ABD-Türkiye arasında son dönemde ilginç gelişmeler yaşanıyor. Savunma alanında iki müttefik arasında F-35’lerle başlayan kırılma, F-16 savaş uçaklarıyla devam etmişti. İsveç’in NATO üyeliği de bu süreç önemli bir bahana, ilişkilere zaman kazandırma gerekçesi oldu. Şu günlerde ise önce Türkiye’nin F-16 taleplerine olumlu yaklaşımlar sergilendi. Ardından da ABD-Türkiye arasında nasıl bir görüşme trafiği gerçekleşiyorsa konu F-35 programına geri dönüşe kadar geldi. Rusya menşeili S-400 meselesi çözülürse F-35’ler de TSK envanterine girebilecek.
Türkiye’nin 3’ncü seviye program ortağı olduğu Lockheed Martin üretimi F-35 Network uçakları, ABD ile Rus S-400 hava savunma sistemi konusunda tartışmalar olmasaydı, şu an Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) filosunda yer almış olacaktı. İlk F-35’in Türkiye’ye teslim edilmek üzere yapılan törene katılmak için Haziran 2018’te Lockheed’in davetiyle ABD’ye gitmiştim. Bu teslim ile ABD’deki TSK personeli eğitimlere başlayacaktı, sonra da F-35’lerin Türkiye’ye gelmesiyle 5’nci nesil savaş uçaklarımız olacaktı. Olmadı.
F-35 programının üretim ve tasarım tarafında yer alan 7 Türk şirketiyle de bu alanda kabiliyet kazanacaktık ve Milli Muharip Uçak (MMU) KAAN’ı geliştirme ve üretim için önemli tecrübemiz olacaktı. Böylece 2019 ile 2030 arasında hava gücümüz 5’nci nesil network ve komuta uçakları F-35’lerle güçlenecek, F-16’ların da güçlü desteğiyle TSK bölgede caydırıcı güç olmaya devam edecekti. Bu süreçte de KAAN geliştirilip 2030 gibi göreve hazır hale getirilecekti. KAAN yoluna devam ediyor. Ama F-35 yeniden Türkiye programına nasıl dahil edilebilir? Edilirse nelerin değişmesi gerekir? Edilmezse Türkiye bu boşluğu nasıl doldurabilir? Bu sorularının da cevaplanması gerekiyor.
Özellikle askeri havacılığın tasarım ve üretim tarafında yer alan uzmanlaşmış isimlerle herhangi bir savaş uçağını, İHA’yı konuştuğumuzda, “İyi bir kontrolcü ve motorun olsun piyanoyu bile uçurursun” sözleriyle lafa başlıyorlar. Yaşadığımız çağda, bilgi ve teknoloji, yazılım ve artık yapay zekâ çok önemli. Havacılık sektöründe ise hayati önemde. Hava araçlarının kontrolü artık yazılımla, yapay zekayla ve teknolojiyle oluyor. Eğer 5’nci nesil uçağı uçurabilecek, görünmezliğini sağlayacak motor da yapabiliyorsan mesele kalmamıştır. Ama dünyada bunu yapan ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Kolay bir mevzu değil.
Mesela şu an hizmette olan TUSAŞ’ın ANKA’sında veya Baykar’ın Akıncı’sında veya Bayraktar TB2’sinde herhangi bir değişiklik yapmaya kalksanız ve yeni faydalı bir ürün, silah sistemi koymak isteseniz yaklaşık 36 hafta sürüyor. Hava aracının üzerinde yeni sistem sebebiyle yapılacak küçük bir değişim bile ciddi testler, çalışmalar gerektiriyor. Bu da zaman demek. Ayrıca hava aracı üzerinde üzerinde hiçbir fiziki değişim yapmadan sadece mevcut yazılımına ekleme yapılması halinde bile en az 16 hafta gerekiyor.
Türkiye KAAN’ı geliştirirken her sistemini ayrı ayrı deneyecek, test edip, geliştirecek. Dolayısıyla 2030’a yetiştirmek ve hazır hale getirmek sanıldığı gibi kolay bir iş değil. Bir de bu uçağın KAAN’ın motorunun geliştirilmesi meselesi var. Henüz motor konusunda somut bir gelişme yok. Motorda da belli bir mesafe kat edildiğinde gerçek zamanlı (real time) testler gerekiyor. Yeni teknolojilerle bilgisayar üzerinde, rüzgâr tünelinde, simülasyonlarla ve yapayla zekayla yapılacak bir iş değil. Motorun gerçek zamanlı olarak çalıştırılıp, test edilmesi ve başarılı olması gerekiyor.
Mesela TEI, yıllardır ABD’li General Electric (GE) ile Eskişehir’de motor geliştiren ve bu konuda bir tecrübeli bir şirketimiz. Ancak yeni bir motor geliştirip, üretmek ayrı bir mesele, zor iş. TEI, 2017’nin sonlarına doğru geliştirdiği motorları ilk önce ANKA’da uçuracaktı olmadı. Halbuki TEI bu sözü 2017’den önce vermişti. Ama mevzu uçak motoru olunca sözle değil, test sonuçlarıyla hareket etmek gerekiyor. Dolayısıyla TEI’nin motoruyla ANKA ancak 2023’te uçabilir hale geldi. Yani planlanan takvimin üzerine bir 6 yıl daha eklendi.
