Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Murat Bardakçı Tarih boyunca hiç vârolmayan Lübnan'ı, Abdülhamid'in Washington Elçisi kurmuştu

        İsrail, Lübnan’a yine girdi. Yakıyor, yıkıyor, öldürüyor...

        Mesleğe başladığımdan buyana geçen yarım asır içerisinde, özellikle 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nü hedef alan büyük işgalden sonra Lübnan’a kaç defa girdiğini artık sayamıyorum bile.

        Ama, bu son işgallerle önceki işgaller arasında önemli bir fark var: İran’ın mevcudiyeti... İsrail daha önce Lübnan’ı ne zaman işgal etse yahut güney taraflarındaki Hizbullah karargâhlarını bombalasa İran mutlaka kınar, Tahran’dan ânında verip veriştiren demeçler gelirdi ama İsrail’e fiilî olarak karşılık vermez, roket falan göndermezdi...

        Aslında “Şimdi gönderiyor da ne oluyor?” diye sormak lâzım... Yollanan yüzlerce roketin ekseriyeti daha havada iken imha ediliyor; imhadan kurtulanlar hedefe değil, hedefin birkaç yüz metre ötesine isabet ediyor ve isabet edebilenler de öyle önemli bir etki yapamıyorlar... Öyle ki, insanın “Roket yerine ufak boyda tüp gazlar fırlatsalardı daha çok zarar verirlerdi” diyeceği geliyor!

        MAZİSİ OLMAYAN BİR DEVLET KURULUYOR

        Şimdi, Lübnan’ın geçmişinden bahsedeyim...

        Seneler önce de yazmıştım: Ortadoğu’da asırlar boyunca “Lübnan” diye bir ülke, “Lübnanlı” diye bir millet yoktu ve bölge, Suriye’nin uzantısı kabul edilirdi. Ama tarih İstanbul’dan Washington’a, oradan Kahire’ye ve nihayet Şam’a uzanan ardarda cilveler yaptı ve Lübnan, bu cilvelerin neticesinde doğdu.

        İşte, Lübnan’ın otaya çıkış öyküsü:

        İkinci Abdülhamid’in iktidar yıllarında, hükümdardan sonra gelen en güçlü kişilerin başında, padişahın sırdaşı İzzet Holo Paşa gelirdi.

        Tarihlere “Arap İzzet” diye geçen İzzet Holo Paşa, Şam’da 1852’de doğmuştu ve kanında Araplıktan Kürtlüğe, Çerkeslikten Türklüğe kadar imparatorluğunun hemen her unsurunun genleri vardı. Çok iyi tahsil gördü, 1890’lı senelerde Abdülhamid tarafından saraya alındı, zamanla hükümdarın en güvendiği adamı oldu. Padişahın dış dünya ile temasının sağlanması, memlekette olup bitenler hakkında haberdar edilmesi ve devlet birimleri arasında koordinasyon gibi işlerin yanısıra hükümdarın gizli yahut pek etik olmayan temaslarını da senelerce o yürüttü.

        Derken, Türkiye’de meşrutiyet ilân edildi, arkasından 31 Mart olayı yaşandı ve Abdülhamid 1909’da tahtından indirilip sürgüne gönderildi. Sabık hükümdarın yakınlarının hayatları tehlike altındaydı ve İzzet Paşa da eski devrin birçok ileri geleninin yaptığını yapıp Türkiye’yi terketti. Önce Avrupa’ya gitti, oradan Mısır’a geçti, büyük bir servete sahip olduğu için hiç sıkıntı çekmedi, hep refah içerisinde yaşadı ve hayattan 1924’te, Kahire’de ayrıldı.

        İzzet Paşa’nın değişik hanımlardan 17 çocuğu olmuş ama bunların dördü hayatta kalabilmişti. Paşa, son ânına kadar Türk vatandaşlığını muhafaza etmişti ama değişik memleketlerde yerleşen çocukları, imparatorluğun yıkılması üzerine bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarını aldılar.

        Paşa’nın büyük oğlu Mehmed Ali Bey, Suriye’de yaşıyordu ve oranın teb’asına geçti. 1867’de Şam’da doğmuş, Abdülhamid’n iktidar senelerinde bir ara Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington Büyükelçiliği’ni yapmıştı. Ortadoğu’nun 1918’de elimizden çıkmasından hemen sonra Suriye’nin Maliye Bakanı oldu ve 1932’de de cumhurbaşkanı seçildi.

        Mehmed Ali Bey’in başkanlığı sırasında, Suriye karmakarışıktı. İngiltere ile Fransa, Dünya Savaşı’ndan sonra kaybettiğimiz Ortadoğu’yu kendi aralarında taksim etmişler; petrol bölgesi Irak İngilizler’e, ticaret merkezi Suriye de Fransızlar’a düşmüştü. Suriye’yi asırlar önceki Haçlı Seferleri’nden itibaren kendisine ait kabul ettiği Fransa artık oraların efendisiydi ve hâkimiyetini uzun zaman devam ettirebilmek için sınırlarda bazı değişiklikler yapması gerekiyordu.

        Bu değişiklik, o zamana kadar devlet olarak varolmayan Lübnan’ın müstakil bir hâle getirilmesiydi. Fransızlar, Suriyeliler’in kendi toprakları olarak gördükleri Lübnan için 1926’nın 23 Mayıs’ında bir anayasa hazırladılar. Lübnan, Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet olacaktı.

