Görecilik, insanın sahip olduğu bütün bilgilerin ve değerlerin göreli olduğunu öne süren öğretidir. Göreli, bir başka şeye bağlı olması ve bir başka şeye göre olandır. Göreli olma koşullu olmayı, belli ilişkiler içinde geçerli olanı da ifade eder. Görecilik, bilgide olduğu gibi ahlakta da genel geçer, salt değerleri olmadığını, bütün değerlerin çağlara, toplumlara, kişilere, kültür durumlarına, yaşama biçimlerine göre değiştiğini öne sürer. Görecilik, kişiden kişiye değişmeyen nesnel bir hakikat, herkes için geçerli mutlak doğrular bulunmadığını, hakikatin ya da doğruların bireylere, toplumlara ya da çağlara göreli olduğunu savunan anlayıştır. Görecilik (relativizm), belli bir şüpheciliği de içeren bir anlayış olarak dikkat çeker.
Epistemolojik ve ahlaki görecilik olmak üzere iki tür görecilik vardır. Bilginin ve ahlaki-siyasal değerlerin nitelikleri konusundaki tartışmanın, felsefede Antikçağdan günümüze kadar sürdüğü saptanabilir. Söz konusu tartışmalarda ortaya çıkan başlıca iki yaklaşım vardır: nesnelcilik ve görecilik. Nesnelciler ve göreciler arasındaki tartışma, Platon'un Sofistleri eleştirmesi ve Protagoras'ın göreciliği adlandırmasından beri devam etmektedir. Sofistlerin ve şüphecilerin göreciliği, tarihsel bir bakış açısına dayanmaz. Görelilik problemini tarihselci yaklaşımla ele alan Dilthey olmuştur. Sofistler duyusal gerekçelere ve algı farklılıklarına dayalı bir relativist bilgi görüşü ortaya koymuşlarken, insanın içinde yaşadığı kültürel, tarihsel ve ideolojik sınırlamalardan ve koşullardan kaynaklanan bir tarihsel görecilik de söz konusudur. Tarih ve kültüre yönelik bilme ve anlama çabası bağlamında özellikle sosyal bilimler felsefesinde görecilik sorunuyla karşılaşırız.
Epistemolojik ya da bilişsel görecilik, evrensel bilgi ya da hakikat ölçütlerinin olmadığını, doğru olan ya da kabul edilenin yerel kültürlere, tarihsel veya sosyo-politik ilgilere içsel ve dolayısıyla göreli olan ölçütlerin bir fonksiyonu olduğunu iddia eder. Epistemolojik görecilik, bilim felsefesinde, bir teori ya da inançlar kümesinin diğerinden daha iyi ya da doğru olduğu yargısına varma imkanı verecek, evrensel geçerliliği olan bilimsel bir metodolojinin olmadığını öne sürer. Bu noktada bilimsel teorilerin mukayese edilemez olduklarını öne süren Kuhn ve Feyerabend'in bilim anlayışları anımsanabilir.
Göreci anlayışlar karşısında, felsefenin, çoğunlukla mutlak ve değişmez bir hakikat arayışı olarak anlaşılması oldukça yaygındır. Tek ve mutlak bir doğruluk/hakikat anlayışına dayanarak, felsefeyi evrenselin peşinde olan bir rasyonel düşünme faaliyeti sayanlar, felsefe tarihinde çoğunluğu oluştururlar. Platon'dan, Aristoteles'ten beri, felsefenin tanımını, çoğunlukla bu doğrultuda yapan düşünürler, evrenselin ulaşılmış ve ulaşılması amaçlanan bilgisine de evrensel doğruluk veya Hakikat adını verirler. Bu tanım, Batı felsefesinin de hatta antik Batı (Grek) felsefesinin etkisi altında gelişmiş olan İslam felsefesinin de yönünü belirleyen bir tanım olmuştur.
Nesnelci/evrenselci yaklaşımda felsefe, genelin ve tümelin bilgisini elde etme çabası olarak düşünülmektedir. Ancak buna karşılık tümeli reddeden şüphecilerden, agnostiklerden, bazı sofistlerden ve rölativistlerden, onu sadece ad sayan nominalistlere, bazı duyumculara, nihilistlere ve irrasyonalistlere kadar; bir kısım filozof için "felsefe"den anlaşılan şey farklı olmuştur. Bunların ortak yönleri, felsefeyi evrenselin bilgisine, Hakikat'e ulaşma çabası olarak anlamayı reddetmeleridir.
İlkçağdan günümüze kadar düşünce tarihinde göreci felsefeler olmakla birlikte, özellikle modern çağda göreci ve şüpheci anlayışların daha güçlü ve yaygın biçimde geliştikleri söylenebilir. Bilindiği gibi Orta Çağ felsefesi dinsel düşüncenin egemenliği altındadır. Bu dönemde temel problem Mutlak varlığın (Tanrı), varlığının temellendirilmesi ve iman ilkelerinin güçlendirilmesidir. Bu nedenle tekilci ve göreci (relativist) eğilimlerin ancak Yeniçağın başlangıcına doğru ortaya çıktığını saptayabiliriz. Ancak Orta Çağ'da da özellikle "nominalizm" olarak adlandırılan felsefe akımı içinde göreciliği besleyen unsurların bulunduğu saptanabilir. Özellikle "tümeller tartışması" olarak bilinen tartışmalar kapsamında nominalizm genelgeçer ve insan-üstü, tarih-üstü bir hakikat/doğruluk anlayışına yönelik önemli eleştiriler yöneltmiş bir düşünce akımıdır.
Yeniçağda ise görecilik, etkin ve yaygın bir anlayış olarak görülebilir. Görecilik, hakikat/doğruluk, iyilik ve güzellik gibi değerlerle ilgili olarak, alternatif görüşlerden üstün olabilecek bir görüşü reddeder. Çünkü bilgi, ahlak, politika, estetik vb. konulardaki bir görüşün kendini diğer görüşlerden daha haklı ve üstün gösterebilecek bir temeli ya da dayanağı söz konusu değildir. Bu bağlamda görecilik, düşünce alanında çoğulculuğu beslediği kadar aynı zamanda şüpheci ve nihilist anlayışların güçlenmesine de zemin oluşturmuştur.
Görelilik sorunu, yalnızca epistemolojiyle sınırlı bir sorun olmayıp, tarih, kültür ve ahlak felsefesinde de önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde görelilik problemi, daha çok etik ve kültürel problemler bağlamında tartışılmakta ve çoğunlukla "etik görecilik" ve "kültürel görecilik" kavramları kullanılmaktadır. Sosyal bilimlerin ve özellikle kültürel ve sosyal antropolojinin gelişimiyle birlikte, farklı toplumlar ve kültürlerin araştırılmasından elde edilen kanıtların çeşitli yorumları kültürel ve moral göreceliğe yeni bir destek olmuşlardır.
YAZAR
Mustafa Günay