler tarafından çok sevilmesinin nedenlerinden biri barış ve dayanışmaya yaptığı vurguydu. ABD gişelerinde ulaştığı başarı da çarpıcıydı. Çünkü özellikle ABD’de yaşayan Afrika kökenli gençler için önemli bir kahramandı Black Panther.