Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi İnsan Felsefesi Nedir?

        Felsefi antropoloji de denen insan felsefesi, bir yandan bilimlerin geliştirdiği bilgilerden yararlanarak belirgin bir insan fikrini şekillendirmeye, bir yandan da doğa bilimleri ile insan bilimleri ya da manevi bilimlerin sonuçlarını birbirine bağlamaya çalışan daha çok antropoloji merkezli bir felsefe disiplinidir. Bütün bunlar, insan varlığının temel niteliğini ya da özünü kavramaya ve daha da ötesi bu varlığın anlamını metafizik yönden değerlendirmeye yönelik bir ilginin ögelerini meydana getirir. Bu felsefe tutumu, genel anlamda insan varlığının bir felsefesi olmak iddiasıyla ortaya çıkar.

        Felsefe tarihi boyunca filozofların çoğunluğunun düşüncelerinde insan anlayışı olarak ayırt edici bir "antropoloji" olduğu söylenebilse de felsefede belirli bir disiplin olarak insan felsefesi, 20. yüzyılda ortaya çıktı. 1920'lerde, Almanya kültür ortamında gelişmeye başlamasından bu yana, insanların davranışlarını hem sosyal çevrelerinin etkisi hem de kendi kendisinin oluşturduğu değerlerin sonucuna bağlamaya çalışan bir anlama girişimi olarak insan felsefesi, epistemoloji, etik, metafizik, estetik gibi diğer geleneksel alt disiplinlerle rekabet eden felsefi bir disipline dönüşmüştür.

        İnsan felsefesinin sorun haline dönüştürdüğü "İnsan nedir?" sorusu insanı tanıma açısından önemli bir çıkış noktasıdır. Zira insandan hareket edilmesi gerektiğini vurgulamayan neredeyse hiçbir düşünce biçimi yoktur. Çünkü Johan Wolfgang von Goethe'nin (ö. 1832) dediği gibi "İnsan kendini yalnızca insanda tanır." Bu nedenle hem felsefi hem bilimsel hem de dini yaklaşımlar insanı tanıma ve onun neliği, gerçekliği ve maddi unsurları üzerine görüş sahibi olma arzusunu her zaman devam ettirmişlerdir. Ayrıca insanın hem kendini hem de kendi dışındaki dünyayla olan ilişkisini anlama ve anlamlandırma çabası da bu sorunun dışında düşünülemez.

        Modern bilim, eski evren anlayışını tamamen değiştirmiştir. İnsanlık, baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir çağın yeniliklerine tanık olmaktadır. Evrenle ilgili eski açıklamalar ise tarihin oldukça ilgi çekici örnekleri olarak varlığını devam ettirmektedir. Fakat insanı tanıma ve sorunlarını çözmede aynı oranda gelişme ve başarı sağlandığı söylenemez. İnsanla ilgili sorunlar geçmişte olduğu gibi bugün de varlığını sürdürmektedir. İnsan kendisini tanıma olayını gerçekleştirmeden, bilimin aydınlatıcı yolu insanı hiçbir yere götüremez. Çünkü doğa bilimlerindeki başarılara baktığımızda insanın bilim dünyasında kazandığı hayret verici başarılara rağmen kendi varlığının, yaşamının anlamını kavramadaki eksikliğinin trajediye dönüştüğünü görebiliriz. Bu trajediden kurtulmak için insanın, varlık bütününü meydana getiren unsurların bilinmesine yönelik çaba içerisine girmesi gerekir. Bu çabanın bir yönünü antropologların insan evrenine yönelik gerek genel gerekse özgül boyutları ile incelemeleri oluşturur. Bu araştırmalarda insan, genel evrim içindeki binlerce yıllık geçmişe gider. Ayrıca insandaki biyolojik ve kültürel değişimler de bu sürecin içindedir. Burada insan yaklaşık iki milyon yıl önce ateş kullanan, avcılığı beslenme düzeninin önemli bir parçası haline getiren, koşabilen, taş aletler yapabilen, insan türü olan "homo erectus"dan, dil ve bilince sahip olan aklının ona sunduğu "özgürlük" ve "irade" ile düşünen varlık olarak "homo sapiens"e dönüşmüştür.