Gelelim KAAN’a, motoruna ve F-35 boşluğunu Türkiye’nin nasıl dolduracağı konusuna. Türkiye, F-35 programından çıkarıldığında bu boşluğun nasıl doldurulacağına de ilgili kurumlar epeyce kafa yormuştu. Şu an yeniden F-35’e dönme gündemde, ama öte yandan da F-35 yokluğu için planlanan F-16’lar söz konusu. Ve 2030’lar için KAAN yetiştirilmeye çalışılıyor. Asıl mesele 2024 ile 2030 arasında boşluk…
Yerli ve milli, jet motorlu insansız hava araçlarımızla F-35 boşluğu doldurulabilir mi? TUSAŞ’ın ANKA-3’ü ve Baykar’ın Kızılelma’sı ile beşinci nesil F-35’in yeri, boşluğu doldurma girişimleri Türkiye’ye yeni açılım sağlayabilir mi? Çünkü her iki modelin sesten hızlı versiyonları da olacak. Şu an her ikisinin de motoru Ukrayna’dan geliyor. Baykar Kızılelma için kendi motorunu geliştiriyor, ama zamana ihtiyaç var. Yani motor meselesi de halledilirse iki jet motorlu İHA ile F-35 pazarlıklarına girmeden kendi yol haritamızı çizip çizemeyeceğimiz şu günlerin asıl üzerinde tartışılması gereken konusu olmalı…
F-35’ler uçak bilgisayar, network uçağı ve kaynak kodları, birçok işlemleri üretici dışında diğer kullanıcılar tarafından şekillendirilemiyor. Bu sebeple İngiltere gibi birinci seviye F-35 ortakları bile alternatif beşinci nesil savaş uçakları için kafa yoruyor, ortaklıklar kuruyor. Diğer taraftan ABD’de F-35’lerin yeni nesil iletişim sistemlerinden korumak için de titiz davranıyor. Mevzu sadece Türkiye’nin S-400 meselesi değil. Birleşik Arap Emirlikleri de telekomünikasyon devi Huawei ile 5G altyapısı anlaşması sebebiyle F-35 anlaşması yapamadı. İngiltere de bu sebeple 2027’ye kadar Huawei ile bağlantısını asgariye indirme kararı aldı. Kısacası Türkiye F-35’e döneceği zaman başka şeylere de hazır olmak zorunda. Ama dönmese de kendi sistemlerini bu hassasiyetle kurgulayacak araştırmaları yapması lazım.
Öte yandan 4,5’ncü nesil F-16 Viper Block 70’lere yani 5’nci nesille bir adım daha yaklaşan modellere kendi geliştirdiğimiz silahlarımızı entegre edebilecek miyiz? ABD’den yeniden bu uçaklar için bir ürün almamız gerekecek mi? Mevcut F-16’lardaki başarılarımız, özgürleştirme uygulamalarımız 4,5’ncu nesil F-16’lara da entegre edilebilecek miyiz?
Baykar ve TUSAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) için gerekli olan kameraları Kanada vermiyordu. Ya da ihracat yapılan ülkeye kısıtlama uyguluyordu. Mesela Azerbaycan’a, Malezya’ya ihraç edilen Türk İHA’larına Kanada kamera vermiyordu. Farklı ülkelere yapılan Türk İHA ihracatlarında ise ilgili ülkeye Kanada kamerasını gönderiyor, entegrasyon o ülkede yapılıyordu. Yani Türkiye’ye ihraç edilmek üzere olsa dahi kamera göndermiyordu.
Aselsan’ın geliştirdiği kamera da Kanada ürünleri seviyesinde olmadığından öncelik bu ürünlerin kullanılmasındaydı. Yabancı ülkeler de Kanada malı kaliteli kamera istiyorlar. Ayrıca Kanadalı şirketin kameralarının bazı bölümlerinde İsrail yapımı parçalarında yer alması sebebiyle kısıtlamalar farklı boyut kazandığı gibi bu kameralarda rakiplerine göre sürekli yenileniyor, geliştiriliyor.
Dolayısıyla Aselsan’ın veya başka bir ülke veya firmanın İHA’lar için kamera yapması yetmiyor. Rakipleriyle, muadilleriyle aynı seviyede ve kalite de olmadıktan sonra tercih edilmiyor. Kendi geliştirdiğimiz ürün dahi olsa maalesef zorunlu olmadıkça tercih edilmiyor.
ABD’nin bize F-35 programından çıkarmasının akabinde gelişen başta Almanya ve Kanada olmak üzere müttefik ülkeler ambargoları Türkiye’ye çok şey öğretti. Eksiklerimizi gördüğümüz gibi yeteneklerimizi de keşfettik. Şimdi yeni model F-16 alabilecek olmamızın ötesini konuşmaya başladık. Almanya, Eurofighter Typhoon satışına izin verecek, ABD ise F-35 programına dönüş için ortam yokluyor. Peki biz ne yapıyoruz? Ne yapmamız gerekir?