Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Mezhep Nedir?

        Sözlükte "gidilecek yer, gidilecek yol, görüş, doktrin ve akım" anlamlarına gelir. İslami ilimlerin teşekkülüyle birlikte özel bir mana kazanarak ilmi bir terime dönüşen mezhep kavramı, "dini konularda doğru ve bağlayıcı olan hükmü tespit etmek için takip edilen yöntem ve bu yöntemle elde edilen ilke, görüş ve uygulamalar bütünü" şeklinde tanımlanabilir. Bu ilke ve görüşler, İslam'a göre sahih dini inancın ne olduğu ve bu inanca göre nasıl yaşanması gerektiği hususundaki görüş ayrılıkları doğrultusunda özgün oluşumlara yol açmış ve bunlardan süreklilik arz edip ilmi birer geleneğe dönüşenler "mezhep" olarak anılmıştır. Dinin muhtelif sahalarına dair bilgilerin sistematik bir şekilde derlenip müstakil bilimlere dönüşme sürecinde öne çıkan mezhep, İslam'ın erken devirlerinde özellikle kelam ve fıkıh ekolleri için kullanılmıştır. İslamiyetin temel kaynakları ışığında sahih inancın tespitini ve inançla ilgili problemlerin çözümünü hedefleyen oluşumlara "kelami mezhep", bu inanç doğrultusunda insanın Allah'la ve diğer insanlarla ilişkilerini nasıl yürütmesi gerektiğini yani salih ve makbul amelin ne olduğunu belirlemeye çalışan oluşumlara ise "ameli mezhep" denir. Hadis, tefsir ve tasavvuf gibi ilimlerdeki oluşumlar inanç ve uygulamaya dair kapsamlı çözümler sunmadığı için mezhep olarak anılmazlar.

        Hz. Peygamber'in vefatı sonrasında müslümanlar, karşılaştıkları yeni meseleleri naslar (Kur'an ve sünnet) ışığında kendi görüş ve inisiyatiflerini de devreye sokarak çözmek için yoğun bir gayret sarf etmişlerdir. Bu gayret ile elde edilen bilgi ve çözümlerin, hem Hz. Peygamber'in sünnetinde zemin bulması hem de müslümanların hayatını makul bir şekilde düzenlemesi gerekiyordu. Bu durum, bir taraftan nasların özellikle de Hz. Peygamber'in sünnetini yansıtan rivayetlerin belli ilkeler dahilinde anlaşılmasını gerektirirken, diğer taraftan elde edilecek yeni çözümlerin yani ictihadların tutarlı ve geçerli yöntemlerle yürütülmesini gerekli kıldı. İlk nesillerin birikimini tenkitten geçiren hicri ikinci asır alimleri, dini bilgi, uygulama ve değerlerin makul bir zemine taşınması için kuşatıcı çalışmalar ortaya koydular. Temel öğretilerini Kur'an ve sünnet başta olmak üzere İslam'a özgü kaynaklara dayandıran mezhepler, kaynakların nasıl anlaşılıp yorumlanacağı, naslar ile hayat arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı ve bütün insanları ilgilendiren varlık, bilgi ve değerler gibi problem alanlarında İslami yaklaşımın nasıl belirlenmesi gerektiği hususunda bazı görüş ayrılıklarına düştüler. Mezhepleri birbirinden farklılaştıran bu ihtilaflar, dinin asli kaynaklarıyla açık bir karşıtlık sergilemediği sürece kabul edilebilir bulunmuş ve belli ölçüler dahilinde müsamaha ile karşılanmıştır. Mezheplerin oluşmasına yol açan çalışmaları yürüten hukuk bilginleri (fukaha), esasta aynı kaynaklara dayansalar da diğer dini ve hukuki muhitlerde de görüldüğü üzere pratik sonuçlarda farklılaşabilmişlerdir. Hukuk güvenliği açısından uygulama birliğine duyulan ihtiyaç ve çelişmezlik arayışı belirli bir yerde ve zamanda muayyen ictihadlara bağlanmayı gerekli kılmış ve söz konusu farklılıklar birkaç nesil boyunca sürdürülünce ekolleşmeler yaşanmıştır. Bir mezhebe bağlanmanın pratik açıdan kolaylık sağlaması ve tutarlı davranma hissi vermesi bireyleri de dini hayatlarında muayyen ictihadlara bağlanmaya yöneltmiş, bu da mezheplerin toplumda yerleşik hale gelmesi sonucunu doğurmuştur.

