Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Serbest bir 'Carmen' uyarlaması
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Fransız yazar Prosper Mérimée’nin 1845’te yayımlanan kısa romanı ‘Carmen’, 30 yıl sonra George Bizet tarafından operaya uyarlandı ve geçip giden yıllar içinde opera tarihinin en çok sahnelenen popüler eserlerinden birine dönüştü. Sinemacılar da 1913’ten başlayarak ‘Carmen’i filme uyarlamakta gecikmediler. Yapacağınız üstünkörü bir araştırmada dahi sinema tarihinde 20’yi aşkın ‘Carmen’ uyarlamasına rastlamanız mümkün. Cecil B. De Mille gibi Amerikan sinema ustalarının yanı sıra Peter Brook, Jean Luc Godard ve Carlos Saura gibi Avrupalı auteur yönetmenlerin de ilgi alanına giren bir eser ‘Carmen’…

        New York City Ballet topluluğunda 1995-2011 yılları arasında dansçı ve koreograf olarak çalışan, sonraki dönemde kendi dans grubunu kuran Fransız Benjamin Millepied’nin ilk uzun sinema filmi ‘Carmen’, hem Mérimée’nin novellası hem Bizet’nin operasından bağımsız olarak gerçekleştirilen serbest bir uyarlama…

        Öylesine ‘serbest’ ki, sadece ülke, mekân ve karakterler değil olay örgüsü de baştan sona değiştiriliyor. Meksika’daki suç çeteleri tarafından hedef alınan Carmen (Melissa Barrera), birlikte yaşadığı annesi öldürülünce, annesinin arkadaşı Masilda’yı (Rossy de Palma) bulmak için yasa dışı yollardan ABD sınırını geçmeye karar veriyor. Afganistan’da savaşıp evine döndükten sonra hayatına yön vermekte zorlanan Aidan (Paul Mescal) ile Carmen’in kaderi, sınır bölgesinde yaşanan bir gece baskını sırasında kesişiyor. Baskından ziyade katliam demek aslında daha doğru… Gönüllü olarak sınırda devriye gezen eski asker arkadaşının, zevk olsun diye silahsız Meksikalıları öldürdüğünü gören Aidan müdahale edip Carmen’in hayatını kurtarıyor. Ama yine de Carmen’in güvenini kazanması zaman alıyor. İki kanun kaçağı birlikte Los Angeles’ta bir dans ve müzik kulübü işleten Masilda’ya ulaşmaya çalışırken polisler de Aidan’ın peşini bırakmıyor.

        Millepied, Loïc Barrere, Alexander Dinelaris ve Lisa Loomer ile birlikte imza attığı senaryoda, orijinal eserin kalbindeki aşk ve özgürlük temasından hareket ediyor; her şeyi bu tema üzerine kuruyor. Ama film ilerledikçe sevgiyle gelen özveri duygusunun da öne çıktığını görüyoruz. Orijinal ‘Carmen’de erkeğin tutkusu, hastalıklı bir sahip olma arzusuna dönüşür. Carmen ise bağımsızlığından, özgür ruhundan vazgeçmez. Burada ise aşkın gücü her şeyin üstüne çıkıyor ve çift birbirine her anlamda sahip çıkıyor. Aidan’ın alkol kullanmaması, savaş sonrası yaşadığı psikolojik sorunlarından kurtulmak istemesinin göstergesi olarak okunabilir. Gönüllü sınır devriyelerine katılmadan önce tanıdığımız Aidan, evli kadınların ilgisinden uzak duran, evinde gitarıyla şarkı söylemeyi tercih eden sakin, yalnız ve işsiz biri. Carmen’i kurtardığı gece, hiç tanımadığı masum bir insanın hayatı için her şeyini riske atabildiğini görüyoruz. Carmen’in onun ruhundaki derin boşluğu doldurduğu aşikâr. Carmen’e baktığımızda ise dans etmeyi seven, özgür ruhlu bir genç kız görüyoruz. İstese, cinayet suçu nedeniyle aranan Aidan’dan kurtulup ABD’de Masilda’nın yanında yeni bir hayat kurabilir.

