Babamı kaybedeli 40 gün oldu!!! Ve bu 40 günde yıllardır duyduğum "Hayat devam ediyor" sözünü de daha çok anlamış, anlamlandırmış ve geçmişime sımsıkı sarılmış olurken buluyorum kendimi.
Evet hayat öyle ya da böyle; acısıyla, tatlısıyla, üzüntüsüyle, kırılganlıklarıyla, tartışmalarıyla, koşturmayla da olsa devam ediyor!!! Tam umudumu kaybettiğim an geliyor; sonra bir şekilde yine ayağa kalkıp devam ediyorum. Çünkü geçmişime, anılarıma, üzüntülerime, kırılganlıklarıma, çektiğim sıkıntılara sarılıp şükrediyorum. Şımarmadan, yıkılmadan, utanmadan, gizlemeden.
Normalde böyle bir yazı yazmayı düşünmüyordum. Fakat son yıllarda öyle acı kayıplar, anlamsız olaylar yaşanıyor ki çevremde daha fazla şükretmem gerektiğini hissediyorum. Belki üç-beş kişiye dokunurum cümlelerimle kim bilir!
Babam hastaydı, yaşlanmıştı ama o babamdı ve dağ gibi de orada duruyordu. Sanki hep olacak, gitmeyecek gibi. Sanki her an arayacak, "Esin gel lahmacun yapayım" diyecek gibi.
Hayat bu kez bana hiç çalışmadığım, daha öncesini düşünmediğim yerden bir görev daha verdi. Evet babamın kaybı ile düştüm, yerimden kalkamadım. Sanki kolum, kanadım kırıldı, eksik kaldım. Gülmek, yürümek, yemek yemek, seyretmek, konuşmak anlamsız geldi. Bu ruh halim devam ederken annem; "Kalk işine, gücüne bak. Baban tembel insan sevmezdi" diyene kadar. Evet ben babamın kızıyım. O adamın kızına düşmek, durmak değil; çalışmak, koşmak yakışırdı. Çalışmak iyileştirirdi babamı, beni de öyle. Ben de kalktım. Yine çalışmak için, koşmak için. İnanmak, güvenmek için. Malumunuz herkesin acı yaşama şekli farklı. Benim acı yaşama şeklim ise; içimden bir an olsun atamayacağım bu üzüntü hissimle ile birlikte devam etmek.
Mesela daha kısa bir süre önce kızı Eda Alanson'u kaybeden Mazhar Alanson sahneye çıkıp şarkılarını söylemiş ve; "Müzik sadece eğlenmek için değildir! Müzik hüzündür. Müzik dert ortaklığıdır. Müzik yaralanmış bir ruha şifadır" demiş. Safiye Soyman da oğlunu kaybettikten 20 gün sonra sahneye çıkıp, "Oğlum benim sahneye çıkmamı isterdi" demiş.
Bu kadar basit!!!
Acıyı kimin nasıl yaşadığı, içinde hangi fırtınaların koptuğu ise belirsiz. Kimse de bilemez.
***
Babama minnettarım
Babamı kaybettiğim günden itibaren de çocukluğumda yaşıyorum.
Narin'i ve onun gibi çocukları görünce çocukluğuma daha çok sarılıyorum. 8 yaşında bir kız çocuğunun ölümünde annesi, babası, amcası, abisi ve daha birçok yakının suçlu olduğu iddia ediliyor. Ve daha da fazlası var gibi. Ben çocukluğumu, çocukluk arkadaşlarımı ve günümüze geldiğimde "Meğer ne kadar şanslı çocuklarmışız" diyorum. İnsan ailesine güvenmezse kime güvenir bu hayatta! Ailesi değil midir kişinin en güvendiği limanı?
İşte bu yüzden babama daha da şükrediyorum. Babamın bizi her zaman koruduğu kolladığı, zor günlerimizde elimizden tuttuğunu, verdiğimiz her kararda dimdik arkamızda durduğunu düşündükçe minnettarlığım kat ve kat artıyor.
Evet o da kızardı.
Evet o da annemle kavga ederdi.
Ama o kadar!!!
Tam da olması gerektiği gibi bir babaymış meğer! Tamam bunu çok iyi biliyorduk ama günümüzde duyduklarım, gördüklerim "Babayım" diye geçinen tipleri gördükçe minnettarlığım kat ve kat artıyor. O toprağın içine girip ona sımsıkı sarılmak ve asla bırakmamak istiyorum.
Baba olmak meğer her adamın, her erkeğin harcı değilmiş. Bu yüzdendir ki, baba gibi babalarınızın kıymetini bilin. Ben bildiğimi, değerimizi gösterdiğimizi düşünüyorum ama işte yetmiyor. İnşallah yetmiştir, inşallah anlamıştır. Şimdi "Keşke" demekten alıkoyamadığım bazı anlar geliyor aklıma. Hayat telaşesinden, koşturmaktan geç kalıyoruz, erteliyoruz bazen ama bir an gelip çok geç olabiliyor bazı şeyler.
Baba gibi babaların, anne gibi annelerin, aile gibi aileleriniz kıymetini bilin...
Hele ki, şu çirkin, berbat, rezil insanların çoğaldığı günümüzde.