Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Murat Bardakçı Bu da bizim Süleyman Şah maceramız!

        Suriye Millî Ordusu, PKK’yı elinde tuttuğu Suriye’nin kuzeybatısındaki yerlerden çıkartmak maksadıyla harekâta devam ediyor. Dün de, Karakozak taraflarını kurtarmak için operasyon başlattılar.

        Aynı bölgede bundan dokuz sene önce biz de harekât yapmış ve Süleyman Şah’ın Caber Kalesi’nin eteklerinden 1973’te Karakozak’a taşıdığımız mezarını, 2015’te oradan alıp Suriye sınırımıza yakın bir yere nakletmiştik...

        TV’lere çıkan kerametleri ve bilgileri kendilerinden menkul bazı yorumcular Suriye Millî Ordusu’nun teröristlerden kurtarmaya çalıştığı Karakozak’ı Caber Kalesi ile karıştırdılar ve “Operasyon bitip de Karakozak PKK’dan temizleninde Süleyman Şah ilk mezarına geri dönecek” dediler.

        Caber Kalesi ile Karakozak arasında yaklaşık 60 kilometre olduğundan bîhaber idiler!

        Bu cehalet vesilesi ile şimdi Millî Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Erhan Afyoncu ile beraber seneler önce yaşadığımız ama kimselere söylemediğimiz ve yazmadığımız bir hadiseyi anlatacağım:

        2015 Şubat’ının ortaları idi ve Ahmet Davutoğlu başbakandı... Süleyman Şah’ın Karakozak’taki mezarının IŞİD’in bölgede ilerlemesi sebebi ile oradan alınıp Türkiye sınırına yakın bir yere nakledilmesinin düşünüldüğü konuşuluyordu. Habertürk’te Erhan ile beraber Tarihin Arka Odası’nı yapıyorduk; program gayet iyi izleniyordu ve hemen her seferinde Süleyman Şah’ın bahsi geçiyordu. Erhan ve ben nakle karşı çıkıyor, “Mezarın bulunduğu yer Türk toprağıdır, her hâlükârda bu toprağı korumamız şarttır” diyorduk.

        O günlerde Ankara’dan önemli pozisyondaki bir bürokrat aradı. Bir meslekdaşıyla beraber İstanbul’a geleceklerini, çok önemli bir konuda benimle âcilen görüşmeleri gerektiğini söyledi ve görüşmede Erhan’ın da bulunmasını sağlamamı rica etti.

        Bir veya iki gün sonrası için gazetede buluşmak üzere randevulaştık ve o gün ben, Erhan ve misafirler biraraya geldik...

        Önemli makamdaki bürokrat söze “Sayın Başbakan tarafından gönderildik” diye başladı, sonra “Süleyman Şah Türbesi’ne tehditler gittikçe arttı. Orada yüz küsur örgüt var. Programınızda türbe konusuna sık sık temas edip nakle karşı çıkıyorsunuz ve kamuoyu söylediklerinizden etkileniyor. Ama terörist gruplar orayı işgal ederlerse ve türbedeki askerlerimizin başına da bir iş gelecek olursa zor durumda kalırız. Mecburiyetten dolayı mezarı artık sınırımıza yakın bir yere nakletmek zorundayız. Operasyon büyük gizlilik içerisinde olacak” dedi.

        Mezarın nakline Erhan ile beraber aynı anda karşı çıktık. Erhan “Bu iş bu hâle mi geldi? Taşımaya mecbur muyuz? Saldırı olduğu takdirde müdahale edemiyor muyuz?” dedi; ben “Ne münasebet? Bizleri resmî bir yasakla sustursunlar bari” gibisinden sözler ettim ama sadece “Nakletmek zorundayız” diyorlardı...

        Muhataplarımıza nihayet açıkça “Tamam, anlaşıldı! Peki, devlet bizden ne istiyor?” diye sordum. Aldığımız cevap “Nakle karşı çıktığınız takdirde operasyonda tek bir askerimizin burnu bile kanasa, vicdanî sorumluluk size ait olur. Allah göstermesin, daha fena ihtimallerden bahsetmek bile istemiyoruz. Başbakan bu konuda aleyhte yayın yapmamanızı rica ediyor, bizi de bu ricasını iletmekle görevlendirdi” oldu ve mezarın en geç bir-iki gün içerisinde nakledileceğini söyledi...

        Önümüze konan bu ihtimaller, hele işin içine bir de “vicdanî sorumluluk” girince söz söylememiz ne mümkün? Çâresiz “Peki” dedik!

        VİCDANÎ SORUMLULUK BASKISI

        “Şah Fırat” adı verilen operasyon birkaç gün sonra, 22 Şubat gecesi yapıldı. 572 askerimiz F-16 uçaklarının havadan, M-60 A3 tipi tankların da karadan sağladıkları destekle Suriye’ye girdi, Süleyman Şah’ın ve son uykularını onunla beraber uyuyanların kemikleri ile türbedeki eşyaları ve oradaki askerlerimizi aldılar, teroristlerin eline geçip de Türkiye aleyhinde reklâm vasıtası olmaması için türbeyi patlayıcılarla havaya uçurdular ve kabirleri sınırımızın 200 metre ilerisindeki Suriye Eşmesi’ne naklettiler. Operasyonda bir de şehit verdik, Başçavuş Halit Avcı hayatını kaybetti.

        Süleyman Şah’ın kemikleri böylelikle asırlar sonra üçüncü defa yollara düşüp sınırımıza daha yakın bir yere gelmiş oldu...

        O hafta yaptığımız Tarihi Arka Odası’nda konuya mecburen temas etmedik ama seyirci durur mu? “Ne oldu? Süleyman Şah’tan niçin bahsetmiyorsunuz?” diyen yüzlerce mesaj geldi. Olanları anlatıp üstüne üstlük bir de “Vicdanî sorumluluk sebebi yorum yapamıyoruz” falan diyemezdik, sustuk ama ne ödlekliğimiz kaldı, ne de yalakalığımız!

        Erhan, herşeyin olup bitmesinin ardından, mezarın naklinden birkaç gün önce bize gelenlerin hakikaten Başbakan Davutoğlu tarafından mı gönderildiklerini yoksa işin gerisinde işgüzar birkaç bürokratın mı bulunduğunu Ankara’da soruşturmuş ama kesin birşey öğrenememişti. Davutoğlu’nun başbakan olmadan önce, Dışişleri Bakanlığı sırasında Süleyman Şah’ın nakline karşı çıktığını fakat başbakanlığı sırasında kabul etmeye mecbur kaldığını söylemişlerdi, o kadar. Üstelik, nakilden birkaç hafta sonra Topkapı Sarayı’nda Ahmet Davutoğlu ile karşılaştığında “Süleyman Şah işini yanlış yaptınız, taşınmamalıydı” demiş, Davutoğlu da “Aynı fikirdeyim” cevabını vermişti!

        Ama aynı Davutoğlu 22 Şubat 2015 gecesi yapılan nakli Genelkurmay Karargâhı’nda bizzat takip etmiş ve hemen o gece operasyon hakkında mecburen “Her türlü riski barındıran çatışma ortamında ...son derece başarılı olunduğu” gibisinden tweetler atmıştı, o da başka...

        İşte, bizim Süleyman Şah maceramız...