        Sünni alimler tarafından yapılan en genel tasnife göre kelami mezhepler, hak yolda olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılır. Hak yolda olmanın ölçütü, Hz. Peygamber'in sünnetine ilk nesil Müslümanların takip ettiği yola tabi olarak uymak diye belirlenmiştir. Bu yoldan giden gruplardan Maturidiler ve Eş'ariler ön plana çıkmış ve belli bir tarihten itibaren hakim iki Sünni kelam mezhebi haline gelmişlerdir. Erken dönemlerde selef alimlerinin benimsediği görüşler doğrultusunda şekillenen ve Ehl-i hadis olarak anılan oluşumlar da vardır ancak bunlar kapsamlı bir sistem geliştirmedikleri için mezhebe dönüşmemiştir. Tarih boyunca Hanefilikle iç içe seyreden ve özellikle Türk-İslam coğrafyasında yaygın olarak benimsenen Maturidilik, Ebû Mansûr el-Matüridi'ye (ö. 944) nispet edilir. Maturidi, dinin temellendirilmesi, akıl-nakil ilişkisi, bilginin kaynakları, imanın mahiyeti, özgür irade ve sorumluluk gibi konularda özgün görüşlere sahiptir. Ebü'l-Hasen el-Eş'ari'nin (ö. 935-936) görüşleri doğrultusunda gelişen Eş'arilik ise tarih boyunca Şafiilik ve Malikilikle büyük ölçüde bütünleşmiştir. Geç dönemlerde felsefi ilimlerle etkileşime giren Eş'ari kelamcıları özgün bir sentez ortaya koymuş ve kelam ilminin gelişmesine önemli katkılar sunmuşlardır. Hanbelilerin inançla ilgili konulardaki genel tavrı selef akaidini ehl-i hadis yaklaşımları doğrultusunda sürdürmek olmuştur. 

        Sünni mezheplerin dışında kalan kelam mezhepleri arasında Mu'tezile, Şia ve Haricilik önem arz eder. Akla aşırı vurgu yaptıkları ve bazı nasları yanlış yorumladıkları için Sünni kesimin tenkidine maruz kalan Mu'tezile, zamanla ortadan kalkmıştır. Şia ve Haricilik ise esas itibarıyla siyasi konulardaki görüş ayrılıklarının itikadi boyut kazanmasının ürünüdürler. Hz. Peygamber'in damadı Hz. Ali'nin soyundan gelenlere din ve siyasette otorite gözüyle bakan Şia, On İki İmam kolunun şekillenmesiyle istikrar bulmuştur. Harici mezhebi özellikle iman-amel ilişkisi ve tekfir konusundaki aşırı yaklaşımlarından ötürü dışlanmış ve yaygın bir kabule mazhar olamamıştır.

        Fıkıh sahasında II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirli bir fıkhi birikimi ve geleneği temsil eden fakihler bir fıkıh doktrinine mensubiyeti teorik olarak dile getirmeye başlamış ve bu oluşumlardan bazıları zamanla öne çıkarak hukukun bütün konu ve meselelerini kuşatan bir bütünlüğe ulaşmaları sayesinde mezhebe dönüşmüşlerdir. Bunlardan Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbelilik, günümüze kadar devam eden ve İslam dünyasında yaygın bir şekilde benimsenen fıkıh mezhepleridir. Bu dört Sünni mezhebin yanı sıra erken dönemlerde belli bölgelerde etkili olan ancak istikrarlı bir şekilde varlığını sürdüremeyen Süfyan es-Sevri (ö. 778) (Sevrilik), İbn Cerir et-Taberi (ö. 923) (Ceririlik) ve Davûd ez-Zahiri'ye (ö. 910) (Zahirilik) nispet edilen mezhepler de bulunmaktadır.

        Fıkhi mezhepler, özelde amelle ilgili nasların tarihsel gerçekliği ve anlamlarının tespiti, yorumlanması, ayetler ve hadisler ile yaşanan hayat arasında bağların kurulabilmesi için ilmi çalışmalar yürütmüş; bu sayede belli kural ve ilkeler dahilinde işleyen, iç irtibatlara sahip, tutarlı ve kuşatıcı görüşlerden oluşan sistemlere ulaşılmıştır. Bu faaliyeti ilk kez başarıyla tamamlayan Ebû Hanife'nin (ö. 767) tespit ettiği ilkeler ve ulaştığı ictihadların benimsenip sürdürülmesiyle ortaya çıkan fıkıh ekolü Hanefi Mezhebi adını almıştır. Kûfe'de doğup Irak'ın muhtelif şehirlerine, oradan da doğu İslam ülkelerinin büyük bir kısmına yayılan Hanefilik, İslam tarihinde görülen ilk fıkıh mezhebidir. Hanefilik Irak'taki ağırlığını zamanla yitirse de İran ve Türkistan şehirlerinde, Maveraünnehir'de, bugünkü Türki cumhuriyetlerin bulunduğu iç ve uzak Asya ülkeleri ile Kuzey Asya topraklarında, Hint alt-kıtasında ve Çin içlerinde yayılmıştır. Hanefilik, Anadolu ve Balkan coğrafyasının yanı sıra Suriye, Mısır ve Tunus gibi Arapların yaşadığı topraklarda da müntesip bulmuştur. Hanefilik, günümüz İslam dünyasında hem coğrafi açıdan hem de mensup sayısı bakımından en yaygın fıkıh mezhebi olma özelliğini sürdürmektedir.

