Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şöhreti çok sonradan bulmuş, ama herkesten daha fazla sevmiş iki entelektüel gözümüzün önünde sinir krizi geçirdi. Üstelik bir hafta arayla. Dahası toplumu kim haklı kim haksız diye bölmeyi başardılar. Türkiye’nin iki entelektüelin önderliğinde kamplara ayrılmasının okuryazarlık seviyemizle ilgili kimimizde yaratacağı iyimserliğe karşı temkinli olalım ama. Gelişmiş toplumlar entelektüellerin fikirlerini tartışır, bizse Türkiye’de Vedat Milor ve İlber Ortaylı’nın fazlasıyla magazin programlarından fırlamış tepkileriyle kendi kendimizi oyalıyoruz. Elimizdeki malzeme bu, ne yapalım.

        Biri neden fotoğrafının çekildiğinden şikayetçi, diğeriyse, anladığım kadarıyla, kendisine neden biat edilmediğinden. İkisi de abartılı frapan tepkiler veriyorlar; şirretlikleri gazino afişinde adının yukarıda yazılmasını isteyen sahne sanatçılarını andırıyor. Halbuki ikisine de Türkiye gazinosunda biçilen rol Ateşböcekleri. Toplum onların fikrilerinden faydalanmıyor. Ortaya attıkları herhangi bir kavramla hayatımız değişmedi, dünyayı algılayışımızda yeni bir pencere açılmadı.

        Bu kadar takip edilmelerinin ve ilgi çekmelerinin nedeni içten içe profesör seviyesine ulaşmış, yıllarını akademiye vermiş insanların da zamane şöhretlerden çok farklı olmadıklarını görmemiz. Bu açıdan bizden farkları olmadığı, bizlerle aynı kusurlara sahip oldukları için kendimizi iyi hissediyor olabiliriz. Seda Sayan’ın Erol Köse’ye çemkirmesini yeteri kadar “şık” bulmadığımız için de aynı tadı Milor ya da Ortaylı’dan aldığımızda vicdanımızı rahatlatıyoruz.

        Elbette kendileri de bunun farkında. Hangi yola girdiklerini biliyorlar. Belli ki geç gelen şöhret hoşlarına gidiyor. Maddi karşılığı olduğu da ortada. Zaten bu yüzden değirmene kendi kendilerine su taşıyorlar.

        İLK BAŞTA HAKLI GİBİ

        İlk bakışta motor fonksiyonlarını etkileyen bir hatalığı olan, bu da dış görünüşüne yansıyan Vedat Milor izinsiz görüntüsünün çekilmesine kızmakta haklı. Akıllı telefonlarla birlikte metroda, lokantada, uçakta sıradan insanlar kendilerini paparazzo rolüne koyup hafif şöhret olan birinin istedikleri gibi görüntülemeyi kendilerinde hak olarak görüyorlar. Kimileri bu fotoğrafları satıp para kazanıyor.

        Steve Jobs’ı gerçekten o son fotoğraf karesindeki gibi görmek ister miydik? Steve Jobs hiç kimsenin rızası olmadan görüntüsünü çekmedi. Ama Milor çekti. “Rıza” konusuna bu kadar hassasiyet gösterirken izinsiz görüntüsünü alan lahmacuncuya aynı hassasiyetini göstermiyor. Arkadaşları yemek yemeye bir yere geliyorlar, daha önceden bir çekim ayarlanmamasına rağmen sosyal medyadaki markasına malzeme olsun diye kendi kendilerine görüntü alıyorlar zaten. Mekandan izin alındı mı, başka müşterilerin rızası var mı gibi sorular havada. Sonradan kendi görüntüsü çekildiğini fark ediyor ve tepki gösteriyor.

        Ama tepkisini de karşısındakinin izni olmadan kaydediyor ve sosyal medyada paylaşıyor. Hiç kimsenin yaşlı bir diva tarafından azarlanırken görüntülenmek isteyeceğini sanmıyorum. Fakat ne tuhaf, sosyal medyada Milor tarafından rezil edildikten sonra hala Milor’dan kabul görme peşindeydi. Gerçekten reklamın iyisi kötüsü olmuyor.

        BİLMEDİĞİ ÇOK KONU VAR

        İlber Ortaylı’nın derdi şöhret değil, zaten kendisinden öte şöhret olmadığını biliyor, daha ilk dakikada maça önde çıkıyor. Ancak giderek daha fazla karikatürleşiyor ve kendisine sonsuz biat edilmesini istiyor. Zaman zaman çok fazla hata yapıyor, hatta benim sınırlı tarih bilgimle bile yakalayabileceğim kadar basit hatalar yapıyor. Zaten o kadar çok konuşuyor, o kadar farklı konuda fikir beyan ediyor ki yanlış yapmaması imkansız. Birçok konuyu bilmediği de belli. Belli ki Ortadoğu bu konulardan biri.

        Bildiği sadece harita. Zaten geyikle kaynattığı Mülkiye’deki derslerinde de öğrencilerine sınav sorusu olarak sadece harita sorardı. Ama bugünkü Ortadoğu sadece harita çizmeyi bilerek anlaşılabilecek bir coğrafya değil. Hayatını bu konuya adayanlar bile ne olduğunu tam olarak kestiremiyor, değişen dinamiklerini adlandıramayıp beklemeyi tercih ediyor.