        Bunu bilen Aidan, orijinal eserde gördüğümüzün aksine tutkusuyla Carmen’i boğmuyor; tam aksine, onu özgür kılmaya çalışıyor. Toksik erkekliğin dünyasından uzak biri Aidan… Ablasının sözünü nasıl dinliyorsa, Carmen ve Masilda’nın da sözünü dinliyor. Carmen’in annesi, Carmen ve Masilda üzerinden baktığımızda flamenko dansıyla bütünleşen ve Aidan’ı kendine doğru çeken bir tür Ana Tanrıça miti var sanki.

        Açılış sahnesinde yönetmen Millepied’nin, flamenko dansının ritmiyle çetenin uzaktan yaklaşan otomobilinin motor gürültüsünü ses bandında karşı karşıya getirmesi, anlamlı bir tercih. Film boyunca başka benzer karşıtlıklar da var. Bir yanda, erkeklerin şiddete dayalı hastalıklı dünyası, diğer yanda flamenkonun dişil enerjisi… İşte Carmen, Aidan’ı bu enerjiye doğru çekiyor.

        Kısa filmlerinin, müzik videolarının yanı sıra ‘Siyah Kuğu’ ve ‘Dune’ için yaptığı koreografilerle sinemaya ısınan Millepied; müzik, dans ve görüntüyü öne çıkaran biçimci bir çalışma koyuyor ortaya. Nicholas Britell’in koral bölümleriyle dikkat çeken müziği, flamenko dansının ritimleriyle birlikte filmin kalp atışları gibi bir işlev taşıyor. Britell’in müziği işitsel bir atmosfer olarak seyirciyi kuşatıyor ve filmin seyir keyfine önemli katkılarda bulunuyor.

        Wim Wenders’in ‘Pina’ (2011), Terence Malick’in ‘A Hidden Life’ (2019) filmleriyle bilinen görüntü yönetmeni Jörg Widmer de Millepied’nin biçimci ve stilize yaklaşımını ayakta tutan özenli bir çalışmaya imza atıyor.

        Millepied’nin dansı klasik Hollywood müzikallerindeki gibi kullandığı söylenemez. Yani, karakterler bir anda konuşmayı bırakıp şarkı söylemeye ve dans etmeye başlamıyorlar. Kaldı ki, danslı sahneler filmin bütünü içinde diyaloglu bölümlere oranla daha düşük bir orana sahip. Dans, hikâyenin akışı içinde bazen gerçekçi bazen sürrealist bir unsur olarak yer alıyor. Millepied, genel planları tercih ettiği bu sahnelerde mizansen ve koreografiyi temel anlatım öğesi haline getiriyor; kadrajların resimsel yönünü öne çıkarıyor. Sözgelimi, dövüş sahnesinde gerçekçi olmaktan ziyade göze hoş gelen stilize bir koreografi kullanıyor. Filmin genelinde ise gerçekçi bir hikâye anlatma tarzı tutturuyor. Bu gerçekçilik Aidan’ın gördüğü öznel hayallerle de nadiren kesintiye uğrayabiliyor.

        Baz Luhrmann’ın filmlerini akla getiren ‘Carmen’i müzikten ve görüntülerden keyif alarak izledim. Ama hikâyesinden ve temalarından pek etkilenmedim. Her şey bittiğinde aldığım seyir keyfi dışında geriye fazla bir şey kaldığını söyleyemem. ‘Scream’ serisiyle tanınan Melissa Barbera, sadece dans sahnelerinde değil filmin bütününde de iyi. Son dönemin yükselen yeni oyuncusu Paul Mescal ile iyi bir ikili oluyorlar.

        6.5/10