Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Marifet Nedir?

        Sözlükte tanımak, bilmek, bilgi, ikrar, itiraf ve kabul etmek anlamına gelen marifet, irfan kelimesi ile aynı anlamı ifade eder. Marifet kelimesinin çoğulu olan maarif Türkçede öğrenim, kültür ve hüner anlamında kullanılmaktadır.

        İlim kelimesi de bilmek ve bilgi anlamındadır, ancak ilim genellikle tümel bilgileri ifade ettiği halde marifet düşünerek ve deneyerek kazanılmış tikel ve ayrıntılı bilgileri ifade eder. Bu sebeple Allah, Alim ve Alim'dir dendiği halde Allah ariftir ve marifet ehlidir denmez. İlim Allahu Teala'nın, marifet ise kulun sıfatıdır. İlmin karşıtı cehl ve cehalet, marifetin karşıtı inkar ve tanımamadır. İlimle marifet arasında bahsedilen şekilde anlam farklılıkları mevcut olmakla beraber her ikisi de aynı anlamda da kullanılabilmektedir. 

        İslam kültüründe marifet, irfan ve arif kelimeleri daha ziyade sufiler tarafından kullanılmış, hatta tasavvufa irfan ve sûfiye arif dendiği de olmuştur. Sufiler ilim kelimesini irfan anlamında kullanırlar. Alim billah (Allah'ı bilen) deyimi ile Arif billah (Allah'ı tanıyan) ifadeleri aynı anlama gelmektedir.

        Tasavvufta marifet çok farklı şekillerde tarif edilmiştir. Tarifler sufilerin meşrep, makam ve mertebelerine göre değiştiği gibi muhatabın ve müridin seviyesine göre de değişmektedir. Belli bir sufinin marifeti birkaç şekilde tanımladığı da olur. Tarifler arasında farklılığın hatta zıtlığın bulunması aralarında çelişkinin bulunduğu anlamına gelmez. Marifet çok kapsamlı bir kavram olduğundan mevcut tariflerden her biri bu kavramın belli bir yönüne ve niteliğine işaret eder. Bu tariflere göre marifet, Allahu Teala ve O'nun isimleri, sıfatları, fiilleri ve tecellileri hakkında manevi tecrübeyle doğrudan elde edilen bilgidir. Burada manevi tecrübeden maksat belli bir usul dahilinde nefsi terbiye ve kalbi tasfiye ederek kendini marifeti kabule hazırlamaktır. Zira marifet, nefs mücahedesini gerçekleştiren salike Hakk Teala'nın bir hibesi ve bir lütfudur. 

        Sûfilere göre Allahu Teala'nın zatı ve künhü bilinemez. O'nun zatı mutlak gaybdır. Bu anlamdaki gayb insanın bilme ve tanıma gücünü aşar. O, mütealdir. Allah'ın yarattıkları üzerinde düşününüz, zatı üzerinde düşünmeyiniz." ifadesi bu hususu anlatır. Bu sebeple Allahu Teala'nın isim, sıfat, fiil ve tecellileri hakkında marifet-bilgi sahibi olmaktan maksat bunların işlevleri, alem ve insanla ilişkileri hususunda marifet-bilgi sahibi olmaktır. 

        Başta insan, diğer canlılar, bitkiler ve cansız maddeler olmak üzere evrendeki her şey Hak Teala'nın isim, sıfat, fiil ve tecellileriyle ilişkilidir. Bu tür ilişkilerin bir kısmı duyular ve akılla az çok herkes tarafından bilinebilirse de diğer bir kısmı ancak vahiy ve ilhamla bilinir. Akıl ve duyularla bilinen kısmına maddi alem, vahiy ve ilhamla bilinen kısmına mana-gaib alem denir. Allahu Teala'nın evliya denilen özel kulları belli bir nefs terbiyesinden ve ruhsal arınmadan sonra mana alemindeki hususlar hakkında Allahu Teala'nın dilediği kadar bilgi sahibi olurlar, daha doğrusu Allah bu marifeti ve irfanı onlara hibe eder. 

        Kur'an'da: "Ey iman edenler! Eğer takva üzerine olursanız o size bir Furkan verir." (Enfal, 8/29) buyrulmuştur. Diğer bir ayette "Allah'ın kalbini İslam'a açtığı kimse Rabb'inden bir nur üzere bulunur." (Zümer, 39/22) buyurulur. Furkan, hak olanı batıldan, doğru olanı yanlıştan ayırt etmeye yarayan ilahi bir nurdur. Basiret ve feraset nuruyla bakan dindar bir mümin başkalarının göremediği mana alemindeki sır, hikmet ve hakikatleri görebilir. Nitekim Ebû Osman Mağribi (ö. 893): "Arif ilim nuruyla bakar ve gayptaki acayip şeyleri görür." demiştir. Cüneyd-i Bağdadi (ö. 909), kendisi sustuğu halde sırrından Hakk'ın konuştuğu kimse ariftir, marifet ehlidir." der.

        Kudsi bir hadiste Allahu Teala: Ben, beni seven velilerinin gören gözü, işiten kulağı olurum." buyurmuştur. Böyle bir ermiş başkalarının göremedikleri şeyleri görür, işitemedikleri sesleri işitir. Nefs mücahedesi yapan müminlere Hak Teala kendisine ulaşan yolu gösterir. (Ankebût, 29/69)

        Sufilerce marifet konusunda bazı tanımlar yapılmıştır: Marifet ehli olanların sultanı kabul edilen Bayezid-i Bistami (ö. 848?), bu marifeti neyle buldun diye soranlara "aç karın ve çıplak bedenle" demiştir. Yani arif olmak için Hakk'a giden yolda çile çekmek lazım.

        Yine sufilerin büyüklerinden Şibli'ye (ö. 946) göre, marifetin evveli Allahu Teala'dır, ahirinin nihayeti yoktur. Marifet dalgalanan bir deryadır, çeşitli mertebeleri, halleri ve şekilleri mevcuttur. İlahi marifet sınırsız ve sonsuzdur. İnsan ise her yönden sınırlı ve sonludur. Sonlu, sonsuzu ihata edemez, tam olarak kavrayamaz. 

        Sehl b. Abdullah (ö. 896) marifetin ulaştığı son nokta dehşet ve hayrettir, Zünnûn-ı Mısri (ö. 859?) ise "Allah hakkında en çok marifeti olan O'nunla en fazla hayret edendir." demişlerdir. Burada hayretten maksat bir şeyin azameti ve ihtişamı karşısında duyulan hayret türünden bir hayret olduğundan arifler; "Rabbim! Hayretimi ziyade kıl" diye dua ederler.

        Marifetin ve marifet ehli olmanın alametleri vardır, bunlar: Arifin marifeti arttıkça Allah korkusu ve heybet de artar. Allah hakkında marifet sahibi olanın ömrü safalı ve hayatı hoş olur. Allahu Teala ile ünsiyet eder, O'ndan başka kimseden korkmaz, maddi şeylere rağbet etmez. Marifet hayayı ve hürmetkar olmayı gerektirir. Ebû Muhammed Ruveym'e (ö. 915-16) göre arif için marifet ayna gibidir. Bu aynaya bakınca Mevlasının kendisine tecelli ettiğini görür. 

        Marifet konusunda iki şey çok önemlidir: Kendini bilme anlamına gelen marifet-i nefs ve Rabbini bilme anlamına gelen marifetullah. Nefs hakkındaki marifet Rab hakkındaki marifete ulaşmanın aracı olduğundan nefsini bilen Rabbi'ni bilmiş ve tanımış olur, denilmiştir. Allah'ı Baki, Kadir, Gani ve Alim olarak tanımak kendini fani, aciz, fakir ve cahil olarak tanımak anlamına gelir.

        Allahu Teala'ya dış alemden de gidilir ama iç alemden, nefsten ve mertebelerinden giden yol daha kısa ve kolaydır. Sufiler: "Sen seni bil, sen seni", "Kendinde ara, kendinde bul!" sözüyle bu hususa işaret eder, "Yere ve göklere sığmayan Hak Teala, mümin kulunun kalbine sığmıştır." derler.

        Cüneyd-i Bağdadi, arifin gerçekten marifet ehli olması için iyinin de kötünün de üzerine basıp yürüdüğü yer gibi olmalı, herkesi gölgelendiren bulut gibi, sevdiğine de sevmediğine de su ulaştıran yağmur gibi olmalıdır, der. Bu tarif aynı zamanda sûfinin de tarifidir. 

        Arif hal ehlidir, kendinden geçmiştir, mana alemindedir. Ebubekir Vasıti (ö. 932'den sonra), Hak Teala hakkında marifet sahibi olan her şeyden kopar, daha doğrusu lal olur, dili tutulur, bir şey söyleyemez, demiştir. Arifler mana alemiyle ilgili hususları aralarında hal diliyle konuşurlar, kendilerine yabancı olanlar onlardan bir şey anlamazlar, dilsizin dilini onun anası bilir, bunun gibi gayb ehlini gayb ehli anlar derler.

        Marifet aleminin ihtişamı, azameti, sırları, hikmetleri ve hakikatleri hususunda seyr ü temaşaya dolanlar hallerini sözle anlatamadıklarından sükût ederler. Lal olurlar, dilleri tutulur. Sûfiler bu konuda Hz. Ebubekir'in (ö. 634) şu sözünü dile getirmekle yetinirler: Kulun Hak Teala'yı idrakten ve tam olarak tanımaktan aciz olduğunu bilmesi O'nu idrakin ve marifetin ta kendisidir.

        Tasavvuf tarihinde marifet ve irfan sahibi arifler olduklarını iddia edip dini ve hukûki yükümlülüklerin kendilerinden düştüğünü söyleyen ibahiyecilere her zaman rastlanmıştır. İlk sûfilerden ve ariflerden olan Zünnûn-ı Mısri bu konuda arifin alameti üçtür demiştir: Sahip olduğu marifet nuru takva nurunu söndürmez, zahiri hükümlerle çelişen batıni bir bilgiden bahsetmez. Aziz ve Celil olan Allah'ın pek çok nimetlerine mazhar olması Allah'ın mahremiyet örtülerini yırtmalarına sebep olmaz.

        YAZAR

        Süleyman Uludağ