Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Ankara-Şam, beklentiler ve gerçekler

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, salı akşamı kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalarda, yeni dönemin dış politikasına dair önemli tanımlar ortaya koydu. Öncelikle Türkiye’nin ciddi katkıları olan Astana süreciyle, Suriye rejiminin ve muhalefetin aynı zeminde buluşmasına vesile olduklarına dikkat çekti. Farklı kanallarla yapılan süreçlere de işaret etti. Bir anlamda uzun süredir önce istihbarat zemininde, devamında farklı diplomatik kanallarla yürütülen temaslara bir gönderme yaptı.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri ise Suriye politikasında uzun zamandır yoğrulan çerçevenin net tanımıydı: "Sulhe ve sükunete hizmet edecek ilave adımların atılması mümkündür. Bizim kimsenin toprağında ve egemenliğinde gözümüz yoktur. Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin korunması Türkiye'nin de önceliğidir."

        İlave adımların bir diğer ifadesi ise yine aynı konuşmada ortaya konuldu. Üstelik iç politikada yaşanan süreçlere atıf yapılarak: "İç siyaset gibi dış politikada da sıkılı yumrukların açılmasında büyük fayda olduğuna inanıyoruz. Bunun için kiminle görüşülmesi gerekiyorsa, geçmişte olduğu gibi yine görüşmekten imtina etmeyiz."

        Sürecin artık Beşar Esad’la doğrudan görüşme noktasına doğru ilerlediğini söylemek mümkün mü? Bu ihtimalin her zamankinden daha güçlü olduğunu ifade edebiliriz sadece. 2022 yılı sonunda üç ülkenin (Türkiye, Rusya ve Suriye) istihbarat başkanları ve savunma bakanları düzeyinde gerçekleşen ilk toplantı sonrasında da böyle bir beklenti yükselmişti. Bu toplantıda İran’ın masada olmamasının uyandırdığı rahatsızlık, geçtiğimiz yıl Nisan ayında bu defa dört ülkenin istihbarat başkanları ve savunma bakanlarının katılımıyla giderilmişti.

        Beklentileri daha da yükselten, 2023 Mayıs’ında ülkemizdeki seçimlerin ilk turundan hemen önce Moskova’da gerçekleşen toplantı oldu. Çerçeve daha farklıydı ve bu kez Türkiye, Rusya, İran ve Suriye dışişleri bakanları bir araya gelmişti.

        GERİYE GİDEN SÜREÇ

        Bundan sonraki sürecin beklenenin aksine bir parça geriye gitmesinin elbette pek çok nedeni var. Öncelikle Astana toplantılarında metinlere yansımasına rağmen, Suriye’nin kuzeyinde ülkemize yönelik terör ve uydu devlet tehdidi konusunda Şam rejiminin yaklaşımının yetersizliği. Meselenin ‘topraklarımızdan askerlerinizi çekmediğiniz sürece görüşme yok’ noktasına getirilmesi onca çabaya rağmen süreci geçici de olsa kilitledi.

        Burada Suriye’deki etkin (neredeyse ülkeyi yöneten) aktörlerin yaklaşım farkına da dikkat çekmekte yarar var. Rusya’nın Şam rejimi üzerinde müzakereye yönelik diplomatik girişimleriyle; İran’ın yaklaşımları birbirinden hayli farklı. Tahran’ın, Ankara-Şam hattındaki bir normalleşmeye sıcak baktığını söylemek pek de gerçekçi sayılmaz.

        Süreçte adını sıkça duyduğumuz bir isim var. Putin'in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentiev. 2022’deki temaslarında Türkiye’yi adım atmaya davet ederken, Suriye’nin kuzeyindeki ‘terör yapılarını desteklemekle’ suçlayan özel temsilcinin; Türkiye aleyhine tehdit oluşturan PYD/YPG için gösterdiği tutumun çelişkili olduğunu da hatırlamakta yarar var.

        YENİDEN VE DAHA OLUMLU HAVA

        Bunları sadece süreci özetlemek için aktardım. Önemli olan bugünkü tablo. Şu anda 2022-23 dönemine oranla Ankara-Şam hattında birbirini anlama ve yakınlaşma açısından daha güçlü bir eğilimin olduğu açık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği mesajların vurgusu böyle olduğu gibi, Suriye tarafından gelen beyanların da tonu buna yakın.

        Dün Astana’da gerçekleşen Erdoğan-Putin zirvesi, Ankara’nın hayli geniş hazırlıklar yaptığı bir sürecin sonucu. Putin, mutlaka Türkiye’ye geleceğini ifade ederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan birbirine bağlı iki vurguda bulundu.

        Birincisi "Türkiye’nin sınırlarının hemen ötesinde bir teröristan kurdurmamakta kararlı olduğu". Bu kelimenin tam anlamıyla Ankara’nın kırmızı çizgisi. Eğer Rusya ve diğer aktörler Suriye’deki ABD ve bazı ülkelerin varlığını tehdit olarak görüyor ve bundan şikayet ediyorsa; doğrudan Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bu hassasiyeti sadece anlamak değil, kabul etmek zorunda.

        İkincisi "Başta Suriye iç savaşı olmak üzere terör örgütleri için elverişli alan oluşturan istikrarsızlıkların sonlandırılması için somut adımlar atılmasının önemi" ve "Türkiye’nin çözüm için iş birliğine hazır olduğu." Tekrar kabine sonrası konuşmaya dönersek, Erdoğan şunları da söyledi: "Komşu olarak istikrarsızlıkla boğuşan ve terör örgütlerinin cirit attığı değil, demokratik, müreffeh, güçlü bir Suriye görmek istiyoruz."

        Astana’daki zirvenin, ekonomik boyutları kuşkusuz önemli ve hedeflenen hacim çok ciddi. Ayrıca son dönemde Rusya tarafında ortaya çıkan tedirginliğin, yerini daha güçlü bir ekonomik işbirliğine ve enerjideki büyük hedeflere bıraktığını gösteriyor.

        CHP'NİN KATKISI NE OLABİLİR?

        Kendi içimizde her meselede Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtmaya meraklı olanların, ele aldığımız bu konuda da aynı tutumda olduklarını görmeye alıştık. Bunların elimizi güçlendirdiğini söylemek imkansız. Bu anlamda dün Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamadaki şu cümlelerin altını çizmekte yarar var:

        "Demokrasilerde yapıcı eleştirilerle dış politikaya katkı sağlamak elbette mümkündür. Bununla birlikte, siyasi rant uğruna gerçeklerin çarpıtılması ve ideolojik bağnazlığa dayalı ithamlarda bulunulması bu kapsamda değerlendirilemez.Türkiye, yıllardır taammüden ateş çemberine dönüştürülmüş bir coğrafyada huzur ve istikrar adası olmayı başarmıştır."

        Tüm bunları geride bırakacak yegane yaklaşım, normalleşme sürecinin ruhuna uygun biçimde CHP’nin ve Özgür Özel’in Suriye konusundaki gelişmelere katkı sağlaması. Bu yönde istekli olduklarını da beyan ediyorlar zaten.

        Ancak Suriye politikasına dair eleştirilerini dile getirirken, CHP'nin de bir özeleştiriye ihtiyacı var. Öncelikle verecekleri ana mesajın, Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanmasına dair Türkiye’nin hassasiyetini kuvvetle dile getirecek boyutta olması gerekiyor. Yakın geçmişte tezkere üzerinden ortaya çıkan tartışmaları geride bırakacak bir yaklaşımla elbette.