        Diğer yönünde ise felsefi antropoloji konusu olan insanı, "İnsan nedir?" sorusu ile felsefenin merkezine almıştır. Felsefede insanı açık bir şekilde merkeze alan ilk düşünürler sofistlerdir. Protogoras'ın (ö. MÖ 420) "İnsan her şeyin ölçüsüdür" sözü Grek felsefesini insana yöneltmiştir. Bu yönelme, felsefe için yeni düşünce eğilimi olarak asıl yetkin biçimini Sokrates döneminde kazanmıştır. Ernst Cassirer'in (ö. 1945) ifade ettiği gibi "Biz, Sokrates'ten (ö. MÖ 399) öncekileri Sokrates'ten ayıran sınır taşını insan sorununda buluyoruz." Sokrates "İnsan nedir?" sorusunu insanı sorgulayarak temellendirmeye çalışır. Daha sonra aynı sorgulama stoalılarda da "kendini-sorgulama", insanın ayrıcalığı ve ödevi olarak karşımıza çıkar.

        Rönesans ile birlikte insan yeniden keşfedildi. Orta Çağ'daki din ve tanrı merkezli anlayıştan, içkin olarak insana geçiş gerçekleşti. Rene Descartes'te (ö. 1650) insan değil, onun bilinci araştırma konusu yapılmaya başlandı. Descartes, "bizi insan yapan ve hayvanlardan ayıran biricik şey olan akıl ya da sağduyu her insanda bütün olarak bulunmaktadır" ifadesi ile insanın özü akla bağlandı. Böylece insan felsefesinin esası olan insana dönüş, özneye dönüşü öne çıkardı. Özne olan insan nesnel varlık düzeninin değil, öznel bir bilgi dünyasının merkezi oldu. Buradan "İnsan nedir?" sorusu giderek felsefenin en temel soruları arasına girmeye başladı. Günümüz insan felsefesi disiplininin oluşmasına bu noktadan itibaren Kant öncülük etse de Max Scheler (ö. 1928) ve Cassirer gibi düşünürlerin düşünceleri ile bağımsız felsefe alanına dönüştü.

        "İnsan nedir?" sorusunu kendisinden önceki insan görüşlerinden farklı olarak bir insan felsefesi sorununa dönüştüren ilk filozof Immanuel Kant'tır (ö. 1804). O, her ne kadar felsefi antropolojinin kurucusu değilse de insanı bağımsız bir araştırmanın konusu yapmıştır. Kant'ın insana bakışı; varlık, bilgi ve ahlak kavrayışından bağımsız değildir. Onun varlık evrenini "görünüş" ve "kendi başına varlık" olarak, bilgiyi apriori ve aposteriori; ahlak alanını da özgürlük, kişilik ve ahlak yasası şeklinde ayırması, insanda doğal varlık ve akli varlık ikilemine karşılık gelir. Kant'taki bu ikili yaklaşımda insanın doğal varlığına aposteriori, otonom varlığına da apriori bilgi; aynı şekilde insanın görünüşünden ibaret olan doğal tarafına eğilimler, otonom yanına da özgürlük, kişilik ve ahlak yasaları karşılık gelmektedir.

        İnsanı bağımsız ve özel bir bilgi objesi olarak inceleyen ve insanın kendisini bir varlık alanı sorunu olarak gören ilk düşünür Max Scheler'dir (ö. 1928). 1920'lerde Scheler felsefi antropolojinin bir disiplin olarak temelini atmıştır. İnsanı "rasyonel bir hayvan" (geleneksel olarak Aristoteles'ten beri olduğu gibi) olarak değil, aslında sevgi dolu bir varlık olarak tanımlamıştır. Böylece insan ilk kez kendisine, kendi sorunlarına ve fenomenlerine dönmüş ve kendi kendisini özel bir felsefe dalının araştırma konusu yapmıştır. Birçok makalesinde ve özellikle İnsanın Kosmozdaki Yeri başlıklı yapıtında Scheler, insanın özünü yeni bir başlıkla ele alarak, insanla diğer canlılar arasındaki bağı sorgular. Bunu yaparken insanın neliğini bitki ve hayvanla ilişkisi açısından inceler ve aynı zamanda insanın kendine özgü metafizik yerine değinir ve "insan" kavramının iki anlamından söz eder. Bunlardan birincisi morfolojik bakımdan omurgalı ve memeli hayvanlar sınıfının bir alt türü olarak insanın sahip olduğu ayırt edici özelliktir. İkincisi ise birincisine, doğa sistematiğinin kavramına karşıt olarak insanları öz (nelik) kavramı olarak adlandırmasıdır. İnsanı yaşayan başka hiçbir canlı türüyle karşılaştırılamayacak olan, kendine özgü yerini kazandıran bu yönüdür. İşte Scheler insanın bu ikinci yönünü sorun haline dönüştürür. 

