Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Suriye; kurnazlık değil akıl
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin yakın çevresinde katliamlar, çatışma alanları, savaşlar ve savaşa dönüşme potansiyeli yüksek büyük sorunlar var. Bunların her biriyle bir bağımız var. Bazen çıkarlarımız, bazen hassasiyetlerimiz, pek çoğunda da endişelerimiz bulunuyor.

        Gazze’deki insanlık dışı katliam başladığı andan itibaren Türkiye, tereddüt göstermeden siyasi ve insani pozisyonunu aldı. Bu duruşu ideolojik yaklaşımların sonucu olarak görenler, orada ortaya çıkan bir yangının, tüm bölgeye sıçrama potansiyelini dikkate bile almadı. Nitekim bu yıl daha da yoğunlaşan tarzda eylem ve çatışmalarla Gazze ve Filistin üzerindeki acımasız savaşın, çok geniş bir alana yayılmaya başladığını gözlemledik.

        FİDAN'IN UYARILARI

        İlk günden itibaren Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “Savaşın bölgedeki diğer ülkelere de sıçrama, başka aktörlerin da savaşa müdahil olma ihtimalinin fevkalade önemli bir mesele olduğunu” dünyaya anlatmaya çalıştı.

        Nitekim öyle de oldu. İsrail, İran’ın Şam’daki başkonsolosluk binasını vurdu. Ardından İran ve İsrail arasındaki gerilim beklenmedik boyutlar kazandı. Yemen’de Husiler sürecin içine girdi ve bir anda beklenmedik bir rol üstlenerek bölgedeki ticari akışa darbe vurdu. Şimdi İsrail, Lübnan’ı hedef alıyor ve tansiyon giderek yükseliyor.

        Şu sözler de Bakan Fidan’a ait: “Bu trajediden ders çıkarmazsak, iki devletli çözüme gitmezsek bu son Gazze savaşı olmayacak. Başka savaşlar ve gözyaşları bizi bekliyor olacak." (Her iki alıntı da 5 Mayıs 2024 tarihli El-Arabiya röportajından.)

        "KARŞI LOBİ"

        Türkiye, çok daha yakınındaki bir başka sorun üzerinden gerek istihbarat, gerekse diplomasi boyutuyla uzun zamandır bir yeni dönemin önünü açmaya çalışıyor. Sıra siyasetin en üst düzeyde rol almasında. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesi gerçekleşirse, bu çabaların daha geniş bir alanda ve daha kalıcı çözümlere gitmesi mümkün olabilir.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçen yıldan itibaren bu başlık altında gayet açık çağrılarda bulundu Suriye tarafına. Son olarak NATO zirvesi dönüşünde bu çağrısını tekrarladı.

        Beşar Esad’ın son açıklaması, özellikle Rusya’nın süreçteki etkinliğinin artmasıyla görüşmeye razı olduğunu, ancak daha işin başında arıza çıkabileceğini de gösteriyor. Türkiye’de her şart altında Suriye rejimini haklı gösterme çabasında olan belli grup ve kesimler var. Bu “karşı lobi” şu andaki görüşme gündeminde de aynı tavrını sürdürüyor. Arada dil ucuyla bu rejimin işlediği cinayetleri, milyonlarca insanı göçe zorlamasını ansalar da, bütün motivasyonları Türkiye’yi suçlamak ve Şam’ın bütün taleplerini kabule zorlamak.

        AKIL DEĞİL KURNAZLIK

        Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz de olsa, bu görüşmeye dair bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.

        Öncelikle hangi taraftan gelirse gelsin, bu görüşmeye yüklenen anlamlar konusunda ölçülü olmakta yarar var. Karşımızda kurnazlığı meslek haline getiren, topraklarını birden fazla ülkenin cirit attığı, hatta yönettiği bir pozisyona sürüklemekten çekinmeyen ve büyük bir bölümünü kontrol edemeyen bir yönetim var. Dahası Şam’daki azınlık yönetiminin görünürdeki sahibi olan aile, ülkesinin toprak bütünlüğüne dair gerçek anlamda bir hassasiyet sahibi de değil. Kendi topraklarında yaşayan Kürtlere kimlik vermeyen, bir diğer kısmını göçe zorlayarak azınlık rejimini tahkim etmeyi hedefleyen bir zihin dünyası.

        Terör ve göç sorunuyla boğuşan Türkiye’nin haklı ve meşru taleplerini, daha sürecin başında masanın olmazsa olmazı gibi sunmanın da iyi niyetli bir yanı olamaz. Şam yönetiminin çok sayıda ortağı var. Bunlar Suriye’yi değil, Akdeniz’e uzanan çıkarlarını ya da bölgede oluşturdukları vekâlet güçlerini korumanın peşinde.

        Dolayısıyla görüşme olmazsa dünyanın sonu filan değil. Olduğu takdirde ise hemen tıkır tıkır işleyecek ortak bir yol haritası beklemek de gereğinden fazla abartılı bir yaklaşım.

        ANKARA ELİNİ UZATTI

        Ankara’nın attığı adım ve uzattığı el kıymetli. Bu görüşme olsa da olmasa da kendi topraklarına yönelik tehditler bertaraf edilmeden geri çekilmesi söz konusu değil.

        Hep söylediğimi bir kez daha tekrar ederek bitireyim.

        Türkiye’nin çözümden yana tavrının samimi olduğu çok açık. Yapması gereken çözüme dair zemini ve şartları kendi lehine çevirmek için bazı hamleleri hızlandırmak. Ankara’nın Suriye’de geniş kesimleri temsil eden bir yönetimin olması yönündeki ısrarı, hala en doğru tez. Ancak bu parantezde Suriye Kürtlerinin de yer alması son derece önemli ve açıkçası zorunlu. Terörle mücadelede gösterdiğimiz kararlılık, aynı zamanda böyle bir yakınlaşmanın önünü açacak hamlelerle donatılırsa, bölgede barışın merkez aklı Türkiye olur.

        Türedi devletlerin üç günlük hafızasından çok daha fazlası var Türkiye’de. Bu tecrübe bugün harekete geçmezse, yarın daha büyük sorunların muhatabı olmak işten bile değil.