        FETÖ okulları kitabından beri entelektüel üretimi sözlü kültürle sınırlı Ortaylı’nın. Akademik üretimi yok denecek kadar sınırlı. Yakın tarihe dair söyledikleri bile anekdotla sınırlı: “Topkapı Sarayı’nda müdürdüm, Barzani ziyarete geldi.” Araya bir-iki Arapça, iki yüz yıl öncesinden ansiklopedik bir bilgi, bir de tepeden bakma tavırla “Okuyun, açıp bakın, kitap okuyun,” deyince her konuda uzman sayılıyor—ortalama ve vasat çoğunluk için.

        Bu sefer belli ki soru çalışmadığı yerden çıktı. Herkes sınavda harita çizdirecek diye bir kural yok sonuçta. Tartıştığı Soli Özel’in “What is war?” veya “What is peace?” gibi lisans öğrencilerine sorduğu tek soruluk sınavları benim gibi öğrencilerinin kabusu olmuştur. (Lisans öğrencisine finalde doktora yeterlilik sınavı gibi soru sorulur mu, o ayrı konu gerçi.) Uluslararası İlişkiler alanında Türkiye’nin yurtdışında da en çok dinlenen akademisyenlerinden biri.

        İlber Ortaylı’nın kendisinden fazla bilgili birine tahammülü yok. Programı dikkatli izleyin; orada otursa, karşısındakinin konuşmasına fırsat verse, dinlese, bir tartışma ortamı oluşacak ve kendisi de katkıda bulunmak zorunda kalacak. Ama masadan kalkarak bu ihtimali yok ediyor, böylece kendisinin söyleyecek sözü olmadığının da üzerini örtüyor. Aslında mesele bu kadar basit. Hiç kimse yaşına hürmeten onun her dediğini koşulsuz kabul etmek zorunda değil. Kaldı ki televizyonun kıymetli saat dilimleri yaşlılara saygı göstermek için ayrılmıyor.

        Vedat Milor ve İlber Ortaylı da kısa süre önce bir tercih yaptı. Kamusal entelektüel olmaktansa magazin şöhreti olmayı kendilerine daha uygun gördüler. Oyunu da kuralına göre oynuyorlar işte. Cazgırlaşmak bu işin fıtratında var.

        Soli Özel bütün bunlara ne diyor

        Şeffaflık adına not: Uzun yıllar Habertürk’te köşe yazan Soli Özel üniversiteden hocam ama beni sınıfta bıraktı, sonradan da kendisiyle düzenli olarak iletişimde kalmış olmama rağmen bana ihtiyacım olduğunda akademik referans mektubu vermedi.

        Onu aradığımda Viyana’daydı ve televizyon tartışmasını çoktan unutmuştu. Sadece ne demek istediğini, lafı bölünmeden sözün nereye varmak istediğini ve Suriye konusunda yarım kalan analizini merak ettim. Okan Bayülgen konuşmayı değil dinlemeyi bilseydi konu bu kadar uzamaz, ben de yanıtı alabilirdim.

        Ortaylı’nın lafı ağzına tıktığı Soli Özel tartışmanın Suriye diye bir devlet olup olmadığından çıktığını söyledi. Ama asıl konu o değildi, zaten bugünkü sınırlar da 19 yüzyılda Mithat Paşa’ya dayanıyor.

        Özetle, ekranda söylemek istedikleri:

        • “Bugüne kadar Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz deniyordu. Behlül Özkan'ın dediği gibi Soğuk Savaş'tan kalma red cephesinin bittiğinin görüyoruz. Şimdi yaşananlara tipik Türk gözlemci olarak bakarsanız Büyük Ortadoğu Projesi bitti diye yorumlarsınız. Ama onun ötesine geçerseniz arkaik rejimlerin içten içe çökmeye başladığını görürsünüz. Irak dışarıdan müdahaleyle çöktü. Kuzey Afrika'da, red cephesinden olmayan Tunus ve Mısır, biri askeri biri sivil darbeyle çöktü; ardından restorasyon oldu. Esad da belki daha önce gidecekti, ama şimdi gitti.”
        • “Patrick Seale’in ‘Struggle for Syria’ kitabında vurguladığı gibi Suriye yeri itibarıyla kendisi olaylara yön veremeyen ama başkalarının yön verme gücüne çomak sokma özelliği olan bir ülkeydi. Şimdi bu ortadan kalktı.”
        • “İsrail için çok iyi oldu deniyor ama emin değilim. Çünkü bugüne kadar Esad’la dengeli bir ilişki sürdürüyordu İsrail. Hatta 1974’teki mutabakattan beri—1982’deki istisna dışında—karşı karşıya gelmediler. Suriye’deki iç karışıklık olmaya başladıktan sonra da Esad’la devam etmeye karar verdiler.”
        • “Şimdi Ortadoğu’da yeni bir denklem var, birkaç parçaya bölünmüş bir Suriye gözüküyor. Taliban benzeri bir rejim Suriye’nin DNA’sına uygun mu? Cihatçı gibi bir Suriye rejimi çok garip olur.”