        İnsanı doğrudan bir çalışma alanı olarak gören düşünürlerden biri de Ernst Cassirer'dir (ö. 1945). Felsefe geleneğindeki insan anlayışları, bilimin bakışı özellikle biyolojideki gelişmeler, toplumsal bilimler ve tinsel bilimler Cassirer'in insan görüşünde önemli rol oynamıştır. "İnsan nedir?" sorusuna verilen farklı yanıtları gözden geçirdikten sonra "İnsan felsefesine psikolojik içe bakış, biyolojik gözlem, deney ile tarihsel araştırmanın dışında bir başka bakış açısı var mı yok mu?" sorusuna yanıt aramıştır. Hem Simgesel Biçimler Felsefesi adlı yapıtında hem de İnsan Üstüne Bir Deneme'sinde kendi seçeneğini ve yaklaşımını ortaya koymuştur.

        Cassirer'de insan başarısı olan her şey simgeseldir. İnsan bu başarısını yaşadığı fiziksel evrende değil, bir simgesel evrende gerçekleştirir. Dil, mitos, sanat ve din bu evrenin parçalarıdır. Onlar simgesel ağı dokuyan değişik iplik, insan yaşantısının değişik dokularıdır. İnsanın düşünce ve deney alanındaki başarıları bu dokuyu güçlendirir. İnsanın dünya ile olan ilişkisinde dünyanın insana açıldığını ve insanın katı olgular içinde yaşamadığını, tersine simgesel duyguların, umut ve korkuların, yanılgı ve yansımaların, kuruntu ve düşlerin ortasında yaşadığını söyler. Dil, din, sanat ve bilim ile insan kendi dünyasını kurar. Bu dünya Cassirer'de insanın kendine özgü yaşantılarını anlamasını ve yorumlamasını, eklemleyip düzenlenmesini, birleştirip evrenleşmesini sağlayan simgesel bir dünyadır. Simgeler bütünü, kültür dünyasından başka bir şey değildir. Cassirer'de bir bütün olarak ele alınan insan kültürü insanı özgürleşme süreci olarak betimlenmiştir. Dil, sanat, din, bilim bu süreçteki çeşitli evrelerdir. İnsan bunların hepsinden yeni bir gücü kendine özgü bir dünya, düşünsel dünya kurma gücünü bulur. Felsefi araştırmalar bu düşünsel dünyada temel bir birlik bulma çabasıdır. Cassirer insanı anlamayı felsefi düşüncenin en büyük görevi olarak görmüştür.

        Felsefi bir disiplin olarak insan felsefesinden söz ederken bu alandaki çalışmaları ile önemli katkı sağlayan Takiyettin Mengüşoğlu (ö. 1994) da dikkate alınmalıdır. Mengüşoğlu, insan felsefesiyle insanın kendisine, kendi sorun ve fenomenlerine döndüğünü, bununla da insanın özel bir felsefe dalının konusu yapıldığı görüşündedir. Onun insan felsefesi anlayışında etkili olan felsefi kaynaklar Kant, Scheler ve Hartmann'a aittir. Sonuç olarak sözü edilen düşünürlerin araştırmalarında insanın yeteneklerinin biyolojik ve psikolojik analizi değil, bilgiden, bilimden, sanattan, teknikten, dinden, devletten vb. oluşan insan başarıları vurgulanmıştır. Bu da insanı, bilen varlık, isteyen varlık, inanan varlık, devlet kuran varlık vb. olarak görmek demektir. İşte felsefenin bu dalına insan felsefesi ya da felsefi antropoloji adı verilir.

        YAZAR

        Abamüslim Akdemir