        Fransa’nın kararı, Suriye’yi karıştırdı. Eski Suriye Krallığı’nın ve Emevi İmparatorluğu’nun vârisi olduklarına inanan Arap entellektüeller kurulacak yeni devlete karşı çıkıyorlardı. Bu entellektüellerden Anton Saade’nin ortaya attığı ve bir hayli taraftar bulan “Büyük Suriye” hayali de Hatay’dan başlayıp Sina Yarımadası’na ve Süveyş Kanalı’na, Akabe Körfezi’nden Kıbrıs’a, oradan da Basra Körfezi’ne uzanıyordu.

        Arap entellektüeller bu hayalin peşindeyken. Lübnan’ın Hristiyan halkı Fransa’nın yanında yeraldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bize karşı Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin’in oğlu ve Suriye Kralı olan Faysal da Lübnan’ın ayrılmasına karşı çıkınca Fransızlar tarafından tahtından indirilip İngiltere’ye sürgüne gönderildi.

        Tartışmalar ve mücadeleler senelerce devam etti; Arap İzzet Paşa’nın oğlu Mehmed Ali Bey, yahut oradaki ismiyle “Muhammed Ali Bey el- bed”, 1932’nin 11 Haziran’ında Suriye Cumhurbaşkanı oldu ve 1934’te Fransızlar ile bağımsızlık meselesini görüşmeye başladı. Söylentilere bakılırsa, Suriye’nin başına Lübnan’ın bağımsızlığını kabul etmesi şartıyla Fransızlar’ın desteği ile geçmişti...

        LÜBNAN’IN KURULUŞU BİZİM İŞİMİZE YARADI

        Anlaşma taslağı tamamen Fransa’nın çıkarlarına göre hazırlanmıştı, buna göre Lübnan ayrı bir devlet olacak, Suriye’nin bazı kısımları Fransız kontrolünde bulunacak, Hatay’a ve Cebel bölgesine de ayrı bir statü verilecekti.

        Mehmed Ali Bey’in Lübnan’ın Suriye’den ayrılmasını kabul etmesi üzerine, Şam daha da karıştı anlaşmaya karşı çıkanlar “Ulusal Cephe” adını verdikleri bir muhalefet grubu kurdular. Cephe’nin halkı sokaklara döküp genel grevler ilân etmesi Suriye’deki manda idaresini sıkıntıya sokunca, Paris, Ulusal Cephe’yi muhatap kabul etmek zorunda kaldı. 1936 Eylül’ünde Paris’te varılan ve Suriye’ye kademeli bir bağımsızlık veren anlaşmayı Ulusal Cephe’nin lideri Haşim el-Attasi imzalayacak ama Fransızlar’ın Mehmed Ali Bey’den kopardıkları Lübnan, yine bu anlaşmaya göre bağımsız bir devlet olacaktı.

        Paris Anlaşması’ndan sonra yaşananları da kısaca anlatayım: Mehmed Ali Bey’in görev süresi, anlaşmanın imzalanmasından üç ay sonra nihayete erdi ve Suriye Cumhurbaşkanlığı’na Haşim el-Attasi geldi. Sabık Cumhurbaşkanı Mehmed Ali Bey, Suriye’yi bırakıp Güney Fransa’nın Nice şehrine yerleşti, orada refah içerisinde yaşadı ve 1939’da Nice’de öldü. Suriyeliler, daha önceleri “Lübnan’ı satmakla” suçladıkları eski başkanlarının cenazesini Şam’a götürüp büyük bir devlet töreniyle defnettiler. Fransa’nın bütün bu anlaşmalara rağmen bölgeyi boşaltması seneler aldı ve son Fransız askeri, Suriye ile Lübnan’ı 1946’da terketti.

        İşte, günlerden buyana İsrail bombalarının vurduğu Lübnan, Mehmed Ali Bey’in desteğiyle ama büyük kavgalar neticesinde, böyle kurulmuştu.

        Mehmed Ali Bey, Suriye’den kopartılan topraklarda “Lübnan” isminde yeni bir devletin kurulmasına izin verdiği için bazı Suriyeliler tarafından bugün hâlâ hoş olmayan bir şekilde yâdediliyor...

        Ama, onun Fransızlar’ın baskısıyla kabul ettiği Paris Anlaşması’nın Türkiye’nin ne kadar işine yaradığını da bizler pek bilmiyoruz: Abdülhamid’in sırdaşı Arap İzzet Paşa’nın oğlu Mehmed Ali Bey, Paris Anlaşması’nı kabul ederken eski vatanı Türkiye’ye farkında olmadan büyük bir hizmette bulunmuştu ve Hatay’ın topraklarımıza katılmasını bu anlaşmanın bazı maddelerini lehimize hukuki dayanak yaparak sağlamıştık.

        1970’lerden buyana kan ve gözyaşı içerisinde olan Lübnan, bir cumhurbaşkanlığı uğruna işte böyle kuruldu...

        Mehmed Ali Âbid, Suriye Cumhurbaşkanı iken.
        Mehmed Ali Âbid, Suriye Cumhurbaşkanı iken.