        Ebû Hanife'nin genç bir çağdaşı olan Malik b. Enes (ö. 795), benzer bir çalışmayı Hicaz'daki bilgi birikimi ve süregelen dini yaşantı üzerinden yürüterek alternatif bir fıkıh sistemine ulaşmayı başarmıştır. Özellikle Medine halkının dini ve hukuki yaşantısının sürdürülmesi ilkesine yaslanan ve maslahat ilkesini önemseyen İmam Malik'in görüşlerinin öğrencileri tarafından sürdürülmesi ile Maliki Mezhebi ortaya çıkmış; bu mezhep Medine merkezli olarak Hicaz bölgesinde, ardından Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs topraklarında yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Günümüzde Hicaz'da nispeten zayıf olsa da Arap yarımadasının batısında, Mısır'ın güneyi ile Sudan ve çevresinde, Libya'dan Moritanya'ya uzanan hatta ve sahra-altı Afrika ülkelerinin çoğunda yaygın bir şekilde benimsenmektedir.

        İmam Malik'in öğrencisi olan Muhammed b. İdris eş-Şafii'nin (ö. 820) geliştirdiği fıkhi anlayış, İslam tarihinde yeni bir mezhebin doğmasına yol açmıştır. İmam Şafii, hem hocasının hem de Hanefilerin nasların tespiti ve anlaşılmasıyla ilgili geliştirdikleri yaklaşım ve teorileri birçok açıdan eleştirmiş ve özellikle hadis rivayetlerini daha fazla önemseyen bir anlayış geliştirmiştir. Şafii'nin hayatının son evresini geçirdiği Mısır'da ortaya çıkan Şafiilik, Irak ve Horasan bölgelerine yayılmış, zamanla merkez Arap coğrafyasının en yaygın mezhebine dönüşmüş, sonraki yüzyıllarda Kafkasya, Çinhindi bölgesi ile güneydoğu asya takımadalarında da benimsenmiştir. Günümüzde Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinde Sünni nüfusun ağırlıklı bir kısmı Şafii olup Endonezya, Malezya gibi ülkeler ile Kafkasya'da yaşayan müslümanların önemli bir kesimi bu mezhebe mensuptur.

        Dört sünni fıkıh mezhepten sonuncusunun kendisine nispet edildiği Ahmed b. Hanbel (ö. 855), İmam Şafii'den ders alan ancak daha çok hadis alanındaki uzmanlığıyla temayüz eden bir alimdir. Beşeri düşünce ve çözümlemelere nispeten daha dar bir yer açan ve ilk nesillere bağlılığı en önemli ilke sayan İbn Hanbel, öğrenci ve takipçilerinin fıkhi meselelerle ilgili görüşlerini derleyip geliştirmeleri ile birlikte bir mezhep imamına dönüşmüştür. İlk olarak Bağdat ve çevresinde yayılan Hanbelilik, Suriye-Filistin topraklarında ve Arap yarımadasında da müntesip bulmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde yaşayan Sünni müslümanların önemli bir kısmı Hanbeli iken bu mezhep diğer Arap ülkelerinde nispeten daha az takip edilmektedir. Sünni dünyada hakim olan bu mezheplere karşılık Şiilerin İsnaaşeriyye (On İki İmam) kolu fıkıhta Cafer b. Sadık'a nispet edilen Caferiliğe mensup iken; Zeydiyye kolu, fıkıhta da aynı adla anılan mezheplerini sürdürürler. Caferilik İran, Irak, Lübnan, Bahreyn, Hindistan ve Pakistan'ın bazı bölgelerinde yaygın iken Zeydiler günümüzde sadece Kuzey Yemen'de yaşamaktadır. Haricilerin yaşayan mutedil bir kolu olan İbazilik ise aynı adla anılan fıkıh mezhebini sürdürür. Günümüzde Umman'da, Libya, Tunus ve Cezayir'in bazı bölgelerinde İbaziler bulunmaktadır.

        YAZAR

        Nail